Montaigne’yi ilk
okuduğumda oldukça tuhaf gelmişti yazın macerası. Düşünsenize kendini dört
duvar arasına kapatan bir fani ve iç sesinin yankıları.
Yazı maceram yeni
başlamıştı henüz. Öyle ki; karaladıklarımın türü hakkında bile bilgi sahibi
değildim. Edebiyat derslerinden kalma bir alışkanlıktı benimki. Bir konudan ya
da bir duygudan yola çıkıp kelimelerin ahengiyle kendimden geçiyordum.
Dört duvar arasına
kısılıp kalırken iç sesinizin duvarlara çarpıp size geri dönmesi. Ne tuhaf…
Tuhaftı tuhaf olmasına
da engel olamıyordum can çekişen ruhumun kâğıda yansımasına. Çıkışı olmayan bir
labirentteydim o zamanlar. Bunu somut anlamda itiraf etmem mümkün değil zira
teşebbüs ettim gerçek mahiyette nelere maruz kaldığımı ve aldım boyumun
ölçüsünü.
Tabir-i caizse hayatımın
en kötü yılıydı ve akabinde yaşayacak olacağım o üç beş sefil yıl.
Cennette geçen bir
ömrün ardından cehennem zebanilerinin nöbet tuttuğu derbeder zamanlar.
Oysa kötülüğün ne
anlama geldiğini bildiğimi sanırdım. Yalandı en çok can yakan ya da art niyetle
girişilen diyaloglar. Belki de sessizlik idi en çok maruz kaldığım. Ya da engel
olamadığım o bitmek bilmez gürültü içinde bir sürü laf kalabalığının yaşandığı…
Hiç kendinizden şüphe
ettiniz mi ya da dönüp baktınız mı aynaya: Gerçek miyim yoksa boş bir çuval
mıyım, diye…
Komik evet çok komik ve
bir o kadar anlaşılmaz.
Ağlanacak halimize
güleriz zaman zaman. Ama ben kabul edememenin verdiği çaresizlikle gülmüyordum
da.
Ağlamaksa içime
akıtıyordum yaşlarımı ve bir o kadar kifayetsiz ve durağan.
An gelir çaresizlik
büker belinizi ve an gelir isyan edersiniz.
Çok geniş bir mekânda
bile kapana kısılmak mümkündür diğer yandan. Onca insana rağmen ve tüm
masumiyetiniz göz ardı edilerek.
Utanmıştım kendimden
önceleri. Çok şey bildiğimi sanırken gördüm ki oldukça izafi bir kavrammış
bilgi addettiğim. Nasıl da göreceli engin sıfatı. Neyi bildiğimi sanıp da ahkâm
kesermişim meğer…
Döngünün seyri
inanılmaz. O döngüde yer teşkil eden tüm figüranlar. Ben ise değil figüran
işsiz bir oyuncuymuşum meğer kendimi başrol oyuncusu kabul etmişken. Zira
hiçbir fonksiyonum yoktu hatta yokmuş. Çok şeye muktedir olduğumu sanırken
meğer nasıl da dirayetsizmişim.
Ve derken süreç
işlemeye başladı.
Çok şey kontrolümden
çıkmaya başlamıştı. Çok insan muhalifti. Ve ne yazık ki istisnasız hangi
mecraya girersem gireyim eninde sonunda vakıf oldum ki hiçbir zaman yandaş
bulamayacağım.
Sevmekle başlıyor
yolculuk ve sevgiyle büyüyor yaşattıklarınız. İçimde büyüttüğüm ne varsa hiçbir
zaman kin ya da nefret bulaşmadı bu güne değin. Ola ki azıcık körelsin inancım
hemen terk ettim sevdiğim her ne ya da her kim ise. Ve alışılmış manada da
değil üstelik. Zira ben duygusal bağımı hep nesnelerle kurdum. Ne kadar garip
değil mi. Nesnelere bağlı iken insanlar eşlik etti bu sefer.
Çoğalmak bu olsa gerek.
En yalnız anımda bile yine nesnelere ve kavramlara bağlandım.
Siz hiç bir kitapla
aranızda duygusal bağ kurdunuz mu?
Çok büyük ideallerim
vardı yine. Ne de olsa masal dünyasındaki bilmem kaçıcı yolculuğumdu. Ve yolum
Akmar Pasajına düştü ne de olsa müdavimiyim tüm kitapçıların. Neredeyse akraba
olduğum tanıdık simalar.
Gereken bir kitabı
almalıyım. Alt tarafı bir kitap ama deli gibi arıyorum son baskısını. Yeni
başlayacağım bir iş için gerekli hem de acilen. Gözlerim nasıl da parladıydı
ilk elime aldığımda. Utanmasam dükkân sahibinin boynuna sarılacağım( pardon
sahibesi)…
-İşte, dedim.
-Hayatla aramda kurmaya
çalıştığım o bağ…
Her nasılsa vazgeçtim
sonradan yeni başlayacağım işten. Ne de olsa maymun iştahlıyım ya.
Ama o kitap bana
öylesine iyi gelmişti ki. Sanki dünyaları vermişlerdi bana. Topu topu iki yüz,
üç yüz sayfa bir yaprak yığını ne de olsa. Gelin bir de bana sorun.
Aldığım her kitabın bir
macerası vardır.
Üniversitede bir dönem
İngilizce’ye ek olarak Almanca öğrenme gayreti içindeydim. Okul bitti ve
tamamlayamadım ileri seviyeye kadar.
İki yıl evvel Almanca
aşkım depreşti. Abartmıyorum, bir aylık maaşımı Almanca kitaplarına yatırdım.
İki yıldır rafta bekliyor tozlu kitaplarım. Baktım olacak gibi değil, gittim
satmaya kalktım. İşin kötüsü popülaritesini yitirmiş bu kitapları kimse almadı.
Alın size para israfı.
Ama ne var ki kitabı yaptığım yatırımı hiç mi hiç israf ya da masraf olarak
görmedim ben.
Gerçi elden çıkarmak
isteyince satmak mümkün değil ama aldığım her kitabın anlamı büyüktür bende.
Öğretmenlikten emekli
olduktan sonra babamın açtığı kitapçı dükkânında geçirdiğim saatler belki de bu
özel bağı kurmamdaki etken. Kolilerden çıkan o kitaplar nasıl da iyi gelirdi.
Bir sürü dünya keşfedilmeyi bekleyen.
Bende en çok anlam
biriktiren kitapların başında gelir ‘’şeker portakalı’’.
Hazırlık sınıfını yeni
bitirmiştim. İşin açıkçası zor bir yıldı İngilizce ile cebelleştiğim.
Farkındalığında olan Türkçe öğretmenim önermişti bu kitabı bana. Tadı nasılda
damağımda kalmıştı o yaz.
Bir süre korku
romanlarına merak saldım. Yaz tatillerinde tüm Stephen King romanlarını nasıl
da hatmettimdi. Rüyalarıma girmeye başladıktan sonra anladım ki yola başka bir
yazarla devam etmeliyim.
Agatha Christie ile
sürdü yolculuğum. Bir süre ilk gençlik heyecanı ile Danielle Steel’e merak sardım.
Uzun bir süre edebi
içeriği fazla olmayan kitapların deryasında yüzdüm.
Robin Cook, Dean R.
Koontz derken bu sefer elinden kitap düşürmeyen ben çok uzaklaştım kitaplardan.
Süreçler asla hız
kesmedi. Bazen hatta genelde uzak tuttum kendimi süreçlerle iç dışlı olduğum
dönemlerde.
Anlamak anlaşılmaktan
da daha kolay oldu hayatım boyunca; olabildiğince… Bu yüzden kaptırdım kalbimi
o sarı sayfalara bazen buruşuk bazen yaslı bazen tutuklu.
Ve uzun bir süre tecrit
ettim kendimi o bağnaz düşünceler hükmetmekteyken. Uzun sürdü ayrılığım hatta
senelerce. Ve yığdım yine de bulduğum kitapları. Bazen gözden geçirdim bazen
sadece kokladım onlar melül mahzun yatarken raflarda.
Zor ve sıkıntılı bir
uzantının tam da nirengi noktasında dile geldi iç sesim. Kim duyar da demedim
asla sadece kısa kısa paragraflar tercüman oldu duyulmazken o sessiz
çığlıklarım. Nefes almayı dahi unutmuştum ve söz geçiremiyordum bir o kadar
yalnızlık tak etmişken. Çoğuldum aslında hatta fazlasıyla üstüne üstük o
sayısız ben ket vurmuşken özüme. Sözün özü arkası geldi yazdıklarımın.
Bilinçsiz bir boş vermişlikle bu sefer beyaz sayfalara sığındım. Doldurmak o
boş sayfaları içim dolu dolu iken. Her bir karalamam pigme boyutunda kısa ve
çelimsizdi.
Karartma gecelerinde
uykunun yerini aldı o zafiyet dolu kelimeler. Sığındığım tek dünya. Kendi
dünyamı çoktan kaybetmiştim hatta ne varsa sahip olduğum…
Ya şimdi… Yine devam
ediyor süreç bazen teklese de. Kazandığım üç beş şeyi yitirdim ilerleyen zaman
zarfında. İnandıklarım biraz zorlamadı değil muhalif tutumların gölgesinde.
Yok iken vardım. Şimdi
ise varken yok. Bir var bir yok belki de bir masalım zindandan kaçmaya meyilli
peri padişahının kızı.
Külkedisi yok benim
masalımda. Ne Keloğlan ne Pamuk Prenses.
Bir varmışım bir
yokmuşum…
Okumaya ara verdiğim
dönemin benzeri yaşamaktayım şu aralar. Tekliyen kalbim gibi kalemim de
teklemekte.
Tozlu raflardaki
kitaplara eklendi karaladığım sayfalar. Uzatmaları oynarken kırılmadık hiçbir
şey kalmadı.
Derken ayrı kaldım bir
müddet, terk edilmişliğin verdiği hüzün bir yana terk etmenin verdiği vicdan
azabı bir yana. Aniden yolumun kesiştiği sevdiğim insanlar pompaladı akışı
duran kanımı. Sözcükler de benim yaşam iksirim, hayatımın manası. Damarlarımda
akan kan gibi ya onlar bana hükmedecek ya ben sözcüklere. Tümceler, noktalama
işaretleri ve tüm imla kuralları ve eşlik ederken duygularım.
Nasıl ki sevdalıysam
hayata ve nasıl ki sevdalıysam sevgiye bir o kadar sevdalandım ben bu büyülü
dünyaya. Bazen hüzün bazen hicran bazen izafi bir aşk ve göreceli bir seyir an ve
an değişen. Üstelik ne akbile ihtiyacım var ne de bilete uçmak ya da yol almak
için.
Buradayım an itibariyle
ve derken ruhum enginlere varıp zaman ve mekân bakımından boyut değiştiriyorum.
Dünyaları okurken şimdi dünyaları yaşıyorum özellikle de erişilmez dünyamın
eşliğinde akıyorum mecralardan bitmek bilmez bir pınar gibi.
Ne zamanki döngüye
nokta koysam onca ikilem içersinde gidip gelirim bir ileri bir geri. Duraklama
döneminin ardından illa ki tutunacak bir şeyler bulurum. Ne bir insan ne de bir
yoldaş. Kendime olan güvenim bu denli körelmişken haricimde kimden medet
umabilirim ki. Sayısız kere deneyip aldığım yenilgilere yeni bir yenilgi daha
eklemek isteyeceğim en son şey.
Yaşamaksa yaşamak,
nefes almak ise aldığım en derin nefes ve doğmaksa yeniden doğmak yazarken ve
okurken.
Nasıl bir büyü ise bir
o kadar efsunlandım tarafımca keşfedilmeyi bekleyen bu gizem dolu dünya
tarafından.
Yürek dolusu sevgiler
ve kelimelerin eşliğinde güzel dünyalarda buluşmak adına mutluluk sizlerle
olsun…