İnsanlar… Biraz yakın
ve olabildiğince uzak.
Binlerce kıpırtı ruhta
çırpınan. Uzatsam da elimi dokunamadığım onca seyreltili sanrı.
Gördüğüm mü yoksa
görmek istediğim mi? Çözebilsem ve ayrıştırsam çalı çırpıyı.
Kökü nasıl da sağlam şu
çınarın, selvi ağacının. Ya dibinde biten onca ot. Ya dikeniyle can yakan onca gül.
Var Allah’ın bir bildiği yoksa donatmazdı onca dikenle.
Savruk düşler de
cabası. Onca acı, yeri geldi mi nükseden mutluluk… Beklenen mi çat kapı gelen
mi? Tanrı misafiri değil mi her an ağırlama ihtimali bulunan tüm gerçekler ve
kaderin tezahürü ne varsa. Bazen gözyaşı bazen değişken mizacın eşliğindeki o
neşe.
Ne varsa korktuğumuz…
Ne varsa korktuğum… Belki acı bir kayıp belki ölüm belki kaybolmak ya da
kaybetmek.
İlk hediyemiz:
Yaradan’ın o eşsiz sunumu olan ilk çığlığımız dünyaya merhaba dediğimizde.
Aldığımız ilk nefes, ilk dokunuş ve ilk hamle.
Ardı arkası kesilmeyen
nice evrim ruhumuzun, vücudumuzun şekillendiği. Nihayetinde tek
vazgeçilmezimiz: Hayat… Her şeye rağmen: Dert tasa, takıldığımız onca eşik ve
istem dışı ne varsa maruz kaldığımız. Herkese rağmen, kim olursa olsun yolumuzu
kesen, sırtımızdan bıçaklayan ve yürek burkan. Zira tüm terk edilmişliğe rağmen
bizi terk etmeyen tek güç ve vazgeçilmez kudret. Onunla baki şu ömür iki
cihanda da üstelik.
Ne kadar kavram
kargaşası yaşasak da ve maruz kaldığımız onca ikileme rağmen vazgeçemiyoruz
yaşamaktan.
Çözümsüz seçenekler,
yanlışların çok şeye mahal verdiği.
Yankısı olmayan onca
çığlık sadece içimizde devinim uyandıran.
Ve sayısız insan farklı
hislerle yakınında ya da uzağında durduğumuz belki de zorunda kaldığımız.
Mecburiyetler tabu
niteliğinde ve olabildiğince gerçek bir o kadar ihlal etme hakkımızın
bulunmadığı.
Niyeti bilinmeyen,
şüphe uyandıran onlarca paranoya.
İklimsiz sancılar,
mevsimsiz yağmurlar, kış ortasında açan baharlar, yaz ortasında sırılsıklam
eden yağmur hatta yakalandığımız ahmakıslatan: Öyle ya, hazırlıksız bir
anımızda bizi esir alan ve kaçamadığımız belki de kaçmak istemediğimiz.
Kim isteyebilir ki bir
adım gerisinde durmak o ırmak akarken. Susamak hayata ama susturamayız da
içimizdeki o yaşama dürtüsünü, arzusunu.
Yeri geldi mi bir o
kadar depresif belki isteksiz hatta somurtuk ve bitkin, olabildiğince savruk
hatta ölümle yüzleştiğimiz ama bir o kadar ölümden korkup kaçtığımız.
Ne büyük yanılgı, Allah’ım. Ne büyük kayıp, boşa geçen ama yine de savurduğumuz zaman. Bitmeyecekmişçesine yaşam, ölmeyecekmişçesine ve sonsuz bir iklimde yaşarmışçasına.
Yol aldığımız her an
içimizde büyüyen o ilahi Aşk. Yaşamın vazgeçilmezliğinde benliğimizde vuku olan
İlahi Güç: Hayata duyduğumuz aşkı da bastıran ve bizi erdiren.
Ermek… Ulaşmak
ulaşılmazlığın kıskacında.
Kim bilir, belki de
bizleriz kendimize ket vuran ya da ket vurduklarımız; bilip bilmeden ya da
özellikle. Bilinçaltının katmanları arasına sığdırdıklarımız değil mi aslında
yönümüzü tayin eden. Oysaki bilincimizden nasıl da eminiz. Bir o kadar da
kendimizden emin olsak.
Güzelliği de bu işte yaşamanın…
Tutunmak hayata, törpülemek benliğimizi. Yeri geldi mi verdiğimiz molalarla
soluklanıp, yeniden yeniden başlamak ve keşfetmek.
Binlerce fersah altında
görünenin, milyonlarca yıl ötesinde zamanın, sayısız sır ve korku en dibe
gömdüğümüz.
Bir o kadar uzağında en
yakın hissettiklerimizin. Anlaşılamayan ne varsa anlamaya yetkin olmayanların
nezdinde. Korkutucu bir gerçek itirafı mümkün olmayan.
Neyin gerçeği yaşanan,
neyin yansıması aynada aksettiğini sandığımız.
Sürekli yargılanan,
irdelenen bir nekahet dönemi her ne kadar gözlerden uzak olduğumuzu düşünsek
de.
Belki de koca bir
hiçlik günümüzü gün ettiğimizi düşünürken.
Sadece izdüşümü tasavvur
ettiklerimizin.
Binlerce eleştiri,
sayısız ket önümüzde uzanan.
Anı andan uzaklaştıran
bir yoksunluk belki de. Anı yaşarken strateji geliştiren işlevsel bir beyin. Mantık
ile uzlaşmaya çalışan kayıp bir ruh. Yeri geldi mi susan ve için için haykıran,
kimselerin duymaya dahi tenezzül etmediği yüksek hacimli ve bir o kadar sesi
kısık bir içsel teçhizat. Devreden çıkmış ne varsa tamiri mümkün olmayan.
Binlerce korku sebepli
sebepsiz bir ömür bastırılmış.
Garip bir o kadar
ulaşılmaz. Yine de yeşermekte umutlar.
Hayatın ta kendisi kısaca…
Bize sunulmuş bir armağan bazen açmaktan korktuğumuz ama vazgeçemediğimiz. Kim
nasıl böyle bir yanılgıda bulunabilir ki ve kaçabilir ki hayattan?