Nifak soktular bu
dostluğa. Yoksa yanılıyor muyum? Bir düş mü gördüğüm yoksa yaşarken ve gözüm
açık gördüğüm bir yanılsama mı?
Seyrelmiş düşlerin ışık
saçan aydınlığı adeta bir yıldız gibi kayıp gitti o ezeli karanlık hüküm
sürerken ve akbabalar tepemde uçuşurken. Yalın ve doğal ne varsa çaldılar,
hüzün bulutları yağmur bırakırken mümkün mü ıslanmamak…
Yalın ayak koşuyorum
düşlerimde kanatırken tabanlarımı o sivri çakıl taşları.
Ne yani; yalan mı
söyleyeyim; bunca belirsizliğin hüküm sürdüğü bu sessizlikte attığım sessiz
çığlıkların duvardan akseden yankısının sadece bana yansıdığını.Ne yalan ne de
bir sanrı.
Bitap düşmüş nice yetim
yürek sızlatırken içimi mümkün mü kayıtsız kalmak. Oysaki nasıl da yakıyor canımı
hüküm süren bu kayıtsızlık.
Sırnaşık yanılgılar mı
beni darmadağın eden sıkılgan düşler mi yoksa dile getiremediğim.
Yine akşam hüznü çöktü
İstanbul semalarına. Boşaldı yollar ve evlerine çekildi tüm ahvalim. Yersiz
yurtsuz yanık türküler çağlarken zihnimin derinliklerinde ne zor bastırmak için
için haykıran çığlıklarımı.
Sustum bir ömür boyu
hem de. Ve devam da edeceğim sessizliğimi korumaya. Mecburum keza. Mecburum
korumak için kimliğimi. Asil, mağrur ve yalın; olabildiği kadar hem de ve hep
de olması gereken. Zira bana öğretilen ve yansıtılan hep bu olmadı mı?
Mutluluk dediğin nedir
söyle bana. Yalanların gölgesinde geçen bir hayat mı tutuklu yarınların
himayesinde ya da anlık bir heves ya da zihnin oynadığı bir oyun mu…
Kimine hüzün yakışır
hem de asaletidir kalbin zira milyarlarca insanın acı çektiği bir âlemde tek
kişilik bir dramdır aslında yaşanan.
Anlık bir hülasa belki
de sana dair.
Mazeretim var hem de
hiç olmadığı kadar. Hep de olmadı mı. İlla ki bulurum şikâyet edecek bir
şeyler. Mızmızlanmak ta çocukluğumdan miras bana.
Yeri geldi mi; bir o
kadar suskun. Belki de bir ömür boyu.
Bir öyle bir öyle
anlayacağın. Saatim saatime uymazken kolay mı bana uyum sağlamak ki ben bile
yorulmuşken içimdeki benden.
Ya o derinlerdeki
çocuğa ne demeli. Olabildiğince benden ve bana dair aslında tek gerçek beni
yansıtan. Muhafaza ederken bu ezeli masumiyeti mümkün mü büyümek.
Savrulan mıyım savuran
mı… Kim bilebilir ki; mümkün mü benim gözümden görmek. Ya da mümkün mü kavruk
düşlerin acısıyla yanmamak.
Celse bitti. Hadi
boşaltın salonu. Seyredeceğiniz kadar seyrettiniz. Mutlu musunuz? Olmalısınız
da…
İtiraz dilekçem bile
kabul edilmedi. Geri geldi savurduklarım hem de can yakan poyrazla.
İstesem çoktan büyürdüm
oysa sadece yaş aldım ve köreldi ruhum bunca kifayetsizliğin esaretinde.
Hayır hayır, ben
değilim kifayetsiz olan sadece rolümü oynamıyorum ve sonunda kaldım sınıfta.
Bütünlemesi bile yokken bu sınavın soruyorum kendime; nasıl sınıf atlayacağımı.
Sıramda tek başıma
oturuyorum, söyleyin bana ne zaman kavuşacağım özgürlüğüme. Çıkmak istiyorum bu
tek kişilik hücremden ve doya doya koşup oynamak. Çiçek toplamak istiyorum
yamaçlardan, gelincikleri seyretmek istiyorum nazlı nazlı rüzgârın eşliğinde
süzülürlerken.
Koparamam da kıyamam
ki… Ama kıyan çoktan kıymış. Savrulmuş dört bir yana tüm çiçekler.
Onlar da yitip gitti
işte.
Çiçek tarlaları talan
edildi haince ve acımasızca.
Dünya gibi, düşler
gibi.
Susuyorum. Konuşsam da
artık neye yarar? Çok konuştum zamanında zira.
Sessizlik iyidir
yalanlardan.
Sahte gülüşlerden
nasibini almış onca insan varken varsın nasibimi alayım hüzünden.
Efendimizin buyurduğu
gibi: Muhakkak ki Allah hüzünlü kalbi sever. Hüzün kalbin anahtarıdır.
Öğrenmem ve öğrenmemiz
gereken ne çok şey var şu sefil dünyada.
Seviyorum yansımasını
duyguların tüm saflığıyla. Seviyorum anı ve anlık telaşları ve bir o kadar
koşup yorulmayı.
Başım dik hiç olmadığı
kadar. Ne fütursuzum ne de isyankâr. Sadece şükrediyorum ve kutluyorum kendimi;
kendimi kaybetmemek adına.
Yolunu kaybetmiş onca
insan. Ve her biri birer çıkmazda.
Nefret bile etmiyorum.
Bomboş içim. Ve bir o kadar dolu sevdiklerimle ve kendi benliğimle.
Ve soruyorum kendime
binlerce kere: Kimim ben?