Emsalsiz sayısız düş
var cebimde; kimi yenilgiye uğramış kimi yeni doğmuş bebek masumiyetinde…
Yalın, naif ve bir o
kadar sonsuz.
Ve kırık parçalar
savrulmuş oraya buraya. Bir araya gelmesi asla mümkün olmayan.
Sayısız insan öyle ki
birbirlerinden sıtkı sıyrılmış her birinin. Oysa hiç biri cesur değil bunu
ifade etmeye. Gerçek anlamda usta birer oyuncu her biri.
Yitip gitmiş onca anı.
Beraber objektife poz verdiğim kim varsa her biri savrulmuş gitmiş çoktan. Her
kimlerse ise ya da her neredelerse umurumda bile değil artık.
Sonuçta çalıntı
rollerle yaşayan çalıntı senaryoların kahraman görünümlü oyuncuları.
Özgün senaryomun sadık
oyuncusuyum ama bunun bir suç olduğunu yeni öğrendim. Ah, benim akılsız başım…
Bazen figüranlar
sızmaya çalışsa da asla kaptırmam rolümü.
Ne çok şey var atacak.
Ne çok şey birikmiş gerilerde, öylesine dolu ki çöp kutum. Üstelik bir tek çöp
de değil boşaltılması gereken. Bir o kadar gereksiz veri saklı zihnimde. Kısaca
bilgi kirliliği.
Her şey bellekte
muhafaza edilmekte; kimi tanımışsam ya da neyi görüp öğrenmişsem hepsi tek tek
kayıtlı.
Çoktan doldu kapasitesi
beynimin ve işgalindeyken nöronların. Hala sıkıştırıyorum tüm gereksiz veriyi.
Sistem çöktü çökecek.
Keşke mümkün olsa
beynimi resetlemek. Ne kolay olurdu her şey o zaman. Kim ya da ne varsa gerekli
gereksiz yer işgal eden silerdim ve sıfırdan başlardım her şeye.
Ayrıntılar boğucu,
yanılsamalar da cabası. Hele ki duygular da girdi mi işin içine buyurun
ayıklayın pirincin taşını.
Algılar hali hazırda
tüm duyarlılığı ile tetikte. Ne de olsa gelebilecek karşı bir atağa karşı
donanımlı ve hazırlıklı olmalı.
Bakar mısınız yine
alarm çalıyor. Belli ki kapsama alanıma sızmaya çalışan birileri var.
Ne vardı teknoloji ile
bu denli içli dışlı olacak. Şimdi işin yoksa alarmı kapatıp baştan kur ve
frekansı ayarla. Neyin frekansı mı? Tabii ki algıların ve zihnimin.
İşin kötüsü ne zaman
neyin olacağı da belli değil. Ama gardımı almakta fayda var.
Teçhizatı da kurup
dikenli tellerle kuşatmalıyım etrafı.
Nereye kadar mı? Belki
de sonsuza kadar…
Ya telefon çekmezse… Ya
acil durumda takviye güç gelmezse…
Bakar mısınız; şimdi de
elektrikler kesildi. Neyse ki; birazdan jeneratör girer devreye.
Nedir bunca zorluk
nedendir bu kadar limit aşımı?
Neden milenyumdayız?
Ne güzel yaşayıp
gidiyorduk…
Seksenler, doksanlar; o
yıllara bile ait hissetmezken kendimi neden buradayım?
Hani kırkbeşliklerim
hani kasetçalarım?
Guguk kuşumu da
öylesine özledim ki. Ne güzel her saat başı randevulaşıyorduk.
Değişen sadece
teknolojideki devrimler de değil üstelik. Tüm insanlar prototip bir seyir
izlemekte.
Ne karşılığını
buluyorum yaptıklarımın ne de yaşadıklarımın. Ne yapsam boş…
Okul formamı özledim,
anket defterimi ve walkmanimi. Hatta kız kıza yaptığımız o boş ve saf
muhabbetlere ne demeli…
Hani nerede saklanmakta
yitirilmiş masumiyetler?
Artık kimin eli kimin
cebinde belli bile değil.
Sahi eskiden ‘’güven’’
denen bir mefhum vardı. Yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum.
Ya ‘’mahremiyet’’ denen
olgu nerelerde?
Şimdilerde her şey ayan
beyan ortada ya da gölgeleniyor sahte resimlerle.
Sıfatlar da değişti,
temel kavramlar da ve tüm duygular evrim geçirdi.
Peki, kim verecek tüm
bu olanların hesabını?
Cevap mı arıyorsunuz?
Tek suçlu benim oysa. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir, diyen büyük hata
etmiş. Zira değişime direnen zat-ı âlimi göz ardı etmiş.
Benden bu kadar…
Uzaklardan gelen şu
melodiyi duyuyor musunuz? Celine Dion söylüyor: ‘’I am alive.’’
Hatırladınız, değil mi?
Hay Allah, duymaz oldum
şimdi de. Sanırım zihnim yine oynuyor benimle. Evet, kesinlikle sistem çökmek
üzere. En iyisi bir an evvel format atayım.
Sırada hangi şarkı var
acaba?
Sizce…