Yüz yıl öncesi belki de
belki daha da ötesi… Hani hep derim kendi kendime: Ben bugüne ait değilim diye.
Kâh teknolojinin
geldiği son nokta kâh insan olabilmenin gereklerini yitirmiş sayısız insan ve
sayısız kazanılmış bağımlılık, her anlamda ama… Gerek paranın esaretinde gerek
lüksün gerek soyut nice tutkunun. Somut olan ne o zaman?
Ne duygusallık kalmış
serde ne masumiyet. Yitip gitmiş aşklar sayısız ve anlamsız sebep yüzünden.
Yitip gitmiş değerler peki ne uğruna?
Benliğinden, kendinden
ve çoğu şeyden vazgeçmiş nicesi üstelik farkındalık düzeyini yitirmiş.
Gerek bireysel gerek
sosyal anlamda yozlaşma yolunda hızla ilerleyen global bir yoğunluk.
Küreselleşmenin getirdiği bağımlılık, esaret ve bu uğurda öz benliğinin
gereksinimleri karşılıyor sanırken terk ettiklerimiz.
Terk edemediklerimiz
uğrunda terk edilmişliğimiz. Terk edilmişliğimizin gölgesinde içimizde kanayan
yalnızlık denen. Ve her ne kadar inkâr etse de çoğumuz kalabalığın içinde
yaşadığımız tükenmişlik sendromu.
Tükendiğimizin bile
farkında olmadan üstelik ve tükettiklerimiz: Hayır, serbest piyasa ekonomisinin
bel kemiği değil harcama katsayımız, sadece ve sadece tükettiğimiz
insanlığımız.
Dost bildiklerimizin
hiç de dostane olmayan tutum ve davranışları…
Eksikliklerimizin bir
koz mahiyetinde kullanılması. Belki aşırı hassasiyet belki aşırı itham
göstermemiz belki yanlışlarımız kimine göre doğru belki doğrularımız yanlışlara
muhalif. Ve muhalif bir yapı içersinde yalnızlığa terk edilişimiz. Oysa ki ne bir
suç yalnızlık ne bir ayıp ne de bir günah.
Bazı değerlerin itici
güç olması yerine zorlayıcı yanlarıyla geldiğimiz pes etme noktası.
Kim neyin derdinde ya
da nedir bu denli pasifize eden olması gerekenden çok farklı ve anlamsız.
Gözyaşına karışan hüzün
ve abartılı neşeleriyle acıyı köz haline dönüştürenler.
Başarı ama neyin
sonucu? İnsanlığın mı yoksa maddiyatın getirisi mi?
Hani nerede o masum
aşklar ve hani nerede korunması gereken nice değer?
Hani nerede dost geçinenlerin
adalet duygusu?
Hani nerede o eski
mevsimler? Mevsimlerin insanla özdeşleşmiş yanılgısı. Kışın açan güneş ve yaz
günü delinmiş gökyüzü. Kim bilir belki de doğanın isyanı hatta ve hatta Yaradan’ın
merhametinin izdüşümü oysa biz nelere yorarken tüm bu değişimleri.
Kul olmanın hakkını
veremiyoruz ki zafiyetlerimiz hüküm sürerken. Ne yetinme duygusu kalmış
gönüllerde ne de saf duygular. Öyle ki anlamı bile hatırlanmamakta tüm bu yitik
duyguların. Ve eğer ki geçmişten bir esinti taşıyorsanız vay halinize…
Her şeye ve herkese
rağmen özünü korumak adına varsın hüküm sürsün yalnızlık: Hiçliğin gölgesinde
gölge dostluklar yerine varsın yalnızlık paylaşılsın Yaradan’ın verdiği o güç
ile.
Gölge dostlar evet:
Gerçeğin çok ötesinde anlık ve göstermelik üstelik…
Varlığın hükmünde
hiçler dünyasında yaşayan ve hiçlikler ile yoğrulmuş katı yürekler.
Her şeye rağmen peşinden
sürüklendiğimiz ve sürüklediklerimiz. Ve sürüklenmek istediğimiz her ne ise
vazgeçmek uğruna olsa da. Ve tükenmeyen umutlar her yeni gün yeni baştan doğan
ve aydınlatan, azaltan matemimizi.
Bizi biz yapan ve gerek
duyduğumuz farkında olmasak da. Zira temelimizde ve mayamızda duygularla
yoğrulmuşuz her ne kadar inkâr etsek de. Kısaca utansak da zaaflarımızdan ve
saklamaya çalışsak da. Gören ve bilen İlahi Gücün haricinde varsın
anlaşılmayalım. Kimin umurunda…