1 Deve Dikeni

 Pedal gıcırtısıyla yokuşun başında beliriyor. Omzuna asılı çantasıyla meydandan başlayarak ilçeyi sokak sokak dolaşır.  Bakkal, terzi ve bir vakitler Aziz’le çıktığımız kahveye uğrayıp oradan tepeye kıvrılan yola koyulur. Kara kıştan bunalmış yazlıkçıları barındıran yamaca.

Buradaki evlerin kapısına ulaşınca mektup karşılığı eline sıkıştırılan üç beş kuruşun bacaklarına nasıl bir takat getirdiğini pedala yüklenişinden anlarım.

Hadi beni neyse de kısa süre önce yerleştiğim tek göz odalı evi -  bahçesini çevreleyen duvarlar bir an önce onarılmalı - dahi fark etmeyip bisikletiyle önümden yel gibi esip geçmesine bakarak bir tür görme bozukluğunun belki ikimizde birden bulunabileceği fikrine kapılmıştım. Ama farklı şekillerde. Hipermetropsa mesele yok. Görmeyebilirdi. Sonra kusuru varsa da yoksa da görmeyebilir. Serbestti seçiminde. İtirazım yok.

Aziz’e bahçe duvarını gösterdiğim gün postacıyı anlattım.  O ağzına biber soslu cipsleri peşi sıra tıkmakla meşgulken sözcüklerim de kırılıp eziliyordu. Hem de iki sıra dişe takılmadan yalpalaya çarpa bir yol bulacakken. Nedense biz işimize bakalım dedim. Duvar için ne lazım. Söylediklerini not ediyordum. Çimento, kum, tuğla sayısı. Ve abartmadan parasını isteyecek satıcıyı.

Yazmana gerek yok dedi az sonra. Malzemesi çoktu. Duvarı bedava onaracaktı. Elindeki kırmızı teneke kutuyu parmaklarıyla eziyor. Otların arasına fırlatıyor. Öncekilerin yakınına. Hepsini o atmıştı. Üç tane. Sarhoş olmak için fazla sayılmaz bu.

Manzara güzel dedi. Baktığı yöne döndüm, bakır renkli bulutlar dağın üstüne kümelenmişti. Ihlamur kokusu denizden esen meltemin taşıdığı iyotla harmanlanmış. Havayı solumak başımı döndürüyor. Haklısın dedim.

Açmadığı kutuları alıp arabasına yöneldi. Farları yaktı sonra başını pencereden uzatıp, salla gitsin böylesini, adam olsa insan içine çıkardı dedi. Kahveye.  Meğer dinlemiş beni. Telefonu çalmaya başlıyor..

Dışarı taşan ses yabancı değil. Genç bir kız. Hayır kadın. Aziz’e  evden yemeğe beklendiğini  bir koşuda yanımıza gelerek  nefes nefese haber veren dünkü kızcağız. Yetişkin edasıyla kaş çatardı bize.

Alımlı genç bir kız oluncaya dek. Sonra görmedim. Sesi şimdi buz gibi.  Ve o ses dışarı parça parça savrulurken bunu düşünüyorum. Farlar geceyi ışıktan şeritlere bölerek uzaklaşıyor yanımdan. Normale dönüyor ortalık. Her şey olması gereken ilk şeklini alıyor.  Ağustos böceklerinin  sesi beynime saplanıyor.  Kulaklarımı sıkı sıkı bastırıyorum çınlamayı duymamak için.

 İçeri geçmek istemedim. Gökkubbenin altında öylece bahçe duvarına yaslanacak, şimdilik birkaç evle aydınlanan sokakları izleyeceğim.  Evet, bunu yapacağım.  Yamaçtan süzülüp dağın ardına kıvrılarak ilerleyen tozlu yola düşeceğim sonra.  Koca bir ateş yakacağım. Beni ter ve iyot kokan havasıyla bu topraklara bağlayan ne varsa ve hatta bu zamana, tüm geçmişe, hepsini içine atacağım. Yakamı anılardan kurtarmayı başarırsam.

 O gün kahveye erken gitmemeliydim. Gazetelere sonra nasılsa bakardım. Mazota yapılan zammı öğrensem sanki ne değişecek. Aziz’i evden alsaydım. O haftasonu da ava çıksaydık. Karşılaşmasalardı. Bilemiyorsun işte başa geleceği.  Ya da kız kahvecinin oğluyla buluştu diyelim ana cadde yerine ara sokağa girseler kimse üzülmeyecekti. Her şey meydandaydı bir kere. Ortalığa çıkıp nispet yaparcasına çocukla kol kola dolaşmayacaktın. Olur muydu hiç. Yine de cesur kızmış. Yoksa gönlü çeker mi çekmez mi sormadan birine verirlerdi.

Aziz sakin adam. Halden anlar. Ben sobanın kenarına ilişip çayımı yudumlarken tepsiyle dışarı çıkan Necmi’nin yere kapaklandığını söylediler az sonra.  Necmi boylu boyunca çamurun içindeydi. Hepimiz dışarı fırlamıştık. Aziz biz bakarken kahveciyi oracıkta tekmelemeye başladı. Yüzünü gözünü kıpkızıl kan bırakana dek vurdu. Çeşmeden kadınlar koşup kızı aldılar. Ben de Aziz’i uzaklaştırdım. Bir şey sormadım hiç. Gömleğin kol yenini yırtıldığı yerden söküp yere attı. Sakin bulduğum Aziz’in kan beynine sıçramıştı.

Onca yıllık dostluk daha o gün bitti. Üstelik ben yaralandım. Hastanelik oldum.  Kabzasına dek sırtıma saplanmış bir bıçakla sedyenin başına toplanan kalabalığı yara yara ilerlemiştik. Doktora yerde bıçak varmış üzerine düştüm dedim.  Herhalde pazarcının biri unuttu.  İnanmamıştı. Baktı ki şikâyetçi değilim polise bildirmedi. Beni vuran kişiyi gören olmamıştı.  Bunu niçin yaptığını bilen de yoktu.  Panik yüzünden hedefi şaşan bıçak iki kaburga kemiğini parçalayıp akciğerime gömülmüştü. Ama ben biliyordum yapanı. 

Olaydan az zaman önce tüfeği kapıp göle gitmiştim. O yana uçtular çünkü. Sürü tepemde kanat çırpıp alçala yüksele ilerlerken evde öylece oturamazdım. Beke varınca saatlerce ördek gözledim.  Hava kara dönmüştü. Üşümüş ve acıkmıştım. Beklemekten de sıkılınca çantayı açtım, sucuğu parmak kalınlığında kesip çubuğa sıraladım. Ucunu ateşe doğru yere batırmıştım. Ekmeği de o şekilde.  Dilimlemeden ortasından bölerek. Dallar kırılıyordu o ara, sesini duymuştum. Önce boz renkli şu köpek sandım. Sonra gövdesi dışında vücudundan kalanları bir gün kara gömülmüş halde bulduğumu hatırladım.  Çok olmamıştı öleli. Vücudu bile soğumamıştı. Kızarttığım dilimleri artık paylaşamayacaktım. O değilse dedim, kim ya da neydi dalları kıran şey.

Onlardı. Oradaydılar. Gözden bunca uzakta. Ateşi fark edemeyecek kadar dalgındılar. Ve neşeli. Kızda onu bu ayaza karşı koruyacak doğru dürüst bir kıyafet bile yoktu. Komşuya gider gibi çıkmıştı evinden.

Sonra yine gördüm.  Bu kez nehir yatağının gölle buluştuğu kayalıkta.  Oğlan diz üstü çömelmiş çakıyla elindeki söğüt dalını yontmaktaydı. Kız biraz ötesinde. Islık çalan hangisi. Yaklaşıyorum iyice. Oydu, kız. Deve dikenleri dirseklerimi kanatmış ben yine de konuşmaları duyabileceğim bir mesafeye  yanaşmıştım.  Sessizce. Fark ettirmeden, sürünerek. Ağı gerili bırakmıştım iki dal arasına. Birkaç bülbül diken tohumu için çalılıktan havalanıp buna takıldılar. Tuzak işe yaramıştı yaramasına ama konuşmaları yarım kaldı. Önce kız düştü yola, on dakika bekleyip diğeri. 

              

 

( Deve Dikeni başlıklı yazı Aydin Akdeniz tarafından 1.02.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.