1 İnce Hastalıkmış Bağrına Düşen…

Mevsimin ilk karı yağmıştı. Geceleyin kuvvetlenen fırtına, buz tutmuş dere yatağındaki kar tümseklerini küreyip kuzeye çevresi meşe ağaçlarınca kuşatılan köye doğru savrulmaktaydı. Kıvrıldığı çatı altlarından karanlığa kulaklarını diken birkaç çoban köpeği yerlerinden doğrulup uğultuya karşı isteksizce havlıyordu.

İhtiyar adam uyandı gürültüye. Attığı odunlarla ocak yeniden canlandı. Öksürükler, aksırıklar arasında ateşin karşısına geçip bağdaş kurdu. Düşünceliydi. Oğlu için geçen hafta suratını buruşturarak “ umut yok” demişti doktor. Köye dönmüşlerdi birlikte. Oğlunun evinde, ağlamaktan gözleri kan çanağına dönen gelini avludaki kalabalığın arasından sıyrılarak yanlarına gelmiş, kocasının kolunu omzuna attığı gibi onu ateşin karşısında ki döşeğe yatırmıştı. Kadın kaşla göz arasında sacda hazırladığı bazlamaları siniyle getirip önüne bırakmış,

“ Açsındır baba. Tarhana pişinceye kadar ye hele sen şunları” demişti.

Odada ki hareketlenmeyi duyan Abdullah saklandığı yüklükten başını uzatmış sümüklerini çekerek kendisine gülücükler saçıyor, açtığı avucunu göstererek “beş, beş” diyerek bağırıyordu. Annesi dışarı atana dek yüklüğün etrafında durmaksızın koşturmuştu kerata. Babasına hiç benzemiyordu. Gelini;

“ Durumu nasılmış? Ne dedi doktorlar?”

Yalan söylemek hiç bu kadar zor gelmemişti. Başını dik tutarak,

“ İyi bir bakımla bahara kalmaz hemen iyileşirmiş, ” dedi.

İnanmaz gözlerle bakındı öylece. Yattığı yerde acı içinde inleyen oğlu ile kapı arasında gidip geliyordu bakışları. “ Çok iyi bakarım ona ben baba, meraklanma sen. Allah esirgesin sonra n’apar Abdullah’ım onsuz !”

“ Bir dediği iki edilmeyecek canı ne isterse verilecekmiş, ancak böyle toparlayabilirmiş kendini , ”

Bir ara uyanır gibi olmuş alnı boncuk boncuk,

“ Su, su, ”

Uzatılan maşrapayı almaya mecalsiz, ağzından kan gelene dek öksürüklerle boğuşmuş su içemeden kapamıştı gözlerini. Hastane de doktorun hemşireye söylediklerini işitmişti yaşlı adam;

“ Ciğer miğer kalmamış, ” diyordu.

Onu öylece bırakarak yazlağıya inmişti. Abdullah elindeki değneğe at niyetiyle binmiş çıplak ayaklarla oradan oraya koşuşturmaktaydı. Bu kez sümüklerini daha kuvvetlice, burun kenarları yırtılırcasına çekiyordu. Avlu kapısından çıkarken kulaklarında sesi,

“ dede beş, beş dede beş, ” diye haykırmaktaydı.

( İnce Hastalıkmış Bağrına Düşen… başlıklı yazı Aydin Akdeniz tarafından 18.05.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.