Ne dudaktan dökülen
kelimeler; ne de gösterişten öteye gitmeyen hal ve tavırlar. Hatta ve hatta hiçbir
duygu belirtisi göstermeyen donuk bakışlar…
Günü birlik yaşanan ve
bitmeye mahkûm yalan aşklar…
Nerede ilk gençlik
yıllarında yetişkin olmaya aday yeni yetmelerin o masumane aşkları…
Nerede el ele, omuz
omuza veren eskilerde kalmış birbirine deli divane çiftlerin sönmeyen ateşleri.
Unutulmaya yüz tutmuş o
kadar çok kavram var ki günümüzde; öyle ki artık sadece Türk Dil Kurumunun
sararmış yapraklarında sürdürüyor varlığını nice terim.
Masumiyet, bazı
lakaplar, utanma duygusu, mahcubiyet, saf duygular… Saf duygular bile tabir
edilirken ne kadar aşağılanmakta. Bazı şeylerin varlığından bihaber, iyi niyet
sahibi, dürüst, ahlak anlayışı henüz yozlaşmamış azınlık için telaffuz
edilirken ‘’saf’’ tabiri, ne yazık ki ‘’aptallık, cehalet’’ gibi yakışıksız
kelimelerle eşleştirilmekte.
Geçen son on yıl, bir
asırlık değişime uğramışçasına farklılık arz etmekte öncesinin ve sonrasının
göz önünde bulundurulması itibariyle.
Pek çok alanda
inanılmaz atılımlar yapıldı, teknoloji son hızla kendisiyle yarış halinde. Ve
ne yazık ki kaybettiğimiz nice değerin farkında bile değiliz, öyle ki bırakın
sorgulamayı adını bile unuttuk çok şeyin. İnanılmaz bir tüketim çılgınlığının
pençesindeyiz. Çoğunluk bu tüketim çağının esareti altında. Oysa bilmiyoruz ki;
aslında kendimizi ve duygularımızı tüketiyoruz.
Global sirkülasyon
inanılmaz. Aynı anda sayısız yerde bulunmamız mümkün hale geldi neredeyse. Farkında
mıyız acaba nerede bulunduğumuzun ya da bulunmak istediğimizin. Daha doğrusu
artık ne istediğimizin bilincinde bile değiliz.
İlerleme kaydettiğimizi
sanırken, aslında oldukça gerilemekteyiz. Manevi değerlerin götürüsü
kazanımlarımızdan kat ve kat fazla.
İnsanları belli
kriterlere göre sınıflandırıp, konumlandırmak oldukça yaygın hale geldi.
Büyük hedefler
beraberinde düş kırıklığını da getirmekte, bilip bilmeden. En güzel, en
yakışıklı, en başarılı, en zengin… Neye göre ki tüm bu kıstaslar. Biz top yekun
‘’en’’ lerin peşinde koşarken, sarıldığımız değer ve duygular elimizden birer
birer kayıp gitmekte.
Peki, nerede ‘’en
gerçek aşk’’, ‘’en gerçek sevgi’’, ‘’en güzel dostluk’’ ya da ‘’en sevgi dolu
insan.’’ Neye göre kimi sevmekteyiz… Neye göre mutluyuz… Ağlayabiliyor muyuz korkmadan,
çekinmeden. En merhametli hangimiz; en içten kim; ya en mutlu, en ahlaklı, en
dürüst. En samimi hangimiziz; en utangacımız kim daha doğrusu utanma duygusu
kaldı mı? Mahcubiyetin ne olduğu hakkında kim fikir sahibi…
En idealist genç kim:
İdealler parayla ve servetle mi sabitleniyor: Ne yazık ki, şimdi bunlar kabul
görmekte. Özel okullarda okumakla asla ve asla idealist olunmamakta. Ya da en
büyük çok uluslu şirketlerde CEO olmak mı sizce idealizmi çağrıştıran. Dolar
bazında binlerce dolara tekabül eden rakamlar mı başarının eş değeri…
Özümüzü tamamen
yitirmeden, dur demeliyiz hırslarımıza, egolarımıza. Ve çok geç olmadan. Zamanı
geldi de geçiyor bile.
Farkındalığımızı
yeniden kazanmanın yolunu bulmalıyız bir an evvel…