Fikir ve figürün siyaset arenasındaki konumu irdelendiğinde figür lehine bir sonucun ortaya çıktığı ve figürün fikre galebe çaldığı acı bir biçimde itiraf edilir.

 

Fikir, niçin figüre karşı yenilmiştir?

 

Ya da figür nasıl olmuştur da fikri gölgede bırakmış, onun boşluğunu doldurabilmiştir?

Fikir ve siyaset ilişkisi derken gerçekte eski ideolojik temellere veya fikir diye fikir partileri tavsifinin yapıldığı o eski günlere gönderme yaptığım anlaşılmasın.

Fikir, partinin temsil ettiği ideolojik ve sınıfsal temelin bir zihnî ve matematiksel çözümünü, strateji ve eylem planını ihtiva eden, bir program ve tüzük çerçevesinde doğrular ve ilkeler va’zeden yapıyı kastediyorum. Partinin bu temel yapı üzerine kendi “ülkü”lerini içselleştirme kaabiliyeti ortaya koymuş partililerce siyaset mesleğinde saygın bir yer edinmesi veya yönetme iddiasında bulunmasıdır.

 

Ama genel olarak partiler ve fikirlerinden bir bıkma söz konusu ise o zaman seçmen ve parti arasında bir “ironi” başlar, seçmen partiyi tersinden okumağa yönelir, o zaman da fikir yorulur, yerini figüre terk eder. Ya da belli ara-kesit dönemleri (Türkiye’de her on yılda bir siyasete müdahale eden asker örtülü ve açık darbelerle buna yol açmıştır) siyaseti yeniden yapılandırır; darbeye maruz kalmış parti ve siyaset kurumları fikir tartışması içindeyken ya da henüz bu tartışmayı bile gerçekleştirip bir öz-eleştiri fırsatı yakalamamışken figüratif unsurlar bu ara-kesit ortamından yararlanarak ne olursa olsun temsil hakkını kendinde görmeğe başlarlar ve zaten siyaset bizatihi fikirlerin figürleşmiş biçimi olduğundan, yani fikirler zaten siyaset dilinde vulgarize edilip imajlar halinde teşekkül edeceğinden figür müthiş bir fırsat yakalar ve oradan haksız temsille kendine bir yol açar.

 

Bazen de figür bir takım darbelere, çarpmalara, açık düşürülmelere maruz kalır; figür hazırlıksız olup yenilince fikir de kendiliğinden mağlup edilmiş olur. Çoğu kimse fikrin mağlubiyetinden o fikrin artık problemlere bir cevap teşkil etmediği, miadını doldurduğu kanaatindedir ama gerçekte mağlup olanın figür mü, yoksa fikir mi olduğu tartışma götürür.

 

Geçtiğimiz dönemde milliyetçi fikriyatın yenik düştüğüne, artık miadını doldurduğuna, hatta milliyetçiliğin böylesi geçiş dönemlerinde tamamiyle yok edilmesi gereken fikirler olduğuna dair kanaat toplumda yeşertilmeğe çalışıldı.Gerçekte milliyetçiliği temsil ettiği iddiasındaki figürlerin yenilmesi, karşılaştığı problemlere karşı zihnî ve matematiksel çözümler üretememiş olması bu fikriyatın da devrini tamamladığı görüşlerini depreştirdi. Ama figürün yenildiği, fikriyatın ise 12 Eylül’den bu yana henüz ciddî bir muhasebe ve öz-eleştiri fırsatı bile yakalayamamış olması akla gelmedi.

 

Türk milliyetçiliği fikriyatı, oysa yüz yıl öncesinden çok daha önemli fırsatlar ve yapılanma zaruretleri taşıyordu. Yüz yıl önce Üç Tarz-ı Siyasetin kaçınılmaz üçüncü devlet projesi olarak tebellür eden milliyetçilik akımı, kültür ve medeniyet tartışmalarında yaşadığı kavram kargaşasını yeni yeni rayına oturtma fırsatı edinebilir, kültür ve medeniyet kargaşasını gerçek zeminine kavuşturarak milliyet faktörlerinin zenginliğinden bin yıllık terkip ile 80 yıllık Cumhuriyet terkibini buluşturur; sosyalizm ve Türkçülük arasındaki yüz yıllık çözümlenmemiş daha doğrusu yarı bıraktırılmış paralel zemin ve ortak stratejik coğrafya etüdü yapılabilirdi. Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük dikey çözümlemesinin yatay çözümlemedeki liberalizm, muhafazakârlık ve sosyalizm(toplumculuk) eksenleri yeni strateji ve eylem planı inşa etmede yeni açılımlar sağlayabilirdi.

 

Yerel duruş yerini bölgesel ve hatta evrensel iddialara bırakıp çok daha anlamlı bir gelecek kurgusu hazırlığına çalışılabilirdi. Geçmişi yâd ve ona sığınma telaşı ile varılabilecek bir yer olmadığı anlaşılır; Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu üçgeninde bütün dünyanın gözü bize çevrilmişken çok daha ciddî, kabul edilebilir ve iddialı tezler, projeler hayata geçirilebilirdi.

 

Milliyetçilerin gerek Ortadoğu barışı, gerek, medeniyetler meselesi, gerek strateji ve eylem planı için yeni “çekirdek ve çatı” teorileri yok değildi. Ama ne yazık ki figürün fikrin yerini işgalinden öte onun boş bıraktığı siyaset alanını kapıvermesine karşı fikre hiç hürmet beslememesi bugünkü bedbîn, binâm, binevâ havayı yaratmıştır.

Şimdi kerahat vaktidir.

 

Fakat gün yorgun düşmüşken, ikindi vaktinin sükûtunda akşamın apansız gelen kızıllığına gözlerimizi alıştırmalıyız.

 

Lütfü ŞEHSUVAROĞLU

( Fikir Ve Figür başlıklı yazı Şehsuvaroğlu tarafından 23.07.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.