Fırlatılır gibi !...Dünyanın, bilemediğimiz bir ülkenin, bilemediğimiz ücrasına pazarlıksız düşeriz ...Ben de öylesine düşmüşüm bir bozkıra...Hangi izlere rastlarım diye geriye yolculuk yaptığımda, beş yaşımı hatırlayabiliyorum. Canım ablacığımın arkasında karları yararak medreseye götürülürdüm...Tam o yılın baharıydı, benden bir yaş büyük arkadaşımı kandırarak köyümüzün karşısındaki dağdan doğan güneşi yakalamak üzere, elele yola koyulmuş ve güneş doğarken doruğa ulaşmıştık. Ulaştığımızda dağların ardında onca dağ olduğunu farkettim ve kum gibi dağıldım !... Bu benim hayatta ilk düşkırıklığımdır. Hayata bakışım ve gördüklerim o an kökünden sarsıldı ve duyduğum hiçbir şeye ogünden sonra asla peşin olarak inanamadım. Hep sabırla dinleyen biri olmamı gerekli kıldı bu güvensizlik...

Elifba`yı çözmüş, Kur`an okumaya çıkmıştım. Yasin suresini ezberlerken içimden birşey geçirdim;`Acaba Allah`ı kim yaratmıştı ?` Ezberimi tamamlayıp hocanın karşısına çıktığımda, izin isteyip sorumu sansürsüz yönelttim. Çocuk omuzlarıma iki sert sopanın indiğini acıyla hissettim !...Hoca birtakım tekerlemelerle bu soruyu bana öğretenlere hakaret ediyordu. Halbuki ben çok masum bir vicdanla sorumu yöneltmiştim. Bundan sonra da soru sormaktan birdaha hoşlanmadım. Bu beni araştırmaya yönelten en büyük neden oldu. Öğreticilere ve büyüklere güvenim sarsılmıştı !...

Tabiyat bilgisi diye bir dersimiz vardı. Ortaokul ikinci sınıf olacak; Sevgili Zühal Hocam sıtma plazmodyumun hayat devresini anlatıyordu, yani anofeli. Çizdiği şekillerle birlikte çok iyi kavramıştım. "Anladınız mı çocuklar dedi";hep bir ağızdan, "anladık hocam "sesleri yükseldi... Hoca, "kim anlatacak" deyince, çıt çıkmadı ! Ben gayriihtiyari gülümsedim...Hoca farketmiş olmalı ki, gelip omuzuma bastı, "sen anladın değil mi ?" Dedi. "Anladım hocam", diyerek tahtaya yürüdüm ve eksiksiz anlattım. Hocamın biryandan sevinirken, biryandan da üzüldüğünü farkettim. Bana dönerek; "Yazıcı, ben senin anladığını biliyorum ama, neden parmak kaldırmıyorsun ?" Köyden gelmiş bir çocuk olarak kime, neyi, nasıl anlatacaktım ?..Hocam açısından beni keşfetmiş olması bir başarıydı. Benim kazancım ise sayılamayacak kadar çoktu...

Eğitim biçimleri arasındaki çelişkiyi farketmiştim, ama, ogün bunu doğru değerlendirmem mümkün değildi. Zaten bu benden beklenecek birşey de olamazdı. Yıllar sonra geriye dönüp baktığımda, neydi yaşadıklarım dediğimde, şunu görebiliyorum; medresede ki hocam yüzlerce yılık çökmek üzere olan eğitim biçimimizin son temsilcilerindendi. O da doğrusu ne yaptığını çok bilemiyordu. Kendini de bu anlamda çok sorumlu hissetmiyordu. Her çöküş böyle umursamazlıklar getirir. Yaşadığım örnekte galiba buydu.

Öğretmense, yeni yola koyulmuş bir sistemin ilk temsilcilerinden sayılırdı, sonuçta cumhuriyet çok gençti. Her yeni, bir heyecanla kendini takdim eder. Öğretmenim bu heyecanın iyi bir örneği idi. Çocuk dünyam hocamdan çok öğretmene yakın bulmuştu kendini...


( Sapantaşı- 1 başlıklı yazı HayrettinYazcı tarafından 5.08.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu