Şiir
sanatının fonksiyonu konusunda Platon, şiiri “tanrısal bir esinin ürünü”,
“şairin tanrısal esinle dolu ruhunun yaratımı” olarak değerlendirir.
Platon
şairi tanrısal bir varlık olarak görse de şiiri bazı açılardan eleştirir. Şiir
ile gerçeklik arasında bir bağ olmadığını, şiirin gerçeğin bir benzeri ya da
taklidi denebilir olduğunu düşünür ve onu tehlikeli bulur. Çünkü özelde şiir
,genelde sanat ,ona göre hazza dönük, halkı gerçekten, akıldan, mantıktan
uzaklaştıran ve devletin halk üzerindeki kontrolünü zorlaştıran bir unsurdur .
Aristoteles,
şiiri över ve hoşlanma duygusu kavramı üzerinden değerlendirir. Salt hoşlanma
duygusunu yaşamak için insanların şiire ihtiyaç duyduğunu aktarır .
Şiir,
özünde kendi için var olan sanatsal bir üretim olsa da dünya edebiyatında
birçok şair/yazar tarafından şiirin tarif edildiği görülür.
Söz
gelimi Valery için şiir, "Bir haykırışın gelişmesidir."
Octavio
Paz için ise şiir “bilgidir, kurtuluştur, güç ve terk ediş”tir.
Paz
şiiri “dünyayı değiştirebilecek güçte bir eylem” olarak değerlendirir.
Mallarme'nin
ifadesiyle şiirin görevi nesneyi anlatmak değil, "nesneyi
esinlemek"tir
Baudelaire
ise "Şiirin ilkesi, İnsanın üstün bir güzelliği aramasıdır."
düşüncesini aktarır. Bu durumda şair güzellikleri, incelikleri arayıp bulacak
olan kişidir.
Kuşkusuz
şiirin ortaya çıkmasındaki en büyük pay
şairin iç dünyasına aittir.Şiir sessiz
ve kendi kendine orda oluşur.Şairin özel mülkiyetindedir .Kağıda
döküldükten sonra artık şairin mülkiyeti olmaktan çıkmış sevenlerin ,okurların olmuştur.
Şair bal yapan arı gibi ve de ağ kuran örümcek gibi şiiri kuran kişidir. Okuyucuysa az yada çok onu tadan ,ondan gıdalanan ,ondan doyandır.Hal böyle olunca şiir üzerine söz söyleme yetkisi şairden çok okuyucuya ait olmalıdır. Çünkü şair şiiri yazarken bir bakıma bir görevi yerine getirmektedir.Yaratılışı yüklemiştir bu hizmeti şairin sırtına.Okuyucu şairin bir tür izleyicisi hatta görevini doğru dürüst yapması için gerekirse eleştiricisi ve yargılayıcısıdır.
Okuyucu
için şiir okumak bir görev değildir.Okuyup okumamakta serbesttir.Okumayı sevse
bile bu sevgisini şiir için kullanmak zorunda da değildir.Hele hele şiirin
bilgi vermek ,yol göstermek gibi bir
nesne olmadığı hesaba katılırsa ,bunca okunacak şey arasında kişinin
şiiri seçmesi ona şiir konusunda enine boyuna söz söyleme yetkisi
verir.Kuşkusuz bütün bu saydıklarımız şiir okunmasını olumsuz yönde etkileyen
unsurlardır.
Onu
diğere yazı türlerinden daha cazip kılan yönlerde vardır elbette.Konuya böyle
yaklaşıldığında şiire gönül veren okuyucu
,okumak için şiiri seçerken, şiirden bir beklentisi olduğu veya bir arayış içinde olduğu kesindir.
Eğer
okuyucu şiiri sırf bir haz duymak için okuyan
bunun dışında şiirden hiçbir şey
beklemeyen biri olarak değerlendirirsek onu tanımıyoruz demektir.Eğer şiir ,okuyucunun bu beklentisini hiç hesaba katmıyorsa ,okuyucusuz
kalmaya mahkumdur.
Şair
bütün bunları göz önünde bulundurmak zorundadır.Çünkü şiiri yalnız kendi
duygularını tatmin etmek için yazmamaktadır şair.Şairliğin en zor noktası da
burasıdır zaten.Çünkü şair bu noktada
kendi yapısından ve özgünlüğünden taviz vermemekte direnir. Şiirle ; ondan
isteyen kuyucu arasındadır.Bir denge ustasıdır.Her okuyucunun şiirden beklediği
de aynıdır.Her okuyucu az yada çok , şu yada bu biçimde , şiirden kırılıp
dökülebilen , şiir olmaktan çıkmaya hazır bir bünyeye sahiptir. Burada aklımıza
hemen sorular gelmekte.
Şair o zaman ne yapmalı ?
Şiirle okuyucu arasında hassas bir denge kurmak en doğru yöntemdir.Bu halde bu denge nasıl kurulacaktır.? Böyle bir dengeyi kurarken ölçü ne olacaktır ?
Şair
elbette ki bütün bunları hesaba katmayabilir. Ne ar ki böyle bir tavır onun iyi
bir şair olmasını ya da en azından okunan
bir şair olmasını engeller.
“Beni
ancak ileri ki kuşaklar anlar ,benim şiirim ileri ki kuşakların seveceği
şiirdir “demek çoğu kez
yanlıştır.Yazdığı devirde okunmayıpta ileriki zamanlarda sevilerek okunan şair sayısı yok denecek kadar azdır.Bel ki de bu avuntu şairin
kendince bahanesinden başka bir şey değildir.
Şiirin
zaman zaman bu tür çıkmaz sokaklara girip girip çıktığı herkesin malumudur.Benzer
bir çıkmaz sokağa girmek üzere olduğumuz ,hatta yer yer girdiğimiz şu günlerde
şairler ne yapmalıdır ?
Kendi
insanımızı , kendi kültürümüzü, inancımızı hesaba katmak zorundayız .Şiire
böyle yaklaşırsak hem şiirimizi hem kendimizi yenileyecek hem de her türlü engeli kolayca aşacak ve
de kısır bir döngüden kolayca kurtulacağız.
Türk
edebiyatında ise şiir üzerine düşünme girişimlerinin 1880’li yıllardan sonra
başladığı görülür. Şiirin ne ve nasıl olması gerektiği konusundaki düşüncelerin
temelinde kavramları tarif eden, şiirin ve şairin görevlerini açıklayan
öznelerin hayata bakış açılarının büyük önemi vardır. Söz gelimi Muallim Naci
şiirleri edebiyatın en güzel parçaları şeklinde görürken Recaizade Mahmut
Ekrem, şiiri, okurda bıraktığı etki ile değerlendirir. Ekrem’e göre şiirin tek
amacı ‘güzel’ olmaktır.
Şiiri
değerli kılan en önemli unsur olarak da şairinin şiirini yaşamış olmasına
bağlar çünkü bu yönüyle şiir ‘yaşanan şey’ olacaktır.
Recaizade
Mahmut Ekrem’in "Zerrelerden güneşe kadar her güzel şey şiirdir"
ilkesi ön plana çıkmış; bu dönem şairleri, güzel olan her şeyin şiirin konusu
olabileceğini de kabul etmişlerdir. Şiirin ve şairin görevi üzerine Türk
edebiyatında farklı bakış açıları gelişmiştir.
Yahya
Kemal şiiri acı, sevinç, hasret gibi duyguların yansıması olarak ele alır. Ona
göre şiir, bu duyguları yaşayanların yapabileceği, şair olarak yaratılmışların
işidir.
Ahmet
Hamdi Tanpınar şiiri “her türlü menfaat endişesinden uzak, gayesini yalnız
kendinde bulan bir mükemmeliyet" olarak değerlendirir
Milli
edebiyat döneminde ise şiir ve şair anlayışının formu, önceki dönemlere kıyasla
değişir. Behçet Necatigil şiiri “yoğunlaşılmış yaradılış” olarak görür.Bilinçli
bir şekilde bilinçaltı yansımaları şiirlerine aksettirdiğini ifade eder.
“Şiiri,
şairin hayatına paralel, o hayatın bir görüntüsü” olarak değerlendiren Necatigil,
şiirde hayatın kölesidir.
Özdemir
İnce söz gelimi şiiri insana benzetir.
Erdem
Bayazıt’ın şiiri, insanın ve toplumun kendisini aşması için bir at olarak
gördüğü aktarılır.
Sezai
Karakoç şiirin tanımına dilsel yapıyı, hazzı ve gerçeği ekler çünkü ona göre
şiirin poetik mantığı dilsel yapısı ile gerçeklik bağı ile kurulur .
Doğan
Aksan sınırları tam çizilmiş bir tanım vermese de şiir hakkındaki düşüncelerini
“Şiir gerek içerik, öz, gerekse söze dönüştürme, sunuluş açısından özgün,
etkilemeye duygulandırmaya yönelik yaratı niteliği taşıyan bir söz sanatı
ürünüdür.” şeklinde dile getirmiştir.
Şairin,
diğer insanlardan farklıdır.Şair olağandışıdır.
Şairin
görevleri arasında insanlığın her rengini aktarması vardır. İnsanın gözünü
açmakla görevlidir.
Şair
şiiri parmaklıklarından kurtarmakla yükümlüdür. Gerektiğinde İyimser, umutlu,
ahlaklı, yaşama sevinci ile dolu olanlar beyaz şairlerdir.
Siyah
şair, şer, şiddet ve tehlikeli sularda yüzen kişidir.
Beyaz
şair, yaşarken ve şiir yazarken ki farklı hallere girer.Onların da iki yüzü ardır.
Siyah şairler ise yaşadığını, hissettiğini olduğu gibi, hiçbir zorlamaya pay
bırakmadan içlerinden geldiği gibi yazarlar.
Şair
olan kişi ‘şeytan’ını serbest bırakır ve büyük facialar yaşamasına sebep olur. Çünkü
hayatında yaşadığı acıların karşılığında ‘şair’ olmuştur.
Aslında
şairin suçu, şiir yazmaktır. Şairin bir görevi de kelimeleri ve duyguları ehlileştirmektir.
Şair
şiirler yazan, sesi puslu karanlık bir istasyon gibidir.Yazma yetisi hayat oyunundaki
talihsizliğidir.Yani var olmak için yazmaya mecburdur şair.
Şair
kendini yakar .Şiir alevinin ve parıltısının ortaya çıkması için şair mutlaka kendini
,duygularını , hayallerini vb. yakması gerekir.
Bu
yazıda şiir” ve “şair” kavramları, bir tanım oluşturmanın ötesinde şairin
hayata bakış açısı yansıtılmıştır.Okurla şair arasında bir bağlantı kurulmaya
çalışılmıştır.
Şiirin
,hayata ve insanlara karşı ne denli bir tavır içinde olması lazım geldiği anlatılmıştır.
Şiir,
şairin içinde bulunduğu hallerin toplamı gibidir. Şair, şiir üzerinde tüm hissini
bir bayrak gibi sallandırır. Bu bayrak bir haykırıştır.
“Ben
şiiri bu şekilde anlıyor, yaşıyor ve aktarıyorum “un bir gösterimidir.
İlyas
Kaplan -redfer