Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 13.07.2023
Okunma Sayısı : 321
Yorum Sayısı : 0


                                                                                                          M. NİHAT MALKOÇ


            Eski Türklerde "ana hakkı" ile "Tanrı hakkı" bir tutulmuştur.


            Eski Türklerde kadın çok kıymetli bir varlıktı. Kadına duyulan saygı ve sevgi üst düzeydeydi. Öyle ki "ana hakkı" ile "Tanrı hakkı" bir tutulmuştur. Türk dillerindeki kelimelerde cinsiyet ayrımının(müennes/müzekker, erkeklik/dişilik) olmaması da kadınla erkek arasında fark gözetilmediğini gösterir. Aksine kadın bazı yerlerde daha ön plandadır.

            Eski Türklerde aileye çok büyük bir kıymet verilmiş, ailenin ayrılmaz bir parçası olan kadın, adeta baş tacı edilmiştir. Kadın her şeyden evvel eş ve anne olarak görülmüştür. Ailenin, dolayısıyla da toplumun mutluluğu ona endekslenmiştir. O ki çocuk doğurmakla kalmaz, onu besler, büyütür, ona kol kanat gerer, ilk eğitimini de kendisi verir. 

            Eski Türklerde kadın, anneliğinin yanında daima kocasının yanında ve yakınında yer alan asil bir kahramandı.  Kadın ata biner, silah kullanır, yeri geldiğinde düşmana karşı kahramanca savaşır. Orta Asya Türk devletlerinden İskitlerde, Hunlarda, Göktürklerde ve Uygurlarda kadınlar çok mühim konumdaydı. Hakları ve yetkileri çoktu. Özellikle İskitlerde kadınlar asker olarak yetiştirilir, erkeklerle birlikte savaşırlardı. Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete’nin hanımının imzalamış olması eski Türklerde kadının hangi konumda olduğunu göstermesi açısından önemlidir.Oysa Batılı devletlerde kadın estetik bir unsur olmanın ötesinde bu gibi özelliklere sahip bir varlık olarak görülmez.

                Eski Türk devletlerinde kadınlar cemiyet hayatında olduğu gibi, siyasî hayatta da önemli roller üstlenmiştir.  Hun Türklerinde kadın, erkeğin eksiklerini tamamlayan bir unsur olarak görülürdü. Devlet işleri de dahil olmak üzere, kadının dahil olmadığı hiçbir iş yok gibiydi. Yabancı devlet elçileri hakanın huzuruna çıkarken eşleri de yanlarında bulunurdu. Hatta hakanların eşleri tek başlarına bile elçileri kabul etme hakkına sahiptiler.  Kabul törenlerinde, ziyafetlerde, şölenlerde hatunlar hakanın solunda otururdu. Siyasî ve idarî meselelerde görüş beyan ederlerdi. Bunların ötesinde kadınlar harp meclislerine bile katılırdı. 

 

            Destanlarda kadın, hayatın öznesi durumundadır.

 

            Sözlü edebiyatımızın en önemli ürünleri olan destanlarımızda kadınlar çok önemli bir yer teşkil eder. Destanlarda kadınlarla erkeklerle hep bir arada verilir. Yaratılış Destanı'nda Ülgen'e(Tanrıya) insanları ve dünyayı yaratması için fikir ve ilham veren "Ak Ana" isimli hoş bir kadındır. Yine Oğuz Kağan'ın ilk karısı karanlığı yararak gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş olağanüstü varlıklardır. Tıpkı bunlar gibi diğer Türk destanlarında da kadın kutsal bir varlık konumundadır. 

            Eski Türk metinlerinde kadın(özellikle anne) hep baş roldedir. Özellikle Oğuz Kağan, Dede Korkut gibi metinlere bakıldığında, kadının anne olma hüviyetiyle kutsal bir özellik taşıdığı görülebilir. Bu da neslin devamı için kadının taşıdığı önemin göstergesidir. Destan metinlerinde kadın, yeri geldiğinde erkeğini teskin eden, onunla birlikte acılar çekebilen, özellikle zorluklara katlanabilen güçlü bir imgedir. Dede Korkut Hikâyeleri'nde kadın şöyle tasvir edilir: "Yer basmayıp yürüyen/Kar üzerine kan dammış gibi kızıl yanaklım/Koşda badam sığmayan dar ağızlım/Kalemciler çaldığı kara kaşlım/Kurması kırk tutam kara saçlım" Yine aynı metinlerdeki “Beri gelgil başım bahtı, evim tahtı,/Evden çıkıp yürüdüğü vakit selvi boylum,/Topuğunda sannaştığı zaman kara saçlım,/Kumlu yaya benzer kara saçlım,/Kurulu yaya benzer çatma kaşlım,/Çifte badem sığmayan dar ağızlım,/Kadınım direğim dölügüm." ifadeleri Türklerin kadını ne kadar yücelttiğini, onu hak ettiği konuma koyduğunu gösterir. Bu hikâyelerde geçen şu ifadeler de kadim Türk milletinin kadın algısının aynası hükmündedir:  “Türk halkı yok olmasın diye, halk olsun diye, babam İlteriş Hakanı (ve) annem İlbilge Hatunu göğün tepesinden tutup (daha) yükseğe kaldırmışlar muhakkak ki”, “Türk halkının adı sanı yok olmasın diye, babam hakanı (ve) annem hatunu yüceltmiş olan Tanrı, devlet veren Tanrı, Türk halkı(nın) adı sanı yok olmasın diye, beni o Tanrı hakan (olarak tahta) oturttu”

            Dede Korkut Hikâyeleri'nden biri olan Bamsı Beyrek hikâyesinde "Banu Çiçek" at binmeyi çok iyi bilen, kılıç kullanmakta maharetli, iyi savaşan örnek bir kadın modelidir. Bu gibi güçlü kadınlar kahramanların evlenirken tercih edeceği kadınlar olarak görülür.

            Bugün birçok konuda örnek gösterdiğimiz Avrupa, geçmişte kadınların adeta bir mal gibi alınıp satıldığı geri zihniyetli bir kıtaydı. Kadınlar orada köle muamelesi görürlerdi. Hiçbir hakları yoktu. Düşünceleri dikkate bile alınmazdı. Oysa aynı dönemlerde Türklerde kadın erkekle aynı haklara sahipti. Öyle ki kadınlar devlet başkanlığı bile yapmaktaydılar. M.Ö.1500'lerde Pers ve Medlerin en güçlü hükümdarı Ahameniş Kralı Kirus'u bozguna uğratan İskit/Saka imparatoriçesi Tomris Katun bu konuda verilebilecek en güzel örnektir.

            Göktürkler zamanındaki madenî paralarda kağan eşleri ile kağanlar bir arada yer alırlardı. Bizler bugün bile bu noktaya gelemedik. Yine o dönemde kağan eşleri kurultayın doğal üyesi sayılırdı; söz ve rey hakkı bulunurdu. Kağan öldüğünde veya sefere çıktığında kağan eşleri, kağan savaştan dönünceye veya yeni kağan seçilinceye kadar devleti idare ederlerdi. Kadınlara bu denli önem verilmesi onları güçlü ve özgüven sahibi kılardı.

 

                Kırgızların gönül göğünde parlayan bir yıldız: Kurbancan Datka

            Kurbancan, 1811 senesinde Oş şehrine bağlı Madı Kışlağı(Kara Suu bölgesinde) dünyaya gelmiştir. Munguş Sülâlesi'nin Bargı kabilesindendir. Babası varlıklı bir çiftçi olan Mamıtbay(Mamatbay)'dır. Kurban Bayramı'nda dünyaya geldiği için kendisine "Kurbancan" ismi verilmiştir. Zira Kırgızlarda Ramazan ve Kurban bayramlarında dünyaya gelen çocuklara bu tarz isimler verildiğinde ömürlerinin uzun ve çocukların sağlıklı olacağına inanılırdı.

            Kurbancan'ın ailesi İslâm inancına, Türk âdetlerine ve geleneklerine göre yaşayan bir aile olduğu için onu da aynı inanç ve kültür iklimde yetiştirmişlerdir. Bu durum zeki, mücadeleci ve onurlu bir kadın olan Kurbancan'ın gelecekteki şahsiyetine fazlasıyla yansımıştır. Kurbancan'ı "Kurbancan Datka" yapan da onun asil köklerine sadakati olmuştur.

            Kurbancan, henüz 17 yaşındayken babasının yakın arkadaşının oğlu Kulseyit'le evlendirilmiştir. Eşi zayıf karakterli bir kişi olduğu için bu evlilik ancak bir yıl kadar sürebilmiştir. Bir yılın ardından Kurbancan, eşinin evinden kaçarak çok uzaklardaki baba evine sığınmıştır. Bu süreçte çok büyük zorluklar yaşasa da bunların hepsine göğüs germiştir.

            Güçlü bir kadın olan Kurbancan, mutsuz geçen ve kısa süren ilk evliliğinin ardından 1831'de halk arasında sevilip sayılan ve büyük değer verilen Alay Bölgesi’nin hâkimi, kendisi de evlenip boşanmış olan Alimbek Datka ile evlenmiştir. Bu evlilikten beş oğlu iki de kızı dünyaya gelmiştir. Bu evlilik Alimbek Datka'nın düşmanlarının düzenlediği bir suikast sonucu öldürüldüğü 1862'ye kadar tam 31 sene büyük bir aşkla ve mutlulukla devam etmiştir.

            Sözün bu noktasında Alimbek Datka'ya da küçük bir parantez açmak isabetli olur düşüncesindeyim. Alimbek Datka  Kırgız tarihinde çok mühim bir simadır. Eğitim öğretime çok önem veren Alimbek Datka, Oş şehrinde bir medrese kurdurmuş, zamanın meşhur âlimlerini bu medreseye getirmiştir. Söz konusu medresenin masraflarını karşılayabilmek için kendine ait mallarla bir de vakıf oluşturmuştur. Milletini cehaletten kurtarmak isteyen Alimbek’in bu gayreti ve girişimi sayesinde binlerce insan bu medresede eğitim görmüştür.

            Kurbancan, Alimbek ile evlendikten sonra Şeyh Hüveyda-yı Çimyani’nin soyundan olan Şeyh Selahüddin’e tabi olmuştur. Böylece manevî alanda da bir hayli tekâmül etmiştir.

                Çok zeki ve ileri görüşlü bir kadın olan Kurbancan Datka, Hokant Hanlığı'nda devlet işlerinin görülmesinde ve devletin idaresinde eşi Alimbek Datka'ya daima destek olmuştur. Eşinin seferlere çıktığı zamanlarda onun yerine bakmış, işlerin aksamasına müsaade etmemiştir. Kurbancan, üstün zekâsı ve bilgeliğiyle zaman içerisinde büyük bir güven ve tecrübe kazanarak Alimbek Datka’nın devlet işlerindeki danışmanlığına kadar yükselmiştir.

            Kırgızların gönlünde taht kuran, tavır ve davranışlarıyla onlara model olan Kurbancan, Kırgızlarda "Datka" unvanıyla şereflendirilen ilk kadın olma özelliği taşımaktadır. Datka (veya Datha) Kırgızlarda bir ünvân olup, "hâkim, hükümdar, general, albay, idareci" gibi anlamlara gelmektedir. Kırgızların tarihine baktığımızda bu önemli unvanın sadece 1811'de doğan Kurbancan adlı kahraman kadına verildiğini görüyoruz. Kurbancan'a bu unvan Alimkul'un ölümü ve Hudayar Han'ın üçüncü kez tahta geçmesinden sonra verilmiştir.

            Alimbek Datka  1862 yılında bir suikasta kurban gidince onun yerine geleneklerin ve temayüllerin aksine büyük oğlu veya kardeşi değil, danışmanlığını da yapan eşi Kurbancan Datka geçmiştir. Alimbek Datka'nın ilk eşinden olan büyük oğlu Carkınbay, üvey annesinin halk katındaki nüfuzunu da dikkate alarak "Datka" unvanından feragat etmiştir. Böylelikle Kurbancan Datka bütün yetkileri ve sorumluluğu üzerine alarak Hokant Hanlığı'nın tek ve mutlak hakimi olmuştur. Zaman içerisinde isabetli kararları ve icraatlarıyla namını hem ülkesinde hem de etrafındaki diğer ülkelerde yürütmüştür. Liderliği, cesareti, kararlılığı ve basiretiyle şöhreti Fergana, Kaşgar veTürkistan Hanlıklarına da yayılmıştır. Kırgızlar bu sıra dışı, bilge kadının etrafında birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmişlerdir.

 

            Kurbancan Datka'nın Ruslarla imtihanı yahut kadının fendi

 

                Yayılmac ı bir siyaset tarzını benimseyen Ruslar, Orta Asya'ya yayılma politikaları çerçevesinde 1552’de Kazan’ı, 1556’da Astrahan’ı, 1716’da Omsk’u, 1830’da Akmola’yı, 1854’te Almaata’yı, 1850-1876 yılları arasında Buhara Hanlığı’nı, 1877-1886 yılları arasında Hive Hanlığı'nı, yine aynı tarihlerde Kurbancan’ın memleketi olan Hokand’ı işgal etmişlerdir.  Özellikle Hokand'ın işgali yerel direnişlerin de başlamasına sebep olmuştur.

            Türkistan genel valisi General Von Kaufmann 2 Kasım 1876 tarihinde Fergana vadisini denetledikten sonra halk arasında huzursuzluk olduğunu ve Han’a karşı sevgi besleyen insanların çoğunlukta bulunduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine St. Petersburg yönetimi, Altay Vadisi'ne kadar ilerleyerek bu durumu çözmesini Kaufmann’a bildirmiştir.

            Hokand Hanlığı'nın işgalinden sonra, Altay Vadisi’nde; askerî sevk ve yönetim, Kurbancan Datka’nın elindeydi. Kurbancan, uzun uğraşlar sonucunda Altay Bölgesini bağımsızlığına kavuşturmuştur. Öte yandan St. Petersburg yönetimi bu bölgenin ivedilikle ele geçirilmesini istiyordu. Çünkü bu bölge Ruslar için hassas bir konumdaydı. Bu durum üzerine General Skobelev komutasındaki bir ordu Altay Vadisi'ne karşı askerî harekâta başlamıştı. Bu esnada Kurbancan Datka’nın oğlu Abdullah Bey ordunun komutasını eline alarak savaşa girişmişti. Savaş Kırgızların lehine devam ederken, kendisi de bir Kırgız olan İman Kulu tarafından, Kurbancan ve oğlu Abdullah’ın tasarladığı savaş planı Ruslara aktarılmıştı.

Kurbancan ve oğlu Abdullah Bey, bu olaya paralel olarak Prens Vittenştayn birliklerine bağlı Binbaşı Yanov’un askerleri tarafından esir alınmış ve General Skobelev’in karargâhına getirilmişti. General Skobelev, Kurbancan'ı bir misafir gibi sıcak karşılamıştı.

            General Skobelev, direnişlerin durmasını istiyordu. Kurbancan Datka  ona, iç işlerinde serbest olmak şartıyla, çarpışmaları durdurabileceğini söylemişti. Skobelev bu şartı kabul etmişti. Kurbancan Datka ile General Skobelev’in bu karşılaşma anını meşhur Kırgız yazar, Tölögön Kasımbekov şöyle anlatır: "(Kurbancan Datka tercümana): Tercüman bey söyleyin sayın generale, hangi durumda olursak olalım, biz ülke sahibi, ev sahibiyiz. Anlatınız. Biz sizi kendi evimizde karşılamak istiyoruz. Çok uzak değil. İşte şu Madı köyünde. O yerde, kendi başköşemizde, rahat konuşarak geriye kalan sözümüzü tamamlayalım.''

            General Skobelev, Kurbancan'ın teklifini kabul etmiş, önceden kararlaştırıldığı gibi anlaşma, Kurbancan'ın kendi mekânında yapılmıştır. Kurbancan Datka'nın bu tavrı teslimiyetçilik olarak görülse de aslında diplomatik bir başarıdır. Çünkü halk çok zor bir vaziyet içindeydi. Kurbancan’ın bu hamlesi halkın bir nebze dahi olsa rahat bir nefes almasını sağlamıştır. Kurbancan Datka bu karşılıklı anlaşma sayesinde Altay üzerinden Pamir’e kadar uzanan sahanın bağımsızlığını ve geleceğini garanti altına almış ve ölümüne kadar bu sahayı idare etmiştir. Kurbancan Datka'nın General Skobelev ile imzaladığı anlaşma şu maddelerden oluşmaktadır: "1. Eski hanlığın karargâhının yine önceki şekline uygun düzenlenmesi, iki taraf için de uygun olmaz. 2.Yedi şehirli Hokand ülkeleri ile Rus İmparatorluğu’nun istiklâli altında iki tarafın birleştiği kabul edilmiştir. 3.Yerli halkın hayat tarzına, sahip olduğu dinine Rus idaresi tarafından hiçbir şekilde bir baskı uygulanmayacaktır. 4.İsyan olursa bütün halk değil sadece isyan edenler cezalandırılacaktır. Ele geçen ya da bizzat kendi gelerek suçunu itiraf edenler azat edilecek; sürgün edilen ancak kaçan halkın tekrar kendi ülkelerine dönmelerine,  bu doğrultuda sakin bir hayat sürmeleri şartıyla izin verilecektir.

 

 

            Kırgız Şair A. Urbayov'un anlatımıyla Kurbancan Datka'nın milletine vasiyeti


            Kırgız şair Abduraşit Urbayov, Kurbancan Datka'nın vasiyetini manzum olarak şu şekilde dile getirmiştir: "Dostlarım, halkım-milletim, evlâtlarım/Yakın gibi, dönülmez yola gideceklerim/Yaşlınla gencinle meşgul ol, kulak ver/İşte bunlar, vasiyet edip söyleyeceklerim//Ezelden Kırgız olarak yaratılmış/Ala-Too’nun arasına dağılmış/Adigine’nin, Tagayım ’ın çocukları/Aklı ile gayretine güvenmiş//Kızılları kırmak için gazalarda çekilmeden/Yıkılsak da bir düşmana yenilmeden/Er Manas’ın tuğunu yüksek tuttuk/Yiğitlikle eğerimiz eğilmeden//Savaş ile geçti nice zamanlar/Uykusunu böldü halkın katliamlar/Yeter! Artık kan dökme dursun/Nesli çoğalıp büyüsün gelişsin Kırgızlar//Eskisi gibi sağ ile sol birleşip/Şura kursun karşı karşıya oturup/Tartışsın ata yurdun kaderini/Ne zaman ki tehlike tepesinde durup//Sağ ile sol, fikirde birleşmezsek/Hakarete uğramaz mı Kalpak ile Eleçek/Üstümüzden kara bulut gider mi?/Halkımızı bekliyor nasıl bir gelecek//Uyanık olun zaman başka şart başka/Arkamız yok atın başını çek başka/Akıl edip birazcık kımıldamazsak/Ansızın takılıp kalmayalım sert taşa//Hürriyete gider şimdi tek bir yol/Lâzım bize Hokand ile birleşmek/Kılıç değil, komuz vurarak boyun eğdirip/En büyük ihtiyaç Rus ile dost olmak//Dostlarım, halkım milletim, evlâtlarım/Yakın gibi, dönülmez yola gideceklerim/Yaşlınla gencinle meşgul ol, kulak ver/İşte bunlar, hepinize söyleyeceklerim//Göremezsem dünyayı, gökyüzünü, yıldızı/İçemezsem ot kokan (o güzeli) kımızı/Hepsini getirip, çağırın sağ’ı, sol ’u/Ölümüm bile birleştirsin Kırgız’ı"

 

            Bir hayattan birkaç hayat çıkaran Altay Melikesi'nin ömrünün hitamı

 

            Vatanı için yaşayan ve saygın bir kahraman olan Kurbancan Datka, Kırgız tarihinde bir kadının çıkabileceği en önemli mevkilere çıkmış, yaşadıkça çok büyük bir saygı ve itibar görmüştür. Onun Ruslarla yaptığı anlaşma, bir teslimiyet belgesi değil, o zamanın ve şartların içerisinde alınabilecek en iyi neticedir. Kırgız halkının son noktaya geldiği bir zamanda yapılan antlaşma, onların derin bir soluk almasını sağlamıştır. Kurbancan Datka, imzaladığı bu antlaşmayla ülkesini tam otuz yıl boyunca tam bağımsız bir biçimde olmasa bile, iç işlerinde bağımsız bir şekilde büyük bir onur ve haysiyetle yönetmiştir. Altay Kanikesi (Altay Kraliçesi) olarak anılması ona duyulan sevginin işaretidir. Kırgız hükümeti Kurbancan Datka'nın halk tarafından unutulmaması için onun heykellerini parklara  diktirmiş, paralarının üzerine de bu heybetli kadının resmini bastırmıştır. Şairlerin ve yazarların onu anlatan şiirler, hikâyeler ve romanlar yazması bu sevginin ve muhabbetin bir başka tezahürüdür.

            Kırgız tarihinin tek kadın generali Kurbancan Datka 1 Şubat 1907’de 96 yaşında vefat etmiştir. Türbesi Oş bölgesine bağlı Kiçi-Alay'daki Sarımazar Mezarlığı'ndadır. 

( Türk Kadınının Tarihteki Yeri Ve Önemi Ekseninde Kurbancan Datka Örneği başlıklı yazı M.Nihat Malkoç tarafından 13.07.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.