Unutulmuş Bir Kahraman: Esat Paşa—1. Bölüm--
Bu yazı
öncelikli olarak sevgili
arkadaşım/kardeşim Erol Başçı’ya
ithaf edilmiştir.
03.06.2022 Tarihli
‘’KASTAMONU’NUN ÜSKÜDAR KAZASI / ÜSKÜDAR VİLAYETİNİN BEYKOZ İLÇESİ’’ Başlıklı
yazıma sevgili Erol
Başçı şöyle bir yorum
yazmıştı:
‘’Vay canına, bir Üsküdarlı olarak ben de daha yeni öğrendim. Üsküdar'da geçti
gençliğim. Sonraları yine Üsküdar'a bağlı Esatpaşa çiftliği diye bir mahalle
oluştu, sonra onu da Ataşehir'de bağladılar. Değişim devam ediyor. Sahi hocam
bu Esat paşa kimdir, hakkında az bilgi var. Onunla ilgili bir yazınız var
mıydı? Sipariş veriyor gibi olmasın da..''
İşin doğrusu Esat Paşa ile
ilgili bir yazım
yoktu. Ama şimdi
var.
******
İstanbul’un Üsküdar ilçesinde
bir mahalleye ismi
verilmiş olan Esat
Paşa kimdir?
Esat Paşa’nın tam
adı Mehmet Esat’tır.
Soyadı kanunundan sonra
Bülkat soyadını almıştır. Yani biz
onu Mehmet Esat Bülkat olarak
tanıyacağız.
Mehmed Esad Paşa, 18 Ekim 1862 tarihinde, Yanya’da (Epir, Yunanistan) dünyaya
gelmiştir.( Ölüm tarihi 1952’dir ) Babası köklü bir aileye mensup olan Mehmed
Emin Efendi, annesi ise Fatma Hanım’dır.
Soyu hakkında bizzat
kendisi bize şu
bilgileri verir: “1456 tarihinde
Selânik’e gelmiş olan Taşkentli Mehmet Kaçı’nın ahfadındanım. Mehmet Kaçı,
Sultan II. Murat zamanında Yanya’yı teslim alan kimsedir. Dedem Yanya İlçesi
Emlak Müdürü Vehib Efendi’nin torunu ve Yanya Belediye Başkanı Mehmet Emin
Efendi’nin oğluyum.”
Aile 1902 Yılında İstanbul’a
gelir ve Acıbadem
semtine yerleşir.
Esat Paşa, 1890 tarihinde Erkan-ı
Harbiye Mektebini bitirerek
bir subay olarak
mesleğine başladı. 10 Ekim 1890- 27 Mayıs 1894’e kadar eğitim
amaçlı olarak Almanya’da bulundu ve bu süre içinde Alman Harp Akademisi’nden de
mezun oldu. Aynı dönemde Alman ordusunun çeşitli birlik ve karargâhlarında staj
yaptı. 21 Haziran 1892’de kolağası rütbesine terfi etti. Almanya’daki
eğitiminden dönüşte 27 Eylül 1894’de binbaşılığa terfi etti ve aynı tarihte
Erkân-ı Harbiye 11. Şube Müdürlüğü’ne tayin edildi. 1 Eylül 1895’de Fransa’daki
askeri manevralara iştirak etti, 2 Kasım 1895’de Harbiye Mektebi Erkân-ı
Harbiye görevleri öğretmenliğine getirildi.
Esat Paşa 2 Aralık 1895’de yarbaylığa, 5 Aralık 1897’de albaylığa terfi etti.
Bu sırada Edirne ve Kırcaali taraflarında kurmay gezilerine katıldı. 7 Mayıs
1897’de Alasonya ordusu emrine verilen Esat Paşa 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı
sırasında Yanya Kolordusu emrindeki 1. Tümen’in kurmaylığını üstlenerek
askerlerin eğitimiyle meşgul oldu. 9 Temmuz 1899’da Harp Okulu ders nazırlığına
tayin edildi. Esat Paşa’nın askerlik hayatında en uzun süreli görevi ders
nazırlığı olmuştur. Bu görevi 1899’dan 3. Ordu Müşir Vekilliği’ne atandığı 1907
yılına kadar devam etmiştir. Bu görevi sırasında 28 Kasım 1901’de mirliva
rütbesine, 27 Kasım 1906’da da ferik rütbesine
terfi etmiştir.
Esat Paşa Harbiye Mektebi’ndeki görevi esnasında öğrenciler için Hendese-i
Mücesseme (Uzay Geometri) ve Mebahis-i Riyaziye adlarını taşıyan ders kitapları da yazmıştır.
Bu görev süresi içinde pek çok subay yetiştirmiş, ilk talebeleri arasında Fevzi
Çakmak da yer almış, yine aynı dönemde M. Kemal Atatürk ve İsmet İnönü
Harbiye’de Esat Paşa’dan da eğitim alarak kurmay olmuşlardır.
Esat Paşa 27 Haziran 1907’de
Selanik’teki 3. Ordu Müşir Vekilliği’ne tayin edildi. Sadece bir
yıl kadar süren
bu görevi esnasında
en önemli vazifesi
Padişah II. Abdülhamit ve
ona bağlı olanların ‘’ Cemiyet-i Fesadiye ‘’ adını verdikleri
İttihat ve Terakki
Cemiyetini sıkı takip
ve zararlı her
hareketlerinden sarayı haberdar
etmekti. Anlayacağınız
Sultan II. Abdülhamit’e son
derece bağlıydı.
Bu kısa
görevi esnasında Emanuel Karasu’nun Selanik’te gizlendiğini,
3. Ordu subaylarından küçük rütbelileri muhalif duruma getirdiğini ve bir
ihtilal cemiyeti kurulduğunu saraya Esat
Paşa bildirdiği gibi
bir süre önce dağa çıkan Kolağası Niyazi Bey’in Bulgar köylerinden silah
topladığını ve bunları Manastır çevresindeki Müslüman ahaliye dağıttığını saraya
bildiren de Esat
Paşa idi. Bu
arada kardeşi Vehip( Kaça )
Paşa sıkı bir
İttihatçı ve Meşrutiyetçiydi.
Ancak II. Abdülhamit’e son
derece bağlı olmasına rağmen 1908’de görevden
alındı. Bunu da Mustafa
Kemal anılarında şöyle
dile getirir: “Selanik’te Ordu
Mareşalliği’nde bulunan Esat Paşa’ya güven kalmadı. Kurmay Başkanımız olan Ali
Rıza Paşa hakkında şüpheye düşüldü. Bunlar birer birer Sultan Hamit tarafından
sorguya çekilmek üzere İstanbul’a geri çağrıldı.''
Evet.. Bu Paşalar İstanbul’a çağırıldıktan
kısa süre sonra II. Abdülhamit’in Meşrutiyeti
ikinci kez ilan
ettiğine bakacak olursak
İttihatçıların baskıları
Sultana ‘’ Pes’’ dedirtmişti.
5 Ağustos 1908’de 4. Ordu kurmay başkanlığına tayin edildi. Bu görev çok uzun
süreli olmadığı gibi, bundan sonraki görevleri de kısa süreli oldu. 18 Mayıs
1909’da Van Der Goltz Paşa’nın
başkanlığında oluşturulan Askeri Şura’ya geçici üye olarak atanmış, 12 Ağustos
1909’da da Anadolu haritasının düzenlenmesi amacıyla kurulan komisyonda
görevlendirilmişti.
II. Abdülhamit’in 1909’da tahttan
indirilmesi üzerine yeni yönetim çıkardığı bir kanunla pek
çok subayı ordudan ihraç etmiş veya rütbelerini indirmişti.
Normalde Esat Paşa’yı
da en azından
ordudan atabilirlerdi ama
arkasında Almanya olduğundan olsa gerek sadece rütbesini feriklikten
mirlivalığa indirmişler ve
kendisine 1 Eylül 1909’da Levazımat-ı
Umumiye Reisliği görevi vermişlerdi.
2 Nisan 1910’da Piyade Encümeni Başkanlığı’na atanan Esat Paşa bu görevinden
sonra kıta görevine verildi. 28 Aralık 1910’da yeni görev yeri 5. Gelibolu
Tümen Komutanlığı oldu. Bu görevi sırasında 27 Mart 1911’de Tekirdağ’da bulunan
11. Kolordu’nun komutan vekilliği görevi de Esat Paşa’ya verilmişti.
Trablusgarp’ta İtalyanlarla
yaptığımız savaş sürerken
Balkanlar çoktan karışmıştı.
Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan, Osmanlı Devletine
savaş açmıştı.
Evet.. Burada durup az
soluklanalım. Bu soluklanma esnasında sizlere eski
bir kuvay-i milliyeciden
bizzat dinlediğim bir
anıyı nakledeyim.
‘’Balkan Savaşları başlayıp da
Bulgar kuvvetleri Sofya’ya
doğru yürürken bizim
üniversite geçliğimiz heyecanlı mitingler
yapıyor ve ‘’ Ordu
Sofya’ya ‘’ Diye yeri
göğü inletiyordu. Devletin bir
seferberlik ilan etmesini , kendilerinin gönüllü
olarak savaşa gideceklerini
söylüyorlardı. Devlet sonunda
‘’ Tamam
medem’’ dedi ve ‘’
Ordu Sofya’ya ‘’ diye
yırtınanları trenlere doldurup
cepheye sevk etmeye
başladı. Ciddi ciddi
cepheye gönderildiklerini anlayan
bizim kahrammanların(!) çoğu hareket
halindeki trenden atlayarak
cepheye gitmedi. Düşmanla
savaşmak her zaman
olduğu gibi yine
gariban çiftçi ve
amele çocuklarına düşmüştü.’’
[Bunu bana 1975
Yılında bir trafik kazasında Hakkın rahmetine kavuşan
eski Kuvay-i Milliyeci
Bakırköy/ Kartaltepe
mahallesi Muhtarı Yusuf
Nurel anlatmıştı. ]
Evet... Yunanistan’ın ilan
ettiği seferberlik neticesinde
19-54 yaş aralığındaki her
Yunan, Türklerle savaşmak üzere cepheye
koşarken Osmanlının ilan
ettiği seferberlikten kaçanlar
vardı maalesef.
Bilmem bu anı
size bir şeyler
hatırlattı mı?
Osmanlı Devleti, 2 Ekim 1912’de seferberlik ilan etmişti, Seferberlik ilanında
Müstahkem Mevkinin emrinde 11. Ağır Topçu Alayı ve yüz askerin olduğu bir
inşaat bölüğü bulunuyordu. Diğer yerlerde olduğu gibi burada da ağır topçu
alayının iki sınıf askeri terhis edildiğinden bunların sayısı iyice azalmış,
ancak yirmi otuz acemi asker kalmıştı.
[Evet... Memleketin batısı adeta
alev alev yanarken Osmanlı Genel kurmayının askerlerin
önemli bir bölümünü
terhis etmiş olmaları
nasıl bir mantıktır
onun takdirini de
siz okuyuculara bırakıyorum. ]
Bu acemi askerlerle bir taraftan eğitim yapılıyor, diğer taraftan da inşaat
işleriyle uğraşılıyordu. Bu dönemde yeterli ikmal askeri toplanamamıştı.
Birliklerde çok ciddi eksiklikler vardı. Örneğin, 68. ve 69. Alayların
mevcutları ikmaller dâhil 200-300 askerden meydana gelmekteydi.
General Sabuncakis komutasındaki Yunan Epir Ordusunda ise
19- 54 Yaş aralığında bir
sürü gönüllü Yunan
ve düzenli Yunan
birlikleri vardı. Yunan ordusunun
toplam mevcudu bu düzenlemelerle; seferi ordu 146.000, mustahfız ordusu 83.000,
mustahfız ordusunun ihtiyatı 69.000 olmak üzere toplam 298.000’e ulaşıyordu. Bu
sırada Yunan ordusu bir Fransız heyeti tarafından ıslah edilmekteydi. Savaşın
başladığı sırada Yunanlıların dört uçağı vardı. Savaş sırasında uçak sayısı
yediye çıktı. Nitekim Yunan uçaklarının hedeflerinden birisi de Yanya oldu.
İleride Kurtuluş Savaşı yıllarında
Samsun’u da bombalayacak olan
Averof adlı savaş
gemisi başta olmak
üzere Yunanlıların denizde
çok sayıda savaş
gemileri de vardı.
[Bu arada Sabuncakis ismi de Kadıköy
ve Üsküdar’da yaşayanların hiç
yabancısı olmadıkları bir
isimdir. Ziverbey’de bu isimle
bir çiçekçi dükkanı
vardır ve yanlış bilmiyorsam bunun bunun ülkemizde
pek çok şubeleri
bulunmaktadır. Yunan komutan Sabuncakis ile alakaları var mı bilmiyorum.]
Yanya Muharebeleri, Esat Paşa’nın hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Bu
muharebelerde Kasım ayından Mart ayı başına kadar Yanya Müstahkem Mevki
komutanı olan kardeşi Vehip Bey’le birlikte görev yapmışlardır.
Esat Paşa, daha savaşın başında askerlerinin savaş meydanını terk ederek
kaçtıklarını görmüş, daha sonra nedenini araştırdığında o dönemdeki siyasi
çekişmelerin ordu içinde de etkili olduğunu anlamıştı. [ Balkan Savaşlarındaki yenilgimizin
en önemli sebebi
işte bu siyasi
iç çekişmelerdir. Bu
çekişmeler maalesef savaş
alanına bile yansıdığından bir
savaşın en önemli kazanma unsuru
olan muhabere ( haberleşme) maalesef savaş sırasında neredeyse sıfırdır. ) ]
Bu cephede yaşadığımız
facia’yı aslında uzun
uzun anlatmak gerekir
ama ana konumuz
Esat Paşa...
Sadece şu kadarını
söyleyeyim: Esat Paşa koskoca
bir paşa olduğu
halde cephenin en
önünde aslanlar gibi
savaştı askerleriyle birlikte.
Ancak defalarca düşmanı
püskürttüğü halde bir
türlü beklediği yardım
kendisine ulaştırılmadı. Dolayısıyla
da Yunanlılar karşısında
gerileme- geri çekilme başladı.
İkinci Yanya Muharebesi’nden sonra Prens Konstantin Esat Paşa’ya bir ateşkes
teklifinde bulundu.
30 Ocak 1913 tarihinde Esat Paşa Garp Ordusu Komutanlığı’na; 12’lik cephanenin
olmadığını, sahra toplarının cephanesinin bitmek üzere olduğunu, top başına 50
mermi kaldığını, piyade cephanesinin ancak bir günlük muharebeye yetecek kadar
olduğunu, çok fazla askerinin hastalık dolayısıyla hastanede yattığını, askerin
kaputsuz ve ayaklarında bir şey olmadığını, bu manzaradan dolayı ateşkesin
kabul edilebileceğini bildirdi.
Bunun üzerine Garp Ordusu
Komutanlığı Yanya’ya Cemal Paşa’yı
gönderdi durumu görmek
amacıyla. Cemal Paşa
geldi ve durumun
Esat Paşa’nın dediği gibi
olduğunu söyledi ama
şunu da ilave
etti: ‘’Ateşkes yapsanız
bile bu Yunan
şerefsizine güvenilmez. Siz
teslim olursunuz onlar
hepinizi katleder. ‘’
Esat Paşa’nın Prenses
Konstantin’e bir cevap
vermesi gerekiyordu. O
da cevabını verdi: ‘’ Bir tek ben kalsam
dahi kanımızın son
damlasına kadar savaşmaya devam
edeceğiz. Ateşkesi kabul etmiyoruz.’’
Esat Paşa Yunanlıların ileri sürdüğü
Ateşkesi iki sebeple kabul etmemişti: 1- Daha
önce Selanik’i kuşatmış
olan Yunanlılar bir ateşkes
teklifi sunmuşlar ve bu tekliflerinin
kabul edilmesi üzere
20.000 Türk askeri
- canlarına dokunulmamak şartıyla-
teslim olmuştu. Ama
Yunanlılar 8 Kasım 1912’de silahları ellerinden
alınan bu Türk askerlerinin
tamamını katlettikleri gibi
Selanik’teki Müslüman - Türk halkını
da ( ve hatta şehirdeki
Yahudileri bile ) katletmişlerdi. Kısaca Yunanlılara
güvenilmezdi. 2- Garp Ordusu
Komutanlığı ‘’ Sen direnmeye
devam et. Böylece
Yunan ordusunun önemli
bir kısmı seninle
savaşırken biz de
fırsattan istifade işgal
edilmiş diğer yerleri
kurtarırken sana da
yardım göndereceğiz’’ Demişlerdi:
Evet.. Esat Paşa yukarıdaki
sebeplerden dolayı kendisi
bizzat en ön
saflarda olmak üzere
savaşa devam etti
ama başındaki bela
bir tane değildi
ki. Bir taraftan
fırsatı ganimet bilmiş
Arnavutların bağımsız bir
Arnavut Devleti kurmak
için Osmanlı ordusuna
saldırması diğer taraftan
zaten halkının çoğu
gayrimüslim olan Yanya’da
türemiş olan çetelerle
savaşıyordu. Üstelik de yukarıda belirttiğim
gibi piyadenin cephanesinin sadece
bir günlük savaşa
yetecek kadar olmasına
rağmen... Üstelik de Yunanlılar
devamlı takviye aldıkları
halde kendi idaresinde
sadece 28.000 asker kaldığı
halde... Orduyu kasıp
kavuran hatalıklar ve savaşı
terk edip kaçanlar da
cabası...
6 Mart
1913’de Yunan kuvvetleri
artık Yanya’a girmişlerdi. Çünkü bu
müthiş direniş maalesef Garp Ordusu Komutanlığınca iyi
değerlendirilememiş Esat Paşa’ya beklediği yardım
gönderilemediği gibi onun
da elinde düşmana
sıkacak bir mermi
bile kalmamıştı. Zaten
28.000 askerin 6.000’i
savaşamayacak durumda hastaydı.
Esat Paşa artık sonun geldiğinin farkındaydı. Bu nedenle gece saat 2.30’da
Yunan Veliahtı Konstantin’e başvurarak askerlerin serbestçe çekilmeleri
şartıyla Yanya’yı teslim etmeyi teklif etti. Veliaht bu teklifi reddetti ve
şehrin kayıtsız şartsız teslim edilmesini istedi. Sadece subaylar kılıç ve
eşyalarını yanlarına alabileceklerdi.
Sonunda Yunanlılarla bir
protokol imzalandı. Bu
protokole göre:
1. Yanya Kalesi Yunan Ordusu’na teslim edilmiştir.
2. Bugün, Kalede bulunan birlikler harp esiridir.
3. Sancak, silah, harp gereçleri gibi bütün maddeler ve hayvanlar şu anda
bulundukları durumlarıyla Yunan Ordusu’na teslim edilecektir.
4. Bütün subay, er ve yaralılara harp kanunlarına göre işlem yapılacaktır.
Sonrasında Esat Paşa
ve kardeşi Vehip Paşa Yunanlılar
tarafından esir olarak
Atina’ya götürüldüler ve
esir tutuldular. Bu
arada 14 Kasım
1913’de Yunanlılar ile
yapılan Atina Antlaşması
sonrasında 2 Aralık 1913’de serbest bırakıldılar.
******
Balkan Savaşları sonuna
kadar Esat Paşa
faslı burada sona erdi.
Yarın da Çanakkale Savaşlarındaki ve
sonrasındaki Esat Paşa’yı
tanıyacağız inşallah.
(
Unutulmuş Bir Kahraman: Esat Paşa—1. Bölüm-- başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
5.06.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.