‘’Bir hüznü en iyi anlatan sessizliktir.

 

Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan
kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.
Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi
yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi… Acı duvarını aşan bu
sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu
zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim
sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf’tum belki. Ama
durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri,
peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar,
soruyorlar, soruyorlar…’’
(Alıntı)

 

 

Yitirdim düşlerimi bir yitim doğurdum kendimden gittiğimde.

Bir bahçenin en nadide çiçeği olduğuma kani, yalnızlığın da sırtımı sıvazladığını henüz fark etmediğim bir parkurdaydım bir ömür.

Bir aldatı idi sığındığım.

Asla mahzen ya da bir fanus değil bilmeden terk edildiğim.

Sözcüklerim sıtma görmemiş sesiyle karşılıyordu beni güneş doğmadan ve asla tevazu göstermiyordum severken bir o kadar sevildiğime emin alt etmem gereken gölgelerin beni köşe başında beklediğini henüz fark etmemiştim.

Yaşım on beş belki on altı. Genç irisi bir çocuktum aşkın insanlık olduğuna emin ve bir başkaldırı idi içimden geldiği gibi tüm evreni kolaylıkla sevebildiğim.

Gönül tezgahına düşmemiştim henüz.

Mutluydum ben bakir bir yıldız.

İçimdeki yanardağ ise uykuda.

Derken dişlerime takılı teli çıkardım ve vücudumun yarı ağırlığını sundum uzay boşluğuna artık ip incecik anılacağımın bilincinde midemi ölüm orucuna teslim etmiştim.

Konuşmaktan asla haz etmediğim bir konu ne olmuş yani, hepi topu kırk kiloyu kısacık sürede eritebilmişsem…

Artık dişlerim düzgün ve tüy sıklet bedenimle uçuşa geçebilirdim ve sanmıştım ki; daha çok sevecekti beni insanlar ne de olsa görüntü kirliliğini kaldırmıştım ortadan.

Ve artık kimse beni aşağılamayacaktı sınıfın orta yerinde.

Ne çok lakaptı önüme sunulan.

Ne çok alay ne çok kendini beğenmişlik ama anlamayacaktım henüz yaptığım yapmadığım her şey için aralıksız sorgulanmaya devam edeceklerini.

Çocuktum.

Gencecik bir ergen.

Rüştümü ispatlamaya birkaç sene kalmışken ve içimdeki cennet sevgiyle beslediğim çiçeklerim ve canımdan çok sevdiğim arkadaşlarım.

Hüzün henüz sırasını beklemekteydi ve ailemden tek fire vermiştim ve kilit noktası hayatın:

Sevdiğim insanları kaybetme korkusu henüz esir almamıştı beni.

Yalan söylemeyi değil becermek aklıma bile gelmezken nasıl da emindim insanların beni asla kandırmadığını kandırmayacağını.

Nice niyazımı kabul eden Yaratan ve devamını bekleyen ve lise sonda alt yazı geçmiştim hayatıma:

Duygularım ılık bir esinti üstelik ne sırtımda kamburum ne de omzumda ağır heybem…

Sevgisizliğin teslim aldığı bir dünya ise asla ilgi alanımda değilken ve metazori sevmenin ne olduğuna akıl sır erdiremezken.

Yaşıtlarım ve ayrılmaz üç arkadaş olduğumuz devasa bahçesi okulumun…

Onları o kadar çok seviyordum ki.

Yine de içim sızlardı iki can arkadaşım sarmaş dolaş üçümüz dolaşırken ya arkada kaldığım ya da önde tek başıma yürüdüğüm.

Iskartaya çıkar mıydı arkadaşlık?

Olacak iş miydi?

Ne de olsa ölümüne dosttuk biz ve yardımlarımı esirgemediğim sıra arkadaşım her sınav sonrası yaşlara boğulan ve emeğinin karşılığı olarak her sene ikmale kalan.

Bense bir kere bile ikmale kalmamışken onun beni kıskandığı ve kullandığı aklıma gelir miydi hiç?

Hiç der miydim?

‘’Ne yani, onca sene yalan mıydı sevgin?’’

Bir paradoks belki de.

Bir panorama belki de.

Sınav öncesi sevecen yaklaşan ve sınavda ona yardım etmek adına her türlü tehlikeyi göze alan bendeniz.

Yediğimiz içtiğimiz de ayrı gitmezken ve cebimdeki tüm harçlığımı önüne serdiğim.

Üç kafadar iken bizler.

Sınav öncesi yere göğe sığdırmazken beni ama sınav sonrası tek suçum çalışmamın karşılığında yüksek not almak iken beni aralıksız suçlayan ve günlerce sırtını dönen.

Asla akıllı olduğumu filan da iddia etmiş değilken ve analitik bir zekanın gelişiminde ne suçum vardı ki evren bana sunmuştu madem bu kapasiteyi ve buna rağmen geri zekalı olduğumu sanıp hatta iddia edip ona arka çıktığım derken sınıfın bana oynadığı bir oyunun içinde bulduğum yine kendimi ve can dostlarımın beni bir ömür ayakta uyuttuğunu ta kırk yaşıma geldiğinde öğrenmişken.

Mevsimsel bir geçiş gibi addedilen.

Sınavlar hayatımızın merkezinde iken ben sevdiğim tüm arkadaşlarım için çırpınırken defalarca cezaya çarptırıldığım hatta ailemi karşıma aldığım.

Telaffuz edilesi çok şey olsa da en yıkıldığımdı işte bana sunulan maskeler ve oynanan oyunlar sırf birileri eğlensin diye çalışkan-aslında inek-tabiri ile alaya alındığım.

Sırf onlar hatta tüm dünya beni canı gibi sevsin diye kırk kilodan fazla kaybettiğim vücut ağırlığımla bir aldatı olduğunu da bilemezken görselliğin de zekanın da sevginin aslında insanlara derin derin battığını.

Ve işte o büyük geldiğinde ve bizler kampa girmişken sırf üniversitede iyi bir yer kazanmak adına ömrümüzü de heba etmişken ve can arkadaşım açıkta kaldığında sonlanan dostluğumuz ve bir kere dahi onun ve diğerlerinin yüzüme bakmayacağını aklıma getirmezken biten ortaklık tükenen dostluk ve hurdaya çıkan mutlulukla paylaşım yaptığımız seneler.

Bir dönem hayli paraya sıkışmışken ve ikinci üniversiteyi okurken mecburen girdiğim bir iş yine beş yıldızlı bir otelin yönetici asistanlığına kabul edildiğim ve işte yiten dostumu orada satış müdürü olarak görüp de boynuna atıldığında beni aşağılayan gözlerle tavırlarla karşılayıp adeta hıncını almışken lisede geçen zor yılların ve sadece bir gün süren yöneticilik asistanlığı pozisyonunu bir hışımla terk edip yine kendi kabuğuma çekildiğim ve bunca yıllık dostluğu gösterişle ve cüretkâr pozlarıyla bana hava atan.

Sevgi ibaresi değil mi, dostlar?

Hani dört elle sarıldığınız.

Hayaller ve su alan umut teknemiz.

Renklerse bağdaş kuran hayata ve insanları hayatımızın merkezine oturtup bir içimlik gülüşleri içimize sokarken.

Paranın almayacağı insan mı kaldı sahi hayatta?

Dostlukların temeli sağlam atılmış bilirken…

Bazen söylenen bir sözcüğü mezara gidene kadar unutamazken.

Dostlukların bazense kurulan yuvaların temelinde yine riya ve yalan yatarken ve bizler sevgiyi ilk adım bilip her işimize gücümüze de sevgiyi bulaştırırken ve sevdiğimiz şeyler hayaller ve insanlar uğruna çok şeyden fedakarlık edip de tek kalemde bizi silenleri bir ömür boyu unutamayacağımız da aşikar.

Şöyle bir bakıyorum da dünüme ve de andaki mevcudiyetime bir de yarınlara dokunmak adına uzanırken ve elimden tek gelen mi?

Elbet aynı kıstasla ve de kısasla yoluma devam edip hayallerimin ve sevdiklerimin uğruna akla gelecek her yolu denemişken nihayetinde elimde tek kalan yeni hayal kırıkları yeni kayıplar derken kendimi suçlamaktan ötesi gelmezken elimden bu yüzden kendime düşman olmayı becermişken.

Sevginin güttüğü bir dünya diye yola düşüp de.

Yolda kaldığım.

Sevgiyle inşa ettiğim dünyanın aslında koca bir boşluğa denk düştüğünü insanlar bana öğretirken.

Siz kolay mı sanıyorsunuz hayatınızın elinden kayıp gittiğine seyirci olmak ne demektir?

Uğruna sevdiklerimin hayallerimi cehennemin dibine gönderip sil baştan bir rota çizmek.

Mesleki anlamda sahip olduğum her şeyi yine yok sayıp sırf mutlu olmak adına umutla sil baştan eğitimini aldığım yeni mesleğim hatta mesleklerim ve sırf insan egosu yüzünden üstelik eğitimci sıfatımla hızlı bir giriş yapmışken bu sefer süre gelen talihsizlikler yüzünden yeniden ipin ucunu bırakıp ve nihayetinde kendime ihanet edip kendimi kendi ellerimle öldürdüğüm yok saydığım üstelik ne uğruna?

Birkaç insan sizi sevmedi diye.

Bir sürü insan başarınızı onaylamadı ve sindiremedi diye.

Sonunda hayattan ve her şeyden herkesten elimi ayağımı çekip iki el bir baş için kukumav kuşları gibi boşluğa kurduğum bir çadırda bir derviş hayatı sürmenin o kadar da kolay bir şey olmadığını belirtmeliyim.

Bu günüme bakıyordum da.

Bazense insanlar şaşkınca bakarken bana ve ben neden bu denli yazmaya düşkünüm diye sorgulanıp suçlanırken ve ben her defasında aynı şeyi söylerken:

‘’Bir ömürlük sessizliğim yetmedi mi a, dostlar?

En azından kalem konuşuyor benim yerime.’’

Bir harf ihlali belki de: kader ve keder dönüşümlü iş başında iken ve sevgiden öte yol bilmezken hayatta nihayetinde kendimi sevmediğimi fark edip bu sefer kalem üstünden sorgulandığım.

Altı üstü yazdıklarım.

Altı üstü harcadığım ömrü yeniden yaşamak adına karaladıklarım.

Bazense son yazım diye niyetlendiğim ama total sevginin ve batan hayal teknemin de ardından kala kala kalemimle beraber kendime yeni bir şans tanıdığım.

Ve bir şekilde içimdeki cenneti yeniden görüp sevilmeye değer bir insan olduğuma inanıp azıcık da kendimi sevmem kimin için ne gibi bir sorun yaratabilir ki?

Bir yere varırım ya da varamam lakin kalan hayatımı huzurlu ve mutlu geçirmek adına kendimi sevmem mi yeni baştan bir suç olarak addedilebilir? Ve bunda kalemin ve edebiyatın katkısı o kadar büyük ki.

En azından harcadığım zaman gösterdiğim çaba ve kendimi yavaş yavaş d/okunmanın da mümkün olduğu gerçeği elbet alt edeceğim daha pek çok şey de sırada beni beklerken…

Ve okuyucumdan aldığım gücün etkisi o kadar büyük ki kendimi yeniden kabullenmekte.

Üstünkörü bir sevgi ya da göstermelik bir sevgi asla değil ne de olsa ne de olsa:

Ben insanları hep sevdim.

Ama yanlış ama doğru bir sürü şeyi de sevgiyle ve umutla ve çalışma ile aşmışken…

Gerçi…

Gerçeğe dönen hayallerim bir süre sonra sonlanmış olsa bile…

En azından ne hayatımı sonlandırmaya niyetim var bu saatten sonra ne de yazma sevdamı noktalamaya.

Mutluluk bir şehir efsanesi olsa da…

Bense severken ve yazarken mutluyum bırakın da bir şehir efsanesi benim kalemimden çıksın.

Sevebileceğim çok insan var cihanda:

Önce arkadaşlarım diye çıktığım yol.

Sonra öğrencilerim.

Derken uğruna kafa patlattığım sayısız şey üstelik mesleğimde en iyi olma kaygısı ile başlayıp ansızın istifayı bastığım sayısız iş.

Derken sevdiğim insanlardan hatta evimden olduğum…

Derken…

Kendimi seviyorum sonunda. Bunu kolaylıkla ve huzurla söylemek ne güzelmiş meğer.

Üstelik sırf birileri beni sevmedi ya da sevmiyor diye kendimden nefret etmeyi başarmışken ve bunda insanların büyük payı varken.

Kendimi de yazmayı da seviyorum işte ve bunun için kimseden izin de almıyorum almayacağım da.

Bunda payı olan çok insan var üstelik en başta beni sever gözüken ama derinden derinden beni yok sayan ve yaptırım güçleri ile birileri önümü kesmişken bir ömür…

Tek yapabildiğim mi?

Aslında hiçbir şey en azından kendimle barışmaya yol almışken bırakın da hiç kimse ve hiçbir şey olayım ve yaptığım her şey de hiçlik olarak adlandırılsın ve ben bunun da adını sevgi koymuşken…

 


( Bir Hüznü En İyi Anlatan Sessizliktir başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 10.12.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.