Feminizm-- 1. Bölüm--alo Mademoiselle--
Bugün biraz ülkemizdeki feminizm hareketinin gelmişine
geçmişine dokunalım mı?
‘’Dokun Hocam.’’ Dediğinizi duyar
gibi oldum. O halde
başlıyorum
Öncelikle feminizm nedir?
Feminizm çok kısa
ve öz olarak
kadının toplumsal ve siyasal
haklar bakımından erkekle
eşit olması gerektiğini
savunan ve bunun mücadelesini
yapan bir akımdır.
Bu akım
Fransız ihtilalinden sonra
öncelikle Avrupa’da yaygınlaşmış
19. Yüzyıl ortalarından itibaren( Özellikle Tanzimat Fermanından
sonra ) Osmanlı Devletinde de
kendisini hissettirmeye başlamıştır.
Feminizmin Türkiye’deki ilk
öncüsü Nuriye Ulviye Mevlan idi
Soyadı kanunundan sonraki
tam adıyla Nuriye Ulviye
Mevlan Civelek... ( 1893-1964)
Nuriye Ulviye Mevlan
hem Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-u
Nisvan Cemiyetinin hem de Kadınlar Dünyası
adlı derginin kurucuydu.
II. Meşrutiyet döneminde özellikle
yurt dışında eğitim
görmüş kadınlar daha
pek çok dernek
ve dergilerle kadın hakları
konusunda mücadele ediyorlardı.
Ancak böyle deyince
o dönemin kadınlarının
istekleri ile günümüz
feministlerinin isteklerini ve
özellikle de mücadele yöntemlerini
karıştırmamak gerekir.
Ne istiyorlardı kadınlar
o dönemlerde?
Erkekler gibi kamusal
alanda çalışabilmek hakkı
mesela.
Mesela II. Meşrutiyetle gelen
seçme ve seçilme
hakkından faydalanabilme.
Mesela biraz daha serbestlik.
Şimdi ‘’Biraz daha serbestlik’’
deyince sanırım çok
da açık olmadı. Gelin
bunu açıklamak için Sultan
II. Abdülhamit’in kızkardeşi ve meşhur
Prens Sabahattin’in annesi Seniha
Sultan’ın bir Fransız arkadaşına yazdığı
mektuptan kısa bir
pasaj okuyalım:
‘’Ah, ah, siz de sanıyordunuz ki Abdülhamid’in devrildiği günün ertesi Türk
kadınlığı çok şeyler kazanacak, değil mi? Değişen hiçbir şey yok sevgili iki
gözüm!... Ah sevgili hemşirem, unutmuyorum... Daha bir yıl önceydi, bana
Türkiye’de feminizm ergeç bir zemin bulacağından bahsediyordunuz... Bugün
nerede olduğumuzu biliyor musunuz?... Şuradayız. Müslüman kadını, üst üste üç
peçe de örtünse açık arabada gezemez. Landoların( Resimde gördüğünüz
fayton türü ) üstü örtük, camları kapalı, perdeleri indirilmiş olacak.
Abdülhamid zamanında böyle şey görmemiştik’’
Dikkatinizi çekti mi
bilmem. Seniha Sultan
II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra İttihat ve Terakki’ni getirdiği
sözde hürriyetin istibdat
denilen dönemden daha
kötü olduğundan bahsediyor kadın hürriyetleri açısından. Bir kadın
olarak istediği ise faytona
bindiğinde yüzüne peçe takmamak
ve kapalı bir
faytonda değil etrafı seyrede
seyrede gideceği bir
faytonda yolculuk etmek.
Evet..Bugünkü kadınların istekleri yanında
oldukça masum isteklerdi
Osmanlı Kadınının istekleri ama
bu masum istekleri
bile elde edebilmeleri
için çok mesafe
kat etmeleri gerekiyordu.
Gelin şimdi de bu mücadelelerden birine örnek
verelim.
Dersaadet Telefon Anonim Şirket-i Osmaniyesi, 1913 yılının bahar aylarında
İstanbul’da yayınlanan günlük gazetelere ilanlar vererek şirketin
santrallarında görevlendirilmek üzere kadın santral memureleri aramakta
olduğunu duyuruyordu. Bu duyuru, Osmanlı İmparatorluğu’nda 1869-1923 arası
yayınlanan 58 kadın dergisi arasında en radikal feminist çizgiyi izlemekle
ünlenen Kadınlar Dünyası’nın okuyucularına da iletildi.
Bu duyuru aslında
oldukça önemliydi zira
1913 yılına kadar
kadınların yapabildikleri
tek iş öğretmenlikti. ( İlk kez 1869 da
böyle bir hak
verilmiş kadınlara )
Ancak bu
ilana başvuran çıkmadı.
Bunun üzerine Kadın
Dünyası Dergisinin yazarlarından
Emine Seher Ali Hanım dergide
kadınlara veryansın etti aynen
şunları yazarak:
“Erkeklerimizde olduğu gibi biz de yalnız söz söylemeyi biliyormuşuz.
Darılmayalım ama bizde yaşam belirtisi olarak görünen yalnız çene var. Bundan
sonra bize cenab-ı hakk da merhamet etmez. çünkü çalışmayanı sevmemek Allah’ın
emridir.”
Bu yazı
hem derginin okuyanı
hem de kadın dernekleri üyeleri olan yedi kadını
harekete geçirdi. Bu yedi kadın Dersaadet Telefon Anonim Şirket-i
Osmaniyesi’nin ilanına başvurmak üzere Galata’daki binasına gittiler.
Gitmesine gittiler ama orada
müracaatları alan Sürenyan
adlı bir Ermeni
müracaatların kabul edilebilmesi
için müracaat edenlerin Fransızca
ve Rumca bilmelerinin
şart olduğunu söyleyip
bir de bu yedi
kadınla dalga geçti.
Bu duruma Kadın
Dünyası Dergisinin tepkisi sert
oldu. Yazarlardan Berda
Osman ‘’ Resmi dili
Türkçe olan bir
ülkede işe girebilmek
için Fransızca ve
hele de Rumca
bilmek gibi bir
şartın olmasını çok
acı olarak nitelerken Ulviye
Nuriye Mevlan Hanım bu yedi
kadının Müslüman olduğu için
işe alınmadığını yazdı
ve şirketi özür dilemeye
davet etti.
Amerikan, İngiliz ve Fransız ortaklı uluslararası bir şirket olan İstanbul
Telefon Şirketi’ yetkilileri
doğrudan doğruya dergiye
gelip özür diledikten sonra
bu yedi kadına görev verdi. Böylece Türk
kadını ilk kez 1913 yılında öğretmenlik dışında bir
işte istihdam edilmiş
oluyordu.
Bu arada antiparantez belirtelim
aynı şirket yedi Müslüman
kadına karşılık 120
gayrimüslim kadın almıştı.
Ve tabii
ki merak etmişsinizdir. Bu yedi
kadının adı sanı
yok mu diye. Maalesef sadece birinin
adını biliyoruz: Bedia Şekip
Hanım. Ancak biz onu
bugün Bedia Şekip olarak
değil Bedia Muvahhit olarak
tanıyoruz. Yani Bir Müslüman
kadın olarak Afife Jale’den
sonra sahneye çıkabilen
ikinci Türk kadın
sanatçısı.
Evet.. Yedi Müslüman
Türk Kadını ilk
kez öğretmenlik dışında
bir işte çalışmaya
başladı ve bu
olay Osmanlı basının hiç ilgisini
çekmezken Fransız L’illustration
dergisinde kapak oldu.
İttihat ve Terakki’nin yönetime tamamen
el koyasıyla birlikte
feminist kadınlara bu
şirkette daha fazla iş verilmeye başlandı
zira feminist kadınların dernekleri İttihat ve
Terakki’nin kadın kolları gibi
çalışmaktaydı. İşgal yıllarında (
1918-1922 ) şirkette çalışan Müslüman
Türk kadın sayısı 48 e çıkmıştı.
Şirket 1935 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarafından satın
alındı ve PTT ye devredildi. Santrallerde tabii
olarak anadilleri Türkçe
olan kadınlar çalıştırılıyordu ama 1935 yılında
bile bazı aboneler
eski bir alışkanlık
olarak santrallerdeki memureleri aradıklarında ‘’ Alo mademoiselle (matmazel) ‘’ Diye hitap
ediyorlardı.
Evet.. Feminist kadınların mücadelesi
sonunda mesela 1917 yılında evlenme yaşı
kanunla belirlendi. Buna
göre erkek için alt
sınır 18 kadın
için ise 17
yaş olarak belirlendi.
İstanbul’un işgal altında
olduğu dönemlerde Türk
kadını artık sahneye
çıkmaya da başlamıştı. Mesela Afife Jale bir
Müslüman- Türk kadını olarak
ilk kez 1920 yılında
İstanbul/ Kadıköy’de Apollon Sinemasında Hüseyin Suat’ın ‘’ Yamalar’’ adlı oyununda sahneye
çıktı.
Bunlar ufak ama önemli
adımlardı ve işin ilginç
tarafı Osmanlı gibi
muhafazakar bir toplumda kadınların bir takım
haklar elde etmek
için verdikleri bu
mücadele bazı kesimler tarafından hiç hoş
karşılanmasa da medeni(!)
Avrupa’da olduğu gibi giyotine
gönderilenler veya
sopalanarak öldürülenler yoktu bizde. Kızıyordu bazı
kesimler. Şiddetle eleştiriyordu.
Hatta zaman zaman
zaman tutuklamalar da oluyordu ama
kayıtlara geçen öldürme ya da
işkence olayları yoktu. ( Ben
rastlamadım. Bilen varsa yazabilir.)
Ancak kadın hakları
için mücadele eden
ve bir bakıma
feminizmin anası olan kadının başına
gelenler herhalde pişmiş tavuğun
başına gelmiş olabilirdi.
Evet.. Pişmiş tavuğun başına
öncelikle ne gelmiş
olabilir? Elbette bıçak.
Feminizmin anasının başına gelen
şey ise giyotindi.
Gelecek bölümde...
(
Feminizm-- 1. Bölüm--alo Mademoiselle-- başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
16.11.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.