Hayatımın ilk ve en sarsıcı olayını hayal meyal hatırlıyorum. Ya da hatırlamıyorum ama büyüklerim anlata anlata aklımda öyle yer etmiş. Neyse..İşte bu olay 1961 de Adnan Menderes'in idam edilmesiydi. Babam '' Hakketmişti. Cezasını çekti'' Diye düşünürken annem '' Yazık oldu.İyi adamdı. Allah rahmet eylesin.'' Diye üzülüyor, hatta göz yaşı döküyordu. Ancak çok sonraları öğrendiğime göre Adnan Menderes'in arkasından üzülmek, onunla ilgili güzel bir şeyler söylemek yasak olduğundan annem üzüntüsünü pek dile getirememiş bile.
1964 Yılında, yani 10 yaşındayken artık İstiklal Marşımızda ya da Çanakkale Şehitlerine şiirimizdeki şehit kavramı da benim için hayali bir kavram olmaktan çıkmış, ete kemiğe bürünmüş bir kavram haline gelmişti. Çünkü yeni yeni aklımın kesmeye başladığı o yıl Cengiz Topel şehit edilmişti.
Daha sonra Kıbrıs mücadelesi sebebiyle daha pek çok şehidin resimlerini gördüm gazetelerde. Artık ''Şehit '' denilince gözlerimin önüne bir banyo küveti içinde kanlar içinde yatan çocuklar ve onların annesi geliyordu
Vatanı için savaşırken ölenlere şehit denir... Şehitlik işte bu hükümdü benim için. Lakin sonra gördüm ki doğum yaparken ölen kadından, görevi başında kalp krizi ya da bir kaza sonucu ölen de şehit oluyormuş.
1970-1980 Yılları arasında sağ-sol çatışmalarında pek çok vatandaş öldürüldü. Bu vatandaşların bir kısmı '' Ülkücü Şehit'' olarak, bir kısmı '' Devrimci şehit '' olarak toprağa verildi.
İşin ilginç olanı devrimcilerin büyük bir kısmının mezar taşlarında Allah, din, iman, Fatiha, Hüvelbaki ( Baki olan Allahtır ) ve dini tek bir satır bile olmamasına ve dahası mesela idama giderken , o son anda bile dini telkin ya da din adamı görmek istememeleri, atıldıkları mücadelenin hiç bir evresinde Allahın rızası gibi bir kavramı dile getirmemelerine; öldükten sonra da arkalarından bir Fatiha bile okunmamasına rağmen her nedense dini bir kavram olan şehitlik kavramına dört elle sarıldılar.
Mesela 1999 da bir gözaltı sırasında işkence edilerek öldürüldüğünü iddia ettikleri Süleyman Yeter'in mezarını ele alalım. ( Bu mezar, annemin de mezarının olduğu İstanbul- Alibeyköy mezarlığında olduğu için iyi biliyorum.)
Mezarda Allahı, İslam dinini ya da bir başka dini, imanı çağrıştıracak en küçük bir işaret, mezar taşında bu konuyla ilgili tek satır yok. Oysa aynı mezar taşında Süleyman Yeter'in nasıl yaman bir devrimci olduğunu izah eden adeta bir kitabe var. İşte o mezar kitabesinde Allah yok, din yok, iman yok ama ''Şehit '' var. Yani Süleyman Yeter'den şehit diye bahsedilmiş.
2016 Yılının 5 Mart Günü Süleyman Yeter'in mezarı başında, aynı aileden Kadri Yeter konuşuyor:
“Partine, yoldaşlarına layık bir sıra neferi olduğunu gösterdin. Ve sen şimdi bizimle Cizre’de, Sur’da, Kürdistan’ın her bir şehrinde yine bizimlesin. Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor, belki biz olmayacağız. Ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak. Daima bizimlesin daima seninleyiz”
Peşinden de Limter-İş Sendikası Genel Sekreteri Hakkı Demiral: “Elbetteki yoldaşlarımızı, şehitlerimizi, yiğit önderlerimizi mezarı başında anacağız.'' Diyor.
Evet...Bu bana oldum olası ilginç gelmiştir. Çünkü bu insanların pek çoğunun ( Hatta neredeyse tamamının) nokta-i nazarında Allah diye bir şey yoktur.Öteki dünya diye bir kavram yoktur. Cennet-cehennem diye bir kavram yoktur , esas itibariyle şehit olmak diye bir kavram da yoktur, hatta dahası sehit olmak ve cennete gitmek tamamen bir safsatadır, hurafedir, insanları uyutmaktan başka bir şeye yaramayan dinin uydurduğu masallardır. O halde bu ''Şehidimiz'' ifadesi neyin nesi? Ya da ''Şehidimiz'' derken kastettikleri nedir? İşin doğrusu bunu ciddi bir şekilde merak ederim hep.
Mesela Mehmet Ayvalıtaş'ın mezar anıtına bakalım. Ne yazıyor orada?
''Bu anıt mezar 31 Mayıs 2013 tarihinde tüm Türkiye'de bir halk hareketi olarak başlayan Gezi Parkı direnişinde 2 Haziran 2013 günü hayatını kaybeden Mehmet Ayvalıtaş ve şehit oğlunun acısına dayanamayarak 13 Aralık 2013 de hayata gözlerini yuman annemiz Fadime Ayvalıtaş anısına heykeltraş Deniz Cantürk tarafından yapılmıştır.''
Bu mezar taşında da Türkiyedeki klasik Müslüman mezar taşlarında var olan '' Hüvel Baki, ''Ruhuna el Fatiha gibi İslam dinini çağrıştıracak hiç bir şey görmüyoruz. Hatta mezar taşı bile Müslüman mezarlığının mezar taşına benzemiyor. Ama gelin görün ki ''Şehit'' kelimesi anıt mezardaki taşa kazınmış.
Efendim, elbette bir kişinin şehit olup olmadığına karar verecek olan merci ben değilim. Dolayısıyla da Yüce Rabbim Son nefesinde bile kelime-i şehadet getirmeyi reddeden, dini telkin ve din adamı görmeyi reddeden, devletin polisiyle girdiği çatışmada ölen, hayatını bu ülkeyi Kürt- Türk diye bölmeye adayan ve cennete, cehenneme, öteki aleme, hatta kendisine inanmayanların- şu ya da bu şekilde - ölmeleri neticesinde onları şehit kabul eder mi etmez mi tamamen O'nun bileceği iş olmakla beraber eldeki verilere göre pek de ihtimal dahilinde görünmüyor.
Peki hiç bir zaman bir cenazelerini dualarla, tekbirlerla kaldırmıyan, ölülerinin mezar taşına '' Aman Allah'ı işe karıştırmayın'' dercesine ''Huvelbaki '' yazdırmayan. Başlarında bir sayfa Kur'an, bir Fatiha okumayan bu insanlar iş şehitlik mertebesine gelince neden böyle İslam dininin en fazla değer verdiği ve ''Cennete ilkk girecekler '' diye nitelendirdiği bir kavrama dört elle sarılırlar? İşte bunu anlamak zordur. Hayatı boyunca bir kez olsun Cuma namazına bile gelmeyen bazı arkadaşlarımın, anne ve babalarının ölüm yıldönümlerinde Mevlid ya da Kur'an okutmayı asla ihmal etmemesi gibi bir olay bu... Ben işte bu '' Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu'' Vaziyetleri hiç anlayamam.
Bu arada '' Bedir şehitlerinin, Uhud şehitlerinin bir mezar taşı bile yokken sen hangi '' Hüvelbaki '' yazısından, '' Ruhuna el fatiha'' yazısından bahsediyorsun? Her şehidin ille de bir mezar taşı olması mı gerekiyor?'' Diyen olur mu ki acaba? Pek sanmıyorum. Ama diyen olursa onlara da '' Biz Türkiye'den bahsediyoruz. Vahhabi köpeklerinin idaresi altındaki Suudi Arabistan'dan değil'' Diye cevap verebilirim.
Evet...Bu kadar yazdım ama daha başlıktaki kısma gelmedik değil mi?
1984 de pkk şerefsizlerinin ilk kanlı eylemlerinden bu yana geçen otuz üç sene içinde Kurtuluş Savaşımızın toplam cephelerinde verdiğimizden çok daha fazla şehit verdik. Ancak şu son bir iki seneye kadar bu şehitlerimizin hiç birinin hangi siyasi partiye mensup olduğunu merak etmedik, sormadık, araştırmadık. Madem ki söz konusu vatandı o halde parti dediğin neydi ki. Basit bir teferruat.
Ancak 15 Temmuz 2016 günü artık şehitlerimizin hangi siyasi partiden olduklarının da önemli (!) olduğunu hem de bu ülkede en fazla okunan bir gazeteden öğrenmiş olduk.
O gazetenin -yılların usta gazetecisi- yazarı Saygı Öztürk , 15 Temmuz darbe girişiminin seyrini değiştiren kahraman Astsubay Ömer Halisdemir'in CHP li olduğunu yazıyordu 26 Temmuz 2016 da...
Bizim nazarımızda kahraman bir şehit olan Ömer Halisdemir, en çok satan gazetelerimizden birinin nazarında ''CHP li Ömer Halisdemir'' idi. Şehadet kavramının ne anlama geldiğini bilenler nazarında Ömer Halisdemir'in partisinin hiç bir önemi yoktu. Tıpkı daha önce şehit edilen binlerce vatan evladının hangi partiden olduğunun önemi olmadığı gibi. Kaldı ki Ömer Halisdemir'in ailesi daha sonra bu haberi yalanladı.
Peki yalan olduğu halde neden 26 Temmuz 2016 da böyle bir havadis yapıldı? Çok kısaca anlatayım.
Yazı çok uzadı. Gelecek bölümde inşallah hem bu soruya cevap vereceğim hem de Şehit yarbay Songül Yakut ile ilgili söyleyeceklerim olacak.
RESİMLER:
1- Süleyman Yeter'in İstanbul- Alibeyköy Mezarlığındaki mezarı
2- Mehmet Ayvalıtaş ve Annesi Fadime Ayvalıtaş adına yaptırılan anıt mezar.
3- Mehmet Ayvalıtaş'ın mezarı.