1
Belirgin hatlarını
saklamaya çalışıyordu aklı sıra. Olacak iş miydi bu daracık taytla. Olmadı giy
üzerine bolca bir kazak.
Gönüllü gönülsüz yine
dolduruşuna gelmişti mahallelinin.
‘’Her işte bir hayır
vardır’’ diyordu demesine de her şeyi akışına bırakmıştı yarım akıllı Aysel.
‘’Anamgil bilir her
şeyin iyisini. O dahi bana karışmazken…’’diyordu, diyordu da…
Aysel daha doğrusu
çıtkırıldım Aysel. Ailenin defolusu, hicap yüklü kara kız. Gerçi sarışına
dönmüştü saç rengi ama… Fenaydı çok fena bir sarı hem de. Eh be mübarek, madem
açtın saç rengini ne ola ki o kara, çatık kaşların…
Aklı evveldi bizimkinin
biraz da serkeş ve fazlasıyla saf.
Kalçalarını sallaya
sallaya yürürdü yetmedi bir güzel çalım atardı ki yol üstünde top oynayan
mahallenin delikanlılarına. Bir keresinde daha doğrusu birden de fazla… Kısaca
az cam kırmamıştı hani az da can yakmadı, desek yeridir.
Süklüm püklüm, iki gözü
iki çeşme koşmuştu eve, anasıgilin bucağına:
‘’Anam, anam melek
anam…’’demesine kalmamış kadın fırlatmıştı kırık oklavayı-öyle ya, oklava mı
dayanırdı bu sefil kıza.
‘’Yine ne halt
karıştırdın? Hem ben sana demedim mi aklına estikçe çıkmayacaksın.’’
‘’Hep beni suçluyorsun
ana. Bir tek lakırdı ettirmiyorsun.’’
‘’Seni kokoş. Bıktım
artık insanların ağzına sakız olmandan. Hem çıkar bakim ağzındaki sakızı. Ne o
öyle sokak kızları gibi…’’
Günler de aylar da
böylesine geçip gidiyordu. Her gün bir vukuat.
Bir gün üst komşu gelip
yumrukladı kapıyı:
‘’Eh be Müzeyyen Hanım.
Sahip çık şu kızına. O ne öyle, tüm gün Orhan babadan çaldıkları. İnsan arada
bir güzel bir şeyler çalar. Tam namaza duruyorum abdestim kaçıyor senin kaçık
kız yüzünden.’’
‘’Lafını bil de öyle
konuş Hacı Hanım. Benim kızım senin bildiğin kızlardan değil. Ayağını denk
al.’’
‘’Ne olurmuş almazsam
söyle bakim.’’
‘’Yakışıyor mu sana hem
benim kızım herkesi cebinden çıkarır.’’
Batsın bu dünya, batsın
bu dünya…
‘’Bak yine açtı seninki
müziğin sesini. Ayıp hem günah da…’’
İlkokulu ite kaka
bitirmişti ve lades demişti okul müdürü anasının yakasına yapışıp.
‘’Hanım sen bu kızı al,
iyice oku üfle. Olmadı kurşun döktür ama yetti gayri benim döktüğüm boncuk
boncuk ter. Şükür diplomayı da aldı. Sen bu kızı işe koy aklın varsa hatta
olmadı esir kampına gönder ama yatılı olsun. Hatta bence siz başka bir şehre
taşının. Yeter ki okulun önünden geçmesin.’’
Allem etmiş kallem
etmiş diplomayı almıştı almasına da hala kekeleyerek okuyordu.
‘’Ah kızım ah,
bilemediler senin kıymetini. Ama suç bende tabii. Seni hiç okula
göndermeyecektim. Tutacaktım özel hocalar. Ama ne yaparsın, gariban bir dulum
ben, üç kuruş emekli maaşına talim eden. Kızzz, dinlemiyor musun sen beni?’’
‘’Dalmışım ana. Şu
adama baksana ne yakışıklı değil mi?’’
‘’Hangi adam deli
kız?’’
‘’Aha, görmüyor musun?
Bak, mecmuaya. Ah, ah ne güzel kadın her biri. Sahi ana bir gün benim de
böylesine şatafatlı elbiselerim olacak mı? Diker misin bana da?’’
‘’Kız, nerede
giyeceksin bu süslü elbiseleri? Hem ben sana demedim mi o dergileri okuma diye?
Al eline şu bezi de tozunu al etrafın. Derman kalmadı dizlerimde.’’
Günü birlik telaşlar ve
koşuşturmalar. Ve derken daha da büyüdü serpildi Aysel. Anası toz kondurmasa da
kızına milletin ağzı torba değil ki büzesin.
‘’Hanım, hanım ne oldu
size gelen görücüler?’’
‘’Aman, aman benim
kızım onlara mı kaldı. Olmadı tabii ki. Ne o öyle, oğlan yer cücesi. Şöyle
boylu poslu olur da insan hem… Olmaz öyle, ben memura kız vermem.’’
‘’Amma da gözün
yükseklerde hanım. Senin kız sanki Leydi Diana.’’
‘’O da kim? Bizim
mahalleden mi? Ayol hiç duymadım hem görmedim de onu.’’
‘’Sor kızına, o
söyler.’’
‘’Bana baksana sen.
Dalga mı geçiyorsun anan yaşındaki kadınla?’’
‘’Ne haliniz varsa
görün. Hem söyle o kızına. Her gün gelip, gelip veresiye yazdırıyor bizim
Muhittin’e.’’
‘’Senin kocansa bizim
de bakkalımız. Sen mi tutuyorsun defterleri? Hem herkes yazdırıyor. Yok öyle
böyle. Sana mı kaldı?’’
‘’Seninle konuşan da
kabahat. Hadi yürü git yoluna.’’
‘’Ah, ah nerde kaldı
insanlık nerde kaldı komşuluk. Sana da iyi günler komşu bozuntusu.’’
‘’Ne dedin sen en son,
duymadım.’’
Dellenmemek mümkün
müydü bu da yetmezmiş gibi ev sahibi boşaltmasını istiyordu evlerini
Aysellerin.
Irım etmiş kırım etmiş
sonunda yüksek bir kira artışıyla izin vermişti bir yıl daha oturmalarına.
Aysel’in babası
yıllarca direksiyon sallamıştı kamyon başında. Aldığı maaş neydi ki gün gelmiş
emekli olmuş bu sefer amansız hastalığa yakalanıp iki şehir arası mesafe kadar
bir zamanda gözlerini yummuştu.
Aysel’den başka
çocukları yoktu daha doğrusu kadın iki kez düşük yapmış ve nihayetinde Aysel’i
doğurmuştu. Bariz bir engeli yoktu kızın ama fazla da akıllı olduğu
söylenemezdi. Lakin tek evladıydı kadının bu yüzden kızsa da bir dediğini iki
etmezdi kızının.
Pek geleni gideni
olmasa da en çok Huriye Bacı ile anlaşırdı Aysel ve anası. Bir de cin gibi bir
torunu vardı ki Huriye bacının.
Pazar sabahı damladılar
Huriye ve torunu. Aysel kardeşi, evladı gibi seferdi Nuri’yi.
‘’Huriye teyze, sen de
olmasan…’’
‘’Kız, senin kaç teyzen
var söyle bakim. Tabii ki de geleceğim. Al bakim şu torbaları…’’
‘’Bacım ne zahmet
ettin?’’
‘’Lafı mı olur.
Fırından aldım gelirken. Çayın yanında yeriz. Hem sana bir diyeceğim var.’’
‘’Ne ki? Hadi çıkar
ağzındaki baklayı.’’
‘’Aysel az gel. Al
Nuri’yi de götür odana. Ödevleri var, azıcık yardım et. Benim aklım ermiyor.’’
‘’Tabii Huriye Teyzem.
Ama çaya bekleyin bizi.’’
‘’Yok kızım, ben fazla
kalamayacağım. Ananla bir yere gideceğiz.’’
‘’Aa, nereye ki kardeş?
De hele.’’
‘’Ay, dur azıcık
soluklanayım. Hadi, hadi siz gidin.’’
‘’Hah gittiler. Aysel
duymasın şimdilik. Çok hayırlı bir kısmet çıktı. Onu demeye geldim. Oğlanın iyi
bir işi var. Aşağı mahallede marangoz atölyesi var. Hali vakti yerinde lakin…’’
‘’Lakin ne?’’
‘’Aramızda kalsın ama
çocuğu olmuyormuş.’’
‘’Tövbe, tövbe. Nereden
biliyorsun ki?’’
‘’İki kez evlendi. Adı
da, a unuttum neydi? Hah, Remzi. Remzi usta.’’
‘’Olmaz öyle şey.’’
‘’Önce bir dinle.
Durumu iyi. Karısının üstüne evi yapacak. Şart koştum. Ne olmuş çocuğu
olmuyorsa hem de senin kızdan ana mı olur?’’
‘’Hiç beklemezdim
senden hiç hem de.’’
‘’Gidip görelim hem
konuşalım da. Belli olmaz gönlü kayar kızın. İki gönül bir olur kurarlar
yuvalarını.’’
Bir kez aklına girmişti
kadının. Her ne kadar yüreği hayır dese de aklı yatmıştı yaşlı kadının.
Zamana bırakmak belki
de tecellisi olacaktı yoksa tesellisi mi yüreğinin Aysel’in…
Gel zaman git zaman
kanı kaynadı iki gencin birbirlerine hem de âşık olurcasına.
Mahallelinin de gözü
üstlerindeydi. Köşe bucak kaçmıyorlardı ne de olsa evlilik çok yakındı.
Nişanlı çift
ailelerinin de rızasını almıştı bir kez. Geriye nikâh tarihini saptamak
kalıyordu.
Güzel bir bahar günü
tüm mahalle toplandı düğün salonuna. Nikâhları kılınmıştı şimdi eğlenme
zamanıydı.
Aysel hayatının en
mutlu gününü yaşıyordu. Onun da bir yuvası olacaktı ve boy boy çocukları ne de
olsa haberi yoktu kocasının kısır olduğundan. Gerek görmemişti annesi bunu ona
söylemeyi.
Mutluluk mademki
hakkıydı kızın her şeyi detayı bilmesine gerek yoktu. Gün gelir, kadın olarak
doğurgan olmadığını kabul ederdi elbet.
Evi de karısının
üzerine yapmıştı Remzi. Ve boydan boya döşemişti evi hem de en güzeliyle en
ihtişamlı mobilyalar ile.
Yok yoktu evlerinde.
Aşk ile bakıyorlardı
birbirlerine.
Aysel çok mutluydu ve
haddinden fazla umut dolu. Bilemezdi ki…
Adam koşa koşa
geliyordu evine dükkândan öyle ki öğle yemeğine bile eve gelir olmuştu.
Son birkaç gün pek iyi
hissetmiyordu Aysel kendini. Sık sık başı dönüp bayılıyordu.
‘’Eh Aysel, demiyor
muyum ben sana bu kadar kendini yorma diye. Yarın işe geç gideyim de seni
doktora götüreyim. Bizim çırağın dayısı çok iyi bir doktor. Gerçi adam
pratisyen hekim ama işini çok iyi biliyor. Gereken ne ise yaptırır seni iyice
muayene eder.’’
Aysel oldum olası haz
etmezdi doktorlardan ama o da kabul etmişti hasta olduğunu.
‘’Tamam, gideriz yarın
erkenden. Hem dönüşte anneme uğrar hasret gideririm.’’
Lakin annesini
göremeyeceğini aklına bile getiremiyordu Aysel.
Sabah erkenden
hastanedeydiler.
Gerekli kontrollerden
sonra doktor uzun uzun düşünüp, derin bir soluk aldı. Nasıl söyleyeceğini
bilmez haldeydi adam.
‘’Ne o doktor bey, kötü
bir şey mi var da diyemiyorsunuz?’’
‘’Şey, aslında yokta
lakin…’’
‘’Hocam, çıkar ağzındaki
baklayı. Mademki geldik gereken ne ise yapılsın da Aysel bir an evvel iyi
olsun. Hem belli mi olur belki de düşündüğümüz kadar kötü değildir, değil mi
doktor?’’
‘’Ben, ben ne
diyeceğimi bilemiyorum ama söylemem de lazım.’’
‘’Ölecek miyim yoksa doktor
bey? Çok mu hastayım da söylemiyorsunuz?’’
‘’Sorun da bu işte
Aysel Hanım, sorun da tam olarak bu. Aysel Hanım, siz hamilesiniz. Ama tıbben
bu mümkün değil.’’
‘’Sen ne dediğinin
farkında mısın doktor? Olacak iş mi bu? Sen, sen bana bunu nasıl yaparsın
aşüfte?’’
İlk değildi vukuat. Son
da olmayacaktı. Ve Aysel hep o son resmi ile anıldı öldükten sonra: Gözlerinde
korku ve dehşetin yansıması ve son sözü yankılandı ölmezden önce:’’Neden?’’
Cevabını öğrenmesi neyi
değiştirecekti öldükten/öldürüldükten sonra hem de hastane koridorunda iş işten
geçtikten sonra.
Cani koca gidip teslim
olmuştu ceset soğumadan ama iki kişiye mal olmuştu cehalet: Gencecik bir fidana
ve günahsız bir bebeğe üstelik masumiyet ile peyda olmuş bir bebek lakin öz
babası tarafından annesinin karnında ölüme mahkûm edilen.
Tıbbın bile çaresiz
kaldığı daha doğrusu tabiat ananın doğurganlığında ve sunumunda fazlaca cömert
olduğu bir zamana denk düşmüşken Remzi ve Aysel’in mucize bebeği gel gör ki
kaderin anlık bir yoksunluğuna rast gelip ölüm meleği aniden gelmişken o
beklenmedik randevuya…
Mazeret beyan eden bir
tutarsızlıkla Remzi karartmıştı gözünü cehaletin buyurganlığında ve kederin
hicap yüklü tedirginliğine yüklenip, kaldıramayacağı bir yükü sırtlanmışken ve
bir ömür boyu sürecek pişmanlığın da hiçbir işe yaramayacağı.
Aysel ve nice Aysel,
Müjgan, Asuman ve kim bilir kimler, kimler…
İlk değildi ve
olmayacaktı da.
Son da değildi asla ve
hükümranlığında şiddet ve nefret bir kez çöreklenmişken insan nefsine…