Mutluluğun bezeli olduğu kaldırımlar. İnsan seli adeta…
İzdiham, görkemi büyük şehrin. Yoksa bir yılgı mı, bedbin mi yoksa çöreklenmiş o
sevinçler büyük bir aldatının büyüsü nakşetmişken iken mağazalar arasında
insanlar yol bulmaya çalışırken.
Efkârı mı toz duman olmuş üzünçlerin yoksa sırasını bekleyen
diğer varlıklar mı candan öte…
Yağmurun tozuttuğu insan suretleri. Yankıları duyulmaz iken
çığırtkan kuşların albenisi belki de insan kılığında adımlayanların adımsız ve
adsız yarınları çoktan inmiş iken vicdanların kepenkleri.
Ne tek bir duyum ne tek bir söylem.
Hadi böbürlen insanoğlu.
Ne oldu söyle hadi…
Toz konduramadığın ne ola ki
Hicap edilesi…
Bir ikilem mi taşıdığın
Çözemediğin bir gizem mi söyle,
Söyle de dağılsın efkârı yüreğin.
Şekilsiz ne varsa arz-ı endam etmiş ve şekilden şekle giren kimlikler
çoktan çekmiş cübbeyi üzerlerine.
Hoyrat alabildiğine: Ne vakur ne mağdur sadece inanç
eksikliği ve tümlemeye çalışılan isimler ne çok önyargı sıfat yerine.
Cıvıl cıvıl gökyüzü oysa. Kocaman bir boşluk mavi tonunda.
Hele ki o gök kubbe içine sığdıramadığın ne çok duygu… Ne o, yoksa bu da mı
yalan…
Cebelleşirken ne çok tahakküm hele ki zan altında kalmak yok
mu… Ne yani, tek sorumlusu ben miyim şu istimlâk edilmiş bağrının adına insan
denen hidayetin. Hadi söyle, ne zaman miracın?
Asılı kalmış tümceler gökyüzünün merdivenlerinde ve adımlarken
düşmek kaygısı kadar ayan beyan yoksa ne işim vardı da toplayacağım o kırpık
yıldızları teker teker…
Ahım şahım ne gibi bir ayrıcalıkla ahkâm
kesme hakkım olabilir ki hele ki bir selam bile esirgeniyorsa.
İçli bir güfte kadar manidar akşam
çökerken peçe misali yüzümdeki örtüsüyle ben kala kalmışken sessiz bir
saltanatı sürdürme kaygısı dahi gütmezken. Kim bilir belki de sultanıyımdır
saklı mabedimin.
Duvarların rengi yok en
az ıssızlığım yalıtmışken beni görkemli evrenden. Hele ki uçuk pembe ise
sevdalandığım düşlerimin girizgâhındaki o sessiz izdüşümü bir nebze de olsa
sakin görünümlü mizacımın darmaduman gölgesinde demlenirken günden güne.
Muhafaza ettiklerim ki
kıdemli olduğum gün gibi aşikâr hele ki taviz verme ihtimalimin dahi olmadığı o
uzun soluklu öğretiler ben çalakalem çizmekteyken her bir ismin üzerine.
İlk olduğu her ne kadar
önem arz etse de görünen o ki sonlanmadı hikâyem henüz. Ölçüt kılındığım ya da
enine boyuna beni ölçerken ellerinde önyargıları ile mil çekmişler belli ki
gözlerine de safran sarısı imgeler bile yankısını kaybetti gittiğinden beri.
Birileri sürekli devinmekte
ıstırap dolu kimliğim ile bir türlü boy ölçüşemezken kırık hatırat dolu tavan
arasında bir şeylere çarpıp daha da çökelttiğim yaş dolu tezahürü şu sıkılgan
mizacım bir türlü birilerine denk düşmeyi bilemezken.
Kerelerce söyledim oysa
tasvip etmediğim ne varsa ve defalarca da örselendim kilit kurcalanırken. Belki
bir saç tokası bile yeterdi kilidin işlevini yitirip içeri sızmaya. Sızlamamı
yor mu içim sanırsın tefekkür halinde olsam bile sarkaç çoktan çıktı
ekseninden.
Koyultulmuş duvarlar
üzerime üzerime gelmekte ben çoktan yaşama ritmimi savurmuşken arkasından kova kova
gözyaşı döküp de. Ne tuhaf kurudu göz pınarlarım epeydir. Sanırım ağlamayı
özledim ve incinmeyi belki de. Düşün artık nasıl bir ruh hali miras kalmış onca
devrik cümlede ismim telaffuz edilirken. Sakıncalı ne çok söylence hele ki
ihbar ettiğimden beri daha da kıymete bindi varlığım.
Dizlerinin dibindeyim
hüznün kaç zamandır. Yılını da unuttum gününü de ama az kaldı sonlanmasına bu
döngünün. Has bel kader içime akıttığım ne çok sözcükten ibaret iç yangınım.
Körelten tümceler hala zihnimin derinliklerinde hatta ve hatta çocukluğumdan
kalma ne varsa kirletilmeye çalışılan masumiyetimi her daim yargılayan. Hayat
ne tuhaf… Birileri yaşasın diye mağlubiyet gerekmekte yaşam kaygımızda.
Birileri illa ki mutlu
olacak lakin niye mutsuzluğun ibresi yüzüme dönüktür çözebilmiş değilim.
Tüketilen kimlikler
sanırım tüketilmişliğin getirdiği hezeyan ile daha da önem arz etmekte
akbabalar doysun diye. İyi de bana böyle öğretilmedi ki.
Az mı dil döktü
bizimkiler ve az mı yediler başımın etini. Demediler oysa ‘’mutsuzluğu
insanların tek gıdandır’’ diye.
Külfeti o kadar bariz
ki ve içine düştüğüm onca yanılgı her daim yenilginin getirdiği hezimet ile
hesap verirken Tanrı’ya.
İnancım hiç bu kadar
ivme kazanmamıştı. Oysa ki isyan edeceğime kainiydim önceleri. ‘’İşte’’
diyordum kendime:’’Vakit doldu. Hükmedenler mademki galibi bu oyunun sen de al
başını iki elinin arasına ve söyle son cümleni.’’
Değil son ilk cümlemi
bile arz etmemişken nasıl yeniden dönerdim hücreme. Varsın tek kişilik bir
mabedi sığınak belleyeyim. En azından kendi sarayımın sultanıyım ve aynalarla
da aram gayet iyi. Hele ki gün bitiminde Tanrı beni sorguya çekerken var mı
benden mutlusu. Hala parlıyor gözlerim kaynağını bilmediğim bir ışıkla. En çok
da buna şaşıyorum doğrusu. Bunca yıkımın ardında nasıl oluyor da bir enkaza
dönmektense dimdik ayaktayım.
Biliyorum ki bir
tuhaflık ile iştigal etmekte benliğim. Sırrını çözemesem de haz ettiğim da ayrı
bir gerçek. Sanırım vakti zamanında kafa patlattığım psikoloji kitapları yapmış
yapacağını. En azından kendime yabancı değilim. Varsın dünya ahalisinin
metrelerce uzağında tek ayak cezasına çarptırılayım. En azından ayağımın birini
dinlendiriyorum varsın hala kaygı duyayım ‘’ya sonra’’ deyip. Zaten rahat batar
bana. İlla ki bir arıza çıkarmalıyım ki çözme telaşı ile derin bir iç çekeyim.
Adlandıramadığım anlamsızlıklar sanırım acı eşiğimi yükseltmekte.
Ne zaman girişken
addettim ki kendimi yoksa önceleri bu kadar durağan değil miydim de sonradan hâsıl
olan bir pervasızlık mı benimki günü de geceyi tıkarken hayat ağacımın dibine.
En azından gölgesinde demleniyorum üç beş gün sonra zaten boy vermekte düşlerim.
Ne bitimsizmiş hayal gücüm hala hayıflanabilmekteyim de üstelik yarın neye kafa
yorsam değil.
Dipsiz bir telaş
benimki ve dipsiz bir dışa vurum cümleler sırıtıp dururken hava boşluğunda.
Meyve toplar gibi koparıyorum her birini ve diziyorum beyaz bir sayfaya. Sanır
mısın ki haz etmeyen nicesi niye bu denli muhalif hele ki görmediğime kani olup
da gözlerini kaçırırlarken yerli yersiz. Her şeye vakıfım Tanrı’nın her şeye
muktedir olup beni korumasına şükrettiğim kadar.
Yetmez ne kelimeler ne
de günler ben hala arpacı kumrusu gibi düşünüp de bir türlü gelememişken sona.
Daha ne ki bunlar hele bir çıkarayım şu son üç beş senenin acısı daha da
çözülecek dilim.
İmgeler seğirtmekte
gözümü ben seğirtirken konudan konuya. Aklıma gelmişken, deyip bir türlü
sonlandıramadığım onca kehaneti de işin içine kattık mı… Elimdeki sihirli küre
belki de tüm alınganlığımı nüktedanlığa dönüştüren.
Yüz görümü belki de şu
üç beş cümle hele ki müptelası olmuşken hayatın her ne kadar kapı dışarı
edilsem de zaman zaman bu yüzden kapımı aralık bıraktım. Sızan ne varsa ya da
sızlatan ama illa ki beni ben yapan…