Rahatlatıyor beni. Gölleşiyor sanki dinginliğiyle… Küreğin
suya vuruşu var sesinde.
Ben de o küreğin çekildiği kayıktayım. Ayaklarımı göle
sarkıtmış, çocukluğumdan kalma bir ninniyi dinliyorum. Görünürde konuşan bir
kadın var sadece oysa… Sözleri tamamen bu dünyaya ait… Herkesinkine benzer
dertlerden, umutlardan, planlardan bahseden… Bir gölde kayıkla ilerlemeyi
engelleyecek kadar hayatın ortasında bir yerlere dair…
Peki nasıl oluyor da ben bu ılıklığı hissediyorum
ayaklarımda?.. Suyun tatlı tatlı yalayışlarını tenimi… Bu kadın nasıl bir
yandan beni en gündelik, en sıradan şeylerle dolu bir dünyaya çekip dururken,
bir yandan da dağ başındaki bir göl dinginliğini koruyabiliyor sesinde?
Bana birkaç haftadır devam ettiğim yoga kursunu
soruyor. Kaçtığım sığınaklardan biri de o kurs… Onun sesi gibi çok uzaklara götürüyor beni, içimde yarattığı o sessizlikte. Onun sesi ve içimdeki sessizlik
ne kadar da benzeşiyorlar.
Kapı vuruluyor birden. Sıçrıyorum yerimden. Hiç böyle
denk gelmemişti… Ben varken kapı bir kez bile vurulmamıştı hiç. Gözümün önüne
bin türlü sahne geliyor birden… Komşu bir kadın var birinde… Daha kapıda
başlıyor içini dolduran şeyleri boşaltma işlemine. Birbiri ardına soluk almadan
dizdiği onca cümle “daha anlatacak çok şey var” diye haykırıyor.
“Ne olur öyle olmasın!” diye diliyorum içimden. “Birkaç
saniyelik bir konuşma sonrasında çekip gitsin kapıdaki her kimse. Her şey
önceki düzenine kavuşsun. Ben yine ayaklarımda o tatlı ılıklığı hissedeyim.”
Kapıyı açmak için yerimden kalkıyorum. Ayaklarımı bin
bir zorlukla sürüklüyorum oraya. Tam kapıyı açacakken gözlerimi sıkı sıkı
kapıyorum, önemli bir dilekte bulunmadan önce her zaman yaptığım gibi. “Lütfen
içeri girmesin!” diyorum içimden. “Bu dingin gölde biraz daha gezinebileyim.
Daha O’na anlatacaklarım var. Yüzünde sözlerimin yansımalarını seyredeceğim. Hayatıma
dair alacağım kararda bana yol göstermesine ihtiyacım var çünkü.”
Kapıda genç bir adam var. “Göl mü demiştin?” dercesine
süzüp duruyor beni yemyeşil gözleriyle… Hacer Teyze’nin sesiyle sıkı bir yarışa
tutuşturmuş gözlerini… “Ben de gezdirebilirim seni.” diyor sanki. “Huzurun
yanına başka duygular da katarım hatta. Geçici bir körlük yaşarsın benleyken. O
zaman hiçbir şeyden kaçman da gerekmez zaten. Bulunduğun her yerde beni görürsün
çünkü.”
Az önce kapıyı açmadan evvel içimden geçirdiğim dileği
geri alıyorum hemen. Sesli dilememişim iyi ki! Yoksa Hacer Teyze’nin garipseyen
bakışları karşısında renkten renge girmeme neden olan bir süreç içine girebilirdim.
Gözlerimdeki parıltı bir çeşit itiraf olurdu çünkü, kapıdaki şahsa dair.
“Dengelerimi alt üst etti bu adam” demek olurdu bu bir nevi.
Şimdi az önceki dileğimin tam aksine kapıdakinin içeri
girmesini, kendi yaşamına ait malumatlarla dolu uzun bir söylev çekmesini
istiyorum bize. Bir kadının gölgesini hissettiren cümleleri duymaktan deli gibi
korkarak, ama bir yandan da çılgın bir umutla bunun tam aksini müjdeleyecek o
sihirli cümleyi duymayı bekleyerek uzun uzun dinlemek sesini…
“Erkan, sen mi geldin? Gel gel, otur şuraya. Artık
uğramaz oldun hayırsız. Güzelin birine gönlünü mü kaptırdın yoksa?”
Bu adam iki saat konuşsa hakkında bu kadar malumat
alamazdım herhalde. Hacer Teyze’nin bir bağırmadığı kaldı “Bu yakışıklının hayatında
bir kadın yok!” diye. Yine her şeyi gördü o her zamanki derin sezgisiyle. Zaten
beni buraya sık sık koşturan da bu özelliği değil mi? Herkesten fazla gördüğü
için beni, işi gücü bir yana bırakıp almıyor muyum soluğu burada; kendinden
başkasına körleşmiş insanların arasında görünmez olmaktan bıkınca… İşte yanıltmadı
bu kez de… Beni yine görebildi. Muzip muzip bana bakıyor şimdi.