Çok yorgundum. Diyarbekir sıcağı, ağustos ayı. İşyerinde gömlek sırılsıklam. Odada ter kokusu buram buram. İnsanın bunalma zirvesinde geçirdiği anlar.
-Mehmet Ali Hoca’yı aramıştım…
-Hayırdır?
-Kendisiyle görüşecektim…
-Benim.
Adam, beni baştan aşağı süzdü. Beklediği için hayal kırıklığına uğramış gibi.Beni görünce halinden memnun olmamış anlaşılan:
-Buyrun oturun.
İstemeye istemeye gösterilen yere oturdu.
-Hoş geldiniz.
-Hoş bulduk.
-Ne arzu edersiniz? Çay ya da soğuk su…
-Su alayım…
-Pekala.
Gelen suyu bardakta sunmam imkansız. Zaten pet şişede. Bekle bekle bardak gelmez. Soğuk suyun pet şişeyi ıslak hale bırakışı karşısında, kapağa uzanan eli bardağı beklemenin absürd olduğunu gösterdi:
-Bu sıcakta hayırdır? Ne için geldiniz?
-Sizin burada çalıştığınızı öğrendim. Ziyaret edeyim dedim.
-Çok iyi yapmışsınız. Ben de zamanın nasıl geçeceğinin sıkıntısı içindeydim. İyi ki siz geldiniz.
-Diyarbakır ile ilgili çalışmalarınızın olduğunu duydum.
-Doğrudur, zaman zaman bir şeyler yzamaktayız.
-Merak bu ya… Bir yazarla tanışmak istedim.
-Ben öğretmenim… Siz, ne işle meşgulsunuz?
-Ben mi?
Zaten odada ikimizden başka kimse yok. “Evet “ dedim kendi kendime davetsiz misafirin yüzüne karşı”Evet siz neyle iştigal etmektesiniz?”
Davetsiz misafir, kartvizitini gözümün içine sokarcasına uzattı:
-Şair-Yazar
Anlamıştım, karşımdakinin boş biri olmadığını. “Demek Şair ve aynı zamanda yazarsınız .”
-Evet Şair ve Yazarım.
-Yazılarımı okudunuz mu?
-Okudum. Yazdığınız üç kitabı da okudum. Ayrıca makalelerinize da hayran kaldım.
-Çok teşekkür ederim.
-Benim yazdıklarım var. Size göstermek istedim.
-Ne demek, size yardımcı olmayı isterim. Bir yerde çalışmakta mısınız?
-Yok. Ben bir yerde çalışmıyorum. Bir ara gazetecilik yaptım.
-Güzel. Aslında ben de gazeteci olmayı isterdim. Binaenaleyh şehirdeki yerel gazetelerde çalışmak zor. İstenilen maaşı almak bir hayal.
-Gazetecilik güzel bir meslek de işin içinde pişmek lazım.
-Ben, resmî işte çalıştığım için bu olanağa sahip değilim. Daha önce devlet memurları gazetecilik yapabiliyordu, avukatın öğretmenlik yaptığı gibi. Fakat şimdi bu söz konusu değildir.
-Ben de aynı kanaatteyim.
Benim davetsiz misafirim, hiçbir şekilde açık vermiyor. Kim olduğunu bilmekten uzak olan ben, tereddütler içinde kaldım. Acaba niyeti kötü biri mi? Yoksa bu soğuk bir şaka mı? Adam kim?
İmdadıma bizim hizmetli yetişti: Günahım kadar sevmediğim hizmetli, o anda bana dünyanın iyiliğini yaptı:
-Müdürüm, öğle yemeğine çıkacağım. Gelir misiniz?
Oğlum sen nereden çıktın? Niçin az önce gelmedin?
-Beraber çıkalım.
-Elbette.
Hizmetli sağı-solu temizledikten sonra işini iyice yapmış. Vekâlet bende olduğu için elbette birazcık da olsa insanın pozisyonu değişmez mi?
-Ne arzu edersiniz? Yemeğimiz buraya mı gelsin yoksa dışarıda mı yiyelim?
Misafirimiz, dışarıda yemek yemeyi uygun buldu.
Biz de "şeher çocıği" olmanın zerafetiyle kendisini kırmadık.
İşyerinin kapısını çektik ve dışarı çıktık.
Yolda bir araba park halinde. Hizmetlimiz de beraberimizde. Mecburen arabaya bindik.
Gittiğimiz Ofis semti. Daima ekmek arası ile idare ettiğimiz öğle vakitlerine benzemeyecek bu gün. İş yerinden fazla uzaklaşmadan bir lokantanın önünde durduk.
-Az ileride başka bir yer var.
-Kesinlikle olmaz, yemeği burada yiyeceğiz.
Tanımadığım yabancının emri demiri keser. “Eh!.. Öyle olsun. Zaten hava sıcak.”
Oturduğumuz masa hemencecik donatıldı. Misafirimiz ev sahibi kadar rahat. İstediğimiz siparişler geciktirilmeden önümüzde.
Hizmetlimiz, bir göz isterken iki göze kavuştu:
-Ayran rica edecektim…
-Buyrun efendim.
-Tasta getirseniz…
-Elbette efendim.
Misafirimiz yemeği yemeğe devam ediyor. Ben oldukça ürkek gidiyorum. Ne olur ne olmaz. Arada bir etrafa bakmadan edemiyorum. Tedirginim, açıkcası.
Yemek boyunca kısa konuşmalar, paslaşma şeklinde:
-Hocam televizyon programınız ne oldu?
-Birkaç ay devam etti. Baktım ki sponsor yok. Masrafları karşılamaktan uzak aldım. Şimdilik dondurdum.
-Üzüldüm.
-Ne yapalım, bir deneyelim dedik, olmadı.
Arada bir gelen ikramlar. Hizmetli olabildiğince rahat. Ben hesabın derdinde değilim de bu adamın kimin nesi kimin fesi olduğunu anlayabilmiş değilim. Hizmetli, beni adeta yok sayarak sordu:
-Fesih Abi, buranın sahibidir.
-Ya öyle mi?
-Evet, ben buranın sahibiyim. Emekli öğretmenim. Bulunduğunuz okulda oldukça çalıştım. Sizi tanımak için sabırsızlandım. Ben de zamanında şiir yazdın, makale yazdım.
O anda hizmetliyi dövmek geldi içimden. “Be oğlum, madem tanırsın da neden söylemedin?” Bunca zaman kan ter içinde kendi kendimle boğuşmam, kalp krizinden gitmem olası iken senin zıkımlanman?”
Elbette, nezaket dairesinde sahte gülümsemeler… Meğer , adam bizim programların bir kaçını seyretmiş. Pek de beğenmiş. Hatta işyerinin ismini bile programımızın ismiyle değiştirmiş. Her şey olup bittikten sonra dışarı çıkınca rahatladım. Lokantaya bakarken programın isminin tabelada yer aldığını gördüm: “Diyarbekirim Lokantası”
( Diyarbekirim Lokantası başlıklı yazı MehmetALİ tarafından 21.01.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.