“Deli gönül melûl olup ağlama
Her ağlamanın elbet bir gülmesi var”
Diyarbakır Halk Musıkîsi’nden

“Gülümse” demiştim sana “Ey Şehir” gülümsemeni arzulamıştım, tüm içtenliğimle.Ruhumun en köşesinde sana olan hasretimi, sevgimi dillendirmiştim; riyadan uzak, saf ve temiz şekilde. Sana olan bağlılığım, Mecnun’un Leyla’ya olan kavli misali.

“Aşık-ı sadık menem” dercesine. Senden ayrı düşmeyi, gurbetle eş saymıştım. Gurbette sürgününü yaşayanın acılarının kat kat üstünde kahır yüklü bilirim,
kalemimi.
Sensizliğin verdiği ıstırabın derecesini ifade edememem, kelimelerle. Suskunum şimdi ey şehir!...Suskunluğumu dile getirmekten bile sıkıntı duymaktayım. Bu suskunluğumu dile getirememenin kederiyle kahrolurken, baharında son baharını geride bırakmış olmanın
verdiği görüntüde saçımda siyahtan eser kalmadı.
Suskunum ey şehir suskunum. Suskunluğumu bozma adına kasem etmedim, yemin içmedim. Bana suskunluğumu bozacak manzaralardan eser yok, şimdi. Suskunluk orucumu, hangi iftarla açayım? Hangi konuşmayla orucumu bozayım? Orucu nasıl kırayım ki bu akşam
deminde, bilmekten uzağım.
Çok konuşmanın vebalinin altında çökük omuzlarım misali gönlümdeki kırgınlığa
dermanı nerede bulayım? Bedenim birçok vebalin yüklendiği ruhumu taşımaktan aciz
düştü artık. Ruhum kafese tıkılan kuş misali kendini mahkûm hisseder oldu.
Hangi kelimelerle dillendireyim acımı? Hangi kelimelerle tanıtsam kendimi? Sana olan
bağlılığımdan yana şüphen olmasın. Sendeyim ve seninleyim. Ne dersem üç kelimemden
biri adeta sensin, sen oldun benim için yâr ve gezdiğim her diyarda seni arar oldum,
Mecnun misali.
Suskunum ey şehir suskunum. Denilse eski neş’e üzeri şiirler yaz. Yazamam gayri
kolum kanadım kırık. Kaleme uzanmaya varmaz oldu elim ve söyleyemez oldu dilim.
Bülbüle bahçeye girmeme cezası verilince kargaların sesleri zonkluyor, beynimde.
Ondandır konuşamamam. Ondandır suskunluğum ve içime kapanıklığım. Ondandır, seni
anlatamamam.
Nicedir güller koparıldı gül bahçenden. Bu güllerin koklayanı kim? Niçin ağaçlar
dikilmez kuruyan güllerin yerine? Her tarafta zakkum ağaçları yetiştirilirken,
güllere ne kastı var bilinmez ellerin? Her yakada taşınan yapma güllere tahammülüm
kalmadı, gayrı. Kaldıramıyorum, bu zilleti. Koklama yeteneğimi kaybettim, duyma
yeteneğim gibi.
Suskunum ey şehir suskunum. Çarpıklıkların şahikaya çıktığı ortamda gördüğüm
manzaralar ve manasızlık, beni gün ortasında karanlığa mahkûm kıldı. Gecenin
ilerleyen saatlerinde karanlık, bana daha tatlı görünmeye başladı. Gecelerin nurlu,
aydınlık sabahlarını beklerken içine düştüğüm durumu anlatmaya mecalim kalmadı,
takatsiz düştüm, bırakıldım.
Suskunum ey şehir suskunum… Dokunmak istemiyorum adeta hiçbir şeye. Etrafım kirliliklerle dopdolu. Yüzler kirli, konuşmalar kirli, mülevveslik içinde yüzen
saygı ve sevgi kirli. Hangi denizde arıtmalıyım ruhumu, hangi nehirde yıkamalıyım
ruhumu?
Neye el atsam, kolum kopacakmış gibi bir his var içimde. Korkularım korku içinde bende korku üretir oldu. Ben nasıl yaşar, dururum bu hal içinde? Benliği yok edilmiş
insanım artık, hissetmeyen, duymayan, konuşmayan, düşünmeyen… Minareler bana yabancı
kaldı, ben minarelere. Hangi çan sesleridir, zonklayan beynimde? Ekranlar kirli,
sayfaları gazetelerin okunmaz oldu. Kitaplar, öğreten olmaktan çıktı.
Suskunum ey şehir suskunum…. Tat alma duyusunu kaybettim. İçtiğim sudan lezzet alamaz oldum. Ne ekmeğin bereketi kaldı ne yenilen yemeğin nefaseti…
Dünya hayatıma dair beklentim kalmadı artık. Ölümünü bekleyen yaşlıya döndüm. Ömür
sermayesini tüketen hovardanın biriyle karşılaştırıyorum, kendimi. Nerede benim
yitiklerde kalmış yaşantım? Bana baba diyen çocuklarımın görüntüsü. Çocuğunu
kucaklayan, koklayan annenin merhamet çağıltısı kalmadı, göz bebeklerinde. Herkes
bir şeylerin peşinde… Hayata gereği gibi bakılmayan ortamda ilahlaştırılan meta, her
şeyin kurtarıcısı nisbetinde. Merhabalarda bile aranan menfaat oldu. Bir yudum suyu
bile vermez oldu, insanlar birbirine.
Suskunum ey şehir suskunum… Gözyaşı içine akıtan nice anne gördüm; kaybettikleri evlat acısıyla yanıp kavrulan. Rüyalarda bile mutlu olamıyor, insanlar artık. Her köşe başında mezar soyguncuları bekliyor. Nerede bir ışıltı varsa söndürülmek istenir oldu.
Sana dair hissiyatım değişmedi. Ben seninleyim. Benimle kalan olmadı. Gemisinde tek
başına bırakılan kaptan gibiyim. Karada gemi yüzdürülür mü? Karaya oturan hangi
geminin kaptanı rahat? Ne su var ne bir yardım… Kimi yaylarına ok görür oldu bizi. Sadaklarında beklemeye tahammülüm yok onların. Ben kendi bozkırlarımda olmak isterdim. Kendi sırrına esir olan köle misali seninle hemhal olmak sterdim. Alnımın
çizgilerinde ömrün sermayesinin hüzün dolu hatlarını kalınlaştıran zorluklar, benim
sana gelmemi kolaylaştırmıyor.
Söz haritasında avuç açıp dilenemem, dilenmedim hiçbir zaman. Af dilemek istenen
olmadım, uzağım bundan. Merhamet dilencisi olmadım, olmaktan uzağım. Başıma geçirilmek istenen taç olsa bile doğruyu söyleme adına reddederim, başkasına el bağlamaktan. Ben kendime bu sözü vereli ömrümün yarısı geçmemişti. Evde bekleyenim yoktu, parmağımda yüzük taşımazdım. Bilirim her çorak toprak bir yağmur bekliyor ve her suya hasret ağaç, bir bulut gözlüyor.
Suskunum ey şehir suskunum… Gönlümün kırık parçalarını kaybettim. Ben ruhuma
danışırken bedenim kayıplara karıştı. Acılara karşı gelemedim. Ondandır kendimi
kaybetmem. Uçacak bir serçenin kanadında kendine yer bulacak kadar hafif olan ruhum, fakir bir evde ekmeği ve suyu nimet bilen gönlüm, bedenle uyuşmuyor, bir türlü. Herkes farklı
giyinir, farklı konuşur oldu. Başka bir gezegenden mi geldim? İnsanlar bir tuhaf!...
Ben mi insan olmaktan çıktım da farkında değilim? Ben hiçbir piramidi açmadım, mumya soymadım ki lanete uğrayayım… Hangi hayat labirentlerinde dolaşıp ahlâk dışı muamelelere müstehâk kılındı, geleceğim?
Suskunluğuma esir kıldığım benliğim, ömrüm çıkmaz sokaklarında bilinmez
gecekonduların kaderini paylaşmaktadır. Ne zaman yıkılacağı belirsiz bir harabeyim,
artık. Yaşamın güzelliklerinden hangi kırılası eller mahrum etti, geleceğimi?
Çocuklarım, benim gibi insan olanların çocukları, dilerini bilmediğim insanlar… Hangi
boş bardağın dolu tarafında göründüğüm için cezalandırıldım? Ey şehir sana küskün
değilim. Sana küskün olsaydım, açıklardım küskünlüğümü. Benim tutunacak dallarımı
ellerimle kıranlar suçlu da ben masum muyum? Ben değil miyim, kendi manzaramda
katili ruhumun?
Ey şehir suskunluğumu bozmak istemem. Dahası çekip gitmem lazım artık buralardan. Çekip gitmem lazım ki içirmesinler yağan yağmur suyunu. Ben nice yağmur suları
gördüm. İçmedim o sulardan. Tacı da tahtı da sözdür, gönlümün. Bırakıp gidiyorum,
geride. Olur ya bir gün mirasımın sahipleneni çıkar ve iddia ederse sahiplemeyi, sor
şu soruyu ona:
-Sen hayatında doğduğun yere vefa göstermenin ne demek olduğunu bilir misin?
Cevabını verebiliyorsa bu sorunun, taht da onun olsun söz sultanlığı da. Zaten
kimse kabullenmez oldu, dürüstlüğü ve doğruluğu. Bari bizden yana “Miras bırakmadı”
demesin sonrakiler. Ben de bu mirası devraldığım insanların emanetçisiyim. Vefa
borcunu ödemedikçe bir insan, nimet ona haram olsun.
( Suskunum Ey Şehir başlıklı yazı MehmetALİ tarafından 7.11.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.