Dün mahsullü düşlerime
atıfta bulunduğum.
Bir berber bir berbere
mademki demediğini bırakmadı ben de sayar söverim ama kendime ve tüm cahil
imgeleri de bir torbaya koyup uzay boşluğuna bırakırım tabii ki de kendimle
beraber.
Münafık düşleri
reddettim madem münafık kelamın önsözü, olmazın olmazı bir cümle kurmak
istiyorum şimdi sonra da boykot edildiğim kadar boykot etmek değil de sevdiğim
kadar sevilmek.
Geçtim dünlerden
aslında kendimden geçmişim: dünden geçsem ne olacak hele ki her gün önünden
geçtiğim o perdeleri kapalı odayı görmüyor muyum?
Yalın bir sunumu mu
olmalı yoksa hayatın?
Nasılsınız efendim?
Zehir zıkkım olsun,
dememek adına… çok iyiyim, ya siz, demenin mahcubiyeti ile sırtını sıvazlıyorum
kalemin.
Of ki of, mirim, deme
hakkımı kullanıp yine dostlarımın yüreğinde açan sırnaşık bir sarmaşık misali
dolanıyorum da dolanıyorum sonra da her yeri kertenkeleler basıyor. Sanırım dün
haberlerde rastladığım o gizemli evin resmi takılı kalmış ön belleğimde belki
de soyut bir resim gibi gözüküyor lakin unutmadıklarımız değil mi ruhumuzun
asılı kaldığı o rahle?
Kuytularımı
sakinleştirip geniş mezhepli ve lakayt bir üslupla yoldan çıkanlara bakıyorum da…
bakmıyorum aslında ama onların bana baktıklarını görüp utanıyorum ve omzumdaki
küçük dostum söyleniyor:
‘’Başını kaldır,
gözlerini sil ve asla utanma. Utanılacak bir şey yapmadın ki sen!’’
Ve kayıt altına alıyor
ruhumdan geçenleri. Aklımdan geçenleri zaten yazıyorum aslında düşünce hızımdan
muzdaripim tıpkı tozlu amfilerde deli gibi not aldığım o yıllar gibi. Ah, ben
aklı evvel sakar kız: sonra da gider pişkince notlarını isterdim o ergen
görünümlü sarı lalenin.
Adı var ya da yok ne de
olsa ben adsızdım o yıllar ve karşılığında notlarımı vermemi teklif ederdi
münasebetsiz.
Aklı sıra bana nazire
yapacak. Neden vermeyeyim sadece uyarırdım:
‘’Çok karışık.’’
‘’Merak etme, ben
çözerim.’’
Nereden bilecek
garibim, aldığım notların yarısının İngilizce kısaltmalarla dolu olduğunu.
Ertesi gün gelir kafama
fırlatırdı:
‘’Of, ne karışık.’’
Sonra da tutardı
karnını.
‘’Az kaldı doğuma.’’
‘’Allah tamamına
erdirsin. İlk değil mi?’’
Gülerdi pişkince.
‘’Yok canım, üçüncü
bu.’’
Oysaki ben on üçüncü
balığımı dahi yaşatmazken…
Anaç yürekli kadın!
Zaten dördüncüye hamile
kaldığında kızı okuldan atmışlardı.
Notlar ise durduğu
yerde dururdu ve listenin başında benim ismim ama görmezdim bile ne de olsa
okul çıkışı hastaneye gitmem gerekiyordu hem de her gün.
Belki de acılarımın en
yoğun olduğunu sandığım bir dönemdi ve insanlar acımaklı gözlerle sorardı bana
hastane günlüğümü:
‘’Baban nasıl oldu?’’
Nasıl olacaktı ki adam?
Günbegün eriyen bir adam daha doğrusu erimiş bir buz kitlesi ve kayboldu
kaybolacak gözden.
Peşi sıra annemi
sorarlardı:
‘’Sahi, nasıl oldu o
kaza Gülüm?’’
Yoksa kazara bir yere
mi çarpmıştım ve ezberimden okurdum aynı metni:
‘’Çarşı dönüşü bir
kamyonun çarptığı elektrik direğinden düşen cam parçası yüzünden ayağı parçalandı.’’
Of, derdim kimseler
duymadan. En iyisi biraz yürürüm hastane dönüşü sonra da iki üç kilo sebze alıp
eve giderim.
Dünlerimi gömdüğümü
sandığım her yeni gün yeni hayaletler geliyor sanırım hayatın ağır aksak
ritminden çaldıklarım kadar da çaldıramadığım onca hikâye üstelik metinleri
sadece bana ait ve ben artık hangi akla hizmetse yazmayı meziyet bellemiş
ötesinde geçmişin hezeyanında dişe dokunur bir şeyler yapma kaygısı ile
ıslandığım kadar da ıslattığım satırlar.
Türevi yoksunluk belki
de.
Ya da nidaları olmayan
bir geceden mi çalıyorum da gece bekçisi unvanına layık görülmedim?
Bir anlatı.
Bir done.
Bir rabıta.
Aslında beni bana
sunan.
Sonra da beni benden
uzak tutan.
Sihri sanırım gecenin
ve de hüznün.
Belki de arakladığım üç
beş hatıra yine geçmişi mimleyip geleceği de garanti altına alma kaygısı…
Kendimi kendime peşkeş
çektiğim kadar da umarsızlık tavan yapmışken ve ben tüm mahcubiyetimle
insanlardan bir şey istemeye korkarken: hatta beni sevmelerini dileyip de…
dilesem de dilemesem de asla bir kıstas olmadı bu sorgulama, benim birilerini
sevmem için ve korumacı bir güdüyle sahiplenip… aslında kendimi sahiplenmekten
yorulup sahipsizliğin fıtratında kelaynak bir imge kadar da tutarsız belki
derin bir hiciv ile hayat beni ötelerken ben hayatı daha da önemsemeyi şiar
edinmişken hem de kendimden katbekat fazla.
Neden gocunayım ki
sevmekten hele ki bihaber kim ise sevilmenin coşkusuna nail olmamış başım gözüm
üstüne hem de duyularımdan asla feragat etme gereğini de hissetmediğim bilakis
insanlığımı ve yaşama sevincimim doya doya yaşayıp altın bir tepsi içinde
yeniden evrene boca ettiğim…