1 Ortak Sırlarımız...


Ortak sırlarımızı satılığa çıkartıyorum olmadı kiralayabilirim de. Belki ufkumda belki utkumda yoksa içimde ukde kalanlardan mı korkmalıyım?

 

Zaruri ne ise başımın üstünde yeri var: önce ahlak bekçilerinin sonra gotik tanrıların sonra da hiçliğimi öğüttüğüm ben-merkezcil ruhumda soyut bir aktarım adına.

 

Matematiğin soyut gerçekçiliği ve somuta dayalı sunumu.

 

Zıt kavramlar ve zıt kutuplar belki de kutuplaşmanın çatlak sesi.

 

Neyi ne amaçla yaptığımız değil neyden kaynaklanan bir duruş bozukluğudur içimizin Şimali, göğün yalnızlığı ve şairin kırptığı yıldızlar.

 

İç sesimin durağanlığında geçen kırk yılın nihayetinde yazarak evrim geçirdiğim şu asırlık kaygılarımı da tümleyen bir tümceyi ruhani bir edim belleyip, zafiyetlerimi dondurduğum.

 

Çömez şiirlerime çömeldiğim, kanatsız meleklerime dua ettiğim aslında severek dirildiğim; surelerde hidayete dokunduğum ve aklımın katmanlarında üreyen deyişler yine el yordamı dokunduğum ve sevdiğim nice insan ve cehaletimi yargılayıp, bir tını kondurduğum hayatın da durağanlığına rest çektiğim…

 

Kerelerce yanılmış olmak belki de miadı dolmuş bir ülkünün değiş tokuşu yine o izafi yörüngemde, kâh çatık kaşlarıma astığım notalar ya da ansızın içimden süzülen bol neşeli kahkahalar: belki duyulmadığım bir ömrün de izdüşümü gerçeklerin gerçek dışı uzamında hayal yüklü heybemi de boşalttığım şu izafi satırlar.

 

İyilerin resti belki de ve kötülüğü mimlerken masumiyet, ben hala nasıl oluyor da korumacı bir kurama yaslanıp, zayıflığımın gücüne de ortak çıkabiliyorum?

 

Kafa karıştırıcı olsa da bu ikilemler sayesinde ayaktayım gerçi çömeldiğim ve güncellediğim rotam pek de abartı değil lakin hafif meşrep söylemlerini cihanın görmezden gelip dayatıyorum iç sesimi ve çömleğimde ne varsa bir bir alıyorum boşluktan ve asıyorum duvarına içimin beyazında koyulmaya yüz tutmuş bir isyanı da bastırıp af dilediğim Yaratan sayesinde düze çıkmanın verdiği huzurla, bir bir donatıyorum içimin konfetilerine sahip çıkmak şöyle dursun sancağımı da diktiğim içimin en yüksek tepesinde Kaf dağından uzak bir bölgede yine alçak bir rakımda sadece ve sadece kendimle cebelleşip içimin kurağını bir ovaya dönüştürebilmenin verdiği haz ile.

 

Ne de olsa insanlığın yapı taşı bunca meziyet belki de yorgun ahkâmlardan arakladığım o iç ses ile tüm menfi yönlerini içimin dalgalarına buyur ettiğim göreceli bir sığınak iken yine düştüğüm yollarında hayat denen mecranın, mutluluğun da pek uzak olmadığına hem fikir hele ki mevzu bahis; içimin ırmaklarında süzülen yetilerimin gölgeli sağanağı olsa da bir tsunami kadar kendini bilmez lakin kendimi anbean bulmanın verdiği şevk.

 

Zamanın tarhında, ödünç aldığımız mı hayat yoksa bire bir sunduğumuz bir süreç mi? Göreceli zamanın görkemli kaybı aslında kazanım babında her yeni yenilgi ve nihayetinde vakıf olduğumuz gerçekler üstelik burnumuzun ucunda gelin görün ki; kaybettikten sonra kıymete binen.

 

Sanatın dokunuşunda yine insan ruhuna hitap eden o dingin mecra belki de Tolstoy’un bir söyleminde rastladığım şu ufku engin o derin cümle:

 

‘’Sanatın asıl amacı, insan ruhuna dair hakikatleri söylemektir, gündelik sözlerle söyleyemeyeceğimiz bütün sırlar dile getirilmelidir.’’

 

Ortak sırlar.

 

Kolektif bilinçaltı.

 

Depresif bir tını mı yoksa kelam üsteledikçe bizler de bir ömür iteklenmenin acısın satırlardan çıkarırken?

 

Gizemin da ayak sesleri hani; söylenmedik ne kaldı diye düşünürken ansızın fark ettiğim o İlahi açılım: henüz ne anlattım ki?

 

Sanat.

 

İnsan.

 

Birbirini tümleyen ya da ayrı bakış açılarının dengeye geldiği yine de ikilemlerin ruhuna bolca rahmet gönderdiğim/iz.

 

Ola ki izah edeyim; aklımın kıvrımlarında dans eden buğulu bir düşünceyi biliyorum ki; tanı anında konulacak sanırım hassasiyetin ölçümü bir anlamda ölçemediğim ya da tahmin etmeyi sonlandırdığım tepkiler üstelik boyutsuzluğum zaman zaman şahsımı dahi ürkütürken.

 

Hezeyanların dibinde körelmek hem de ömür boyu ve basit detaylar yine ölçümün ifrata kaçtığı bu anlamda sayısız kere terk edildiğim ve muteber sıfatlarla yolumun kesişip kaygılarımın da göğe uzandığı ve derken aklımın çatı katında İlahi Gücün temasına haiz olup kendimi unuttuğum belki de ertelediğim nice gölge ya da kaçındığım bu anlamda yalnızlığın sunumu ile çoğaldığım gerçeği yine yazarak yine severek belki de korktuğum yoksa sevip sevip sevilmekten yana mı korkularım?

 

Hayal kırıklığına uğramak şöyle dursun hayal kırıklığı yarattığım ve içimin deforme olmuş katmanları ve parçalı bulutlu göğün şanına yaraşır şekilde gerisin geri kaçtığım sonra da sözüm ona sevginin çıtasını yükseltip, ya ‘’yeteri kadar sevmeyi beceremiyorsam’’ kaygılarım çıkmışken ayyuka.

 

Sefer tasına koyduğum dünün kalıntıları ve küfleneceği yere kıymetlenen iç sesimle ortak bir dil geliştirip kilitlendiğimden de medet umup, yüreğimin paslı kilidini teslim ettiğim okuyucu.

 

Hoş bir enstantane.

 

Okuyucu kimliğimi erteleyip yazmanın keşfine çıktığım kısıtlı bir zaman dilimi sanırım verimli olmasını arzu ettiğim bir sarmalda ben hala neyin kavgasını veriyorsam üstelik içimin çatışmalarında, o küçük kız çocuğunun ürkek bakışlarına da toz konduramazken…

 

Belki de yazarın o şaşalı ikilemi:

 

‘’Kötülerden tiksiniyorum. İyi olmaktan da usandım. Bu ikilemi istemiyorum artık. Ama ahlak devrimini de beklediğim yok. Şimdilik tek tesellim sanat, özellikle de edebiyat. Ne yapabilirim bu durumda?’’ (Alıntı)

 

Biliniz ki son cümle benim eklediğim bir soru ve eki idi sanırım tevekkül etmenin de gücünde ben yine yazarın sorusunu yanıtlamak isterken.

 

Belki evreni ve olanları değiştirecek güçten yoksunuz lakin bu demek değil ki; takılıp kalalım anda ve dünde.

 

Fevri bir sunum da olabilir yüreğin akıbeti hele ki mevzu bahis; ufkun nazarında çıktığımız yolculuğun sarsıntısı ile içimiz iki büklüm olurken.

 

Nedenler, niçinler.

 

5N1K.

 

Sanırım eklememiz gereken bir sorudan ziyade cevapların olmadığı soruları yok sayıp ürettiğimiz hayallere sahip çıkmak tıpkı ortaya çıkan sırlar gibi.

 

Beyazın siyaha çalımı.

 

İyinin kötüyü yok sayması belki de.

 

Muhatap olduğumuz yine içimizin karesinde sunmak varlığımızı belki gecikmeli belki gereksiz ama bir şekilde sunmak ve sınamak yine benliğimizi üstelik sınandığımızın da bilincine varmadan hele ki en büyük düşmanımız nefsimizle olan restleşmemiz iken.

 

Bilmek aslında tek gerçeği ne de olsa ipucu yine içimizde saklı üstelik bireysel kaygılardan arınıp sosyal güdülemenin de bir sonucu iken varlığımızın şekillendiği.

 

 

( Ortak Sırlarımız... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 29.08.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.