Haydi, çal sen de…
Neyi mi?
Önce kalbimi, dememi bekleme
asla:
Küçük kaprislerimi
örten saf kan masumiyetim,
Gölgelere sığdırdığım
düşkün ve adsız cümlelerim…
Ya da koy sen adını bu
hezimetin
Ve uçur beni göklere.
Teneşir patlasın bu
sefer aşk’ı,
Gıyabında yazdığım
vasiyetimin ilk ve son cümlesi…
Kap ucundan azıcık ve
doyur evreni aşk’la
Hele ki erimesine bile
izin verdiğim
Pamuk şekerim.
Islak ve azıcık kaygan,
Bir o kadar yaftalanan
çocuk sevinçlerim:
Kıymazsın oysa sen,
bilmez miyim:
Hadi ör saçlarımı sepet
sepet,
Nidalarım sona saklı
anne,
Yeter ki sakla, sen
beni yüreğinde.
Ölü günlerden çaldığım
üç beş hece:
Son itirafımı imzaladım
istemsizce
Ve sitemi günah
belleyen
İşin içinden
çıkamadığım o yırtık günce.
Kopçala hadi beni,
İliştir yakana:
Tümden gelen her
cümleyi de yok say
Hatta beni bile çıkar
gözden:
Görüp göreceğin en ırak
tefrikayım,
Altına attığım her
çentikte
Yoksunluğunu ibadet
sayan.
Sondan bir önce,
Varamadığım o yakada
gizli tek bir heceye
Denk düştüm,
Kayıp bir koordinatın
müdavimi sakil bir yönerge:
Altında imzası
Yaratanın;
Sözlere ırak bir
cümleyi teselli sayan bir faniden arda kalan:
Gölgemi kaybettiğimden
bu yana,
Hiçliğin muteber
tınısına sükûtu denk sayan.
Kolsuz kanatlarıma
iliştin madem,
Kinayesi engin ya
mertebesi nerelerde saklı tuttuğun mecalin?
Gönül gözünü yorma sen yine
de:
Kar say tüketmeyi seven
kinci lügatini,
Densiz ve sırdaş bir
yüreğe ne şüphe?
Sonsuzluğun rütbesine
dokundun bilip bilmeden.
İşin aslı, deyip de
çıkmazken işin içinden,
Muktedir hazana
giydirdiğim en renksiz gömlek:
Al işte, yine
nasiplendim eylülden:
Hele ki isi karası
çağlayan mütecessis gölgelerden.
Randımanı düşük bir
beyanat:
Kâfir bir imgeden çıkıp
da yola sonunu getiremediğim
Kim bilir kaçıncı
serzenişim?
Asılı gök kubbede o
kırık sarnıç:
Kuytularda hayli yorgun
ve bedbin üç beş âşık.
Ah ömür, garip belledin
belleyeli,
Sırra kadem basmayı
marifet bilmekten gayri neye yarar,
Masumiyetin kayıp
rotası?
Düş pazarında satılır
mı acep mutluluğun tıpası?