Kaç ana gruba ayrılır
insan dediğimiz mefhum…
a- Kadınlar
b- Erkekler
Peki ya, ahlaki
değerler ve teolojik açıdan…
a-İyiler(cennetlikler)
b-Kötüler(cehennemlikler)
Tümü yanlış ne yazık
ki, baştan sona yanlış hem de. İkiye ayırabiliriz yine ama…
a-Anlaşılamayanlar
b-Anlaşılabilenler
Olmak üzere.
Ve ne yazık ki; yüzde
doksan dokuzu insanların bu gruba girmekte.
Hatta buna davranış
bağlamında; tutarlı, dengeli sıfatlarını da ekleyebiliriz. Ya da, anlayışlı,
hak gözeten, itibar eden ve sözü özü bir gibi.
Ömrümün ilk yarısı,
önüme serilen kırmızı halıda yürümekle geçti. Ve memnundum da kayıtsızlığımdan
tutun da boş vermişliğime kadar benimsemiş olduğum her şeyden.
Bırakınız insanları
anlamayı, sorgulama aşamasına bile erişmemiştim henüz. Ta ki, iş hayatına
atılana değin…
Yine de fazla
sorgulamamaktaydım ilk başlarda. Ama diğer yandan da anlayamadığım çok şey
vardı. Kendimi ise hiç mi hiç tanımıyordum üstelik. Sanırım uzun sürü
ergenliğim. Zira hayatı tozpembe görmeye devam ediyordum halen.
Hiç mi hiç art niyet
aramadan ve aranmadığına da emin olarak, açardım iç dünyamı, sorunlarımı,
sorularımı, sevinçlerimi hatta hüzünlerimi.
Pişmiş tavuğun başına
gelmeyenler başıma gelince, iyice şaştı pusulam. Uzatmıyorum…
Ve kendimi yeniden
üniversite ortamında buldum. Dünyanın ve insanların iç dünyasını çözecek tek
kişi ben kalmışım gibi, büyük bir heves ve merakla psikoloji bilimine merak
sardığım bir dönemdi. Akılsız başım…
Çalıştığım bankanın
rahat koltuğundan amfilerin tozlu sıralarına ışınlandım adeta. İşim öylesine
başımdan aşkındı ki… Önce kendimi analiz edip, çözecek sonra da insanlığa
hizmet edip, ya Jung’un yolundan gidecektim ya da Freud’un o gizemli dünyasına
sızacaktım.
Ne yazık ki; kimsenin
yolundan gidemedim. Üstüne üstük kendi yolumu da kaybedince, ayıkla pirincin
taşını…
Zira bu sefer,
psikolojik tahlil bekleyen yeni gruplar dâhil oldu listeme. Çentik atacağım
cevabını bulduğum sandığım soruların yanına, sayısız soru daha eklendi.
Bırakınız çözümü, sorular kendi aralarında alt kümelere ayrıldı ve liste uzayıp
gitti.
Velhasıl karmaşık bir
boyut kazandı iç dünyam. Ve gördüm ki, yine ait olmadığım yabancı bir gezegene
düşmüşüm. İşin kötüsü merakım daha da depreşti sayısız işinin erbabı insan
arasında. Hadi, kendimi çözdüm diyelim… Gelin görün ki; kendilerinden bihaber
sayısız insanı çözmeye yetmedi gücüm. İyi kötü anlamıştım dünyalarını: Sayısız dert
yumağı ile içli dışlı olan dert küpleri…
Akademik kariyer
derken, işler daha da sarpa sardı. İşin ilginci, eşim menendim yoktu bulunduğum
ortamda. Tamamen farklı bir alt yapıdan, farklı bir bilimden gelip davranış
bilimlerinin sırrını çözmeye çalışıyordum.
Sonuç mu? Ne siz sorun
ne ben söyleyeyim. Ve bir o kadar ağır ders ve ek ders yükü ağır geldi omuzlarıma.
Tökezlememi bekleyen sayısız insan hazır olda bekliyordu. Şükür ki, yüzümün
akıyla çıktım. Mağrur bir muzaffer edasıyla, kaldırdım omuzlarıma binmiş bu
ağır yükü. İşin maddi boyutu ise, içler acısı.
Bu ilginç ve cesaret
isteyen deneyimim sonucu, elimdeki liste uzadıkça uzadı. Genel olarak, insan
denen mefhumun, buzdağının görünmez kütlesiyle, karmaşıktan da öteydi…
Tek bir şey değişmedi
süreç sonucu: Ben hala aynıydım, sadece kafam biraz daha karışıktı.
Yapacağımı yapmış,
beynimi ve ruhumu fullemiştim. Ve maceram sona erdi o zamanki şartlar gereği.
İdealimi gerçekleştirmiş ve psikolojinin o özel ve eşsiz kokusu iliklerime
kadar işlemişti.
Bölümde hep şunu
duyardım hocalarımdan:
‘’Normal ve anormal tanımı incecik bir çizgi
ile ayrılır birbirinden ve o kadar kolaydır ki, bir taraftan diğer tarafa
geçmek.’’
O ince çizgi hep var
hayatımızda ve diğer ince çizgiler, şartlar var mefhumları birbirinden ayıran.
Örneğin, iyi bir insan
olmak ne anlama gelebilir ki… Belki dini vecibelerini yerine getirip, çevresini
umursamayan… Yoksa insanları canından çok sevip, daha az sevap işleyen mi…
Olumlu dediğimiz ne
olabilir, peki… Her şeye, herkese pozitif yaklaşıp, sonunda ters köşe yatıp,
hayattan darbe alan mı…
Ya hakkaniyet nasıl
sağlanır… Kötüyü, değersizi eleyip, iyiye hakkını veren mi, konu her ne ise…
Sevgi dolu insan nasıl
tarif edilebilir sizce… Türlü sözleri allayıp, pullayıp belirli kişilere
yönelen mi, diğer tarafta sevgi açlığı çekenleri umursamadan...
Buyurun,
anlayabilirseniz anlayın insanları.
Ve ‘’aşk’’ denen o
sefil duygu için ne demeli… Asıl anlaşılmayan yegane duygu değil mi aşk
dediğimiz. Peki ‘’aşk’’ın türevleri nelerdir: İlgi mi, ilgisizlik mi, gözetmek
mi, görmezden gelmek mi, itibar etmek mi sevdiğine yoksa bir köşeye savurmak mı…
Yoksa öfke mi aşkın bir
diğer türevi ya da kendini geri çekip, umursamamak mı… Yok saymak mı, ilgiden
şımartmak mı…
Kıskançlık dediğimiz şu
illet duyguya ne demeli: Başarıyı, iyiyi, güzeli, mutluluğu çok görmek mi. Ya
da başkalarının mutsuzluğu ile beslenip, egosunu şişirmek mi…
Mutsuzluk dediğimiz ne
olabilir. Peki, mutlu olmak için illa da her şey dört dörtlük mü olmalı. Yoksa
tek bir çiçekle yetinmeyi bilip, gül bahçesinin kapısında beklemeyi bilmek mi
mutluluk…
Hırs, düşmanlık ve daha
nice mefhum çözümlemeye dair. Sayısız ipucu var ama işin kötü yanı ne biliyor
musunuz? Şu yüzlere takılan maskeler, sürekli içeriği değişen senaryo
metinleri. Sürekli seyirleri değişen hayatlar, olaylar…
Hadi, buyurun bakalım
bir kez daha, çıkabilirseniz çıkın işin içinden. Biz insanlara dair sayısız
faktör öylesine girift bir yapı oluşturuyor ki…
Ama her şeye rağmen
evet her şeye rağmen insan denen varlığı seviyorum. Öncelikle kendimi tabii ki.
Megaloman değilim ama her birimiz tek ve özel değil miyiz. Bir tane bile
benzerimiz yok haricimizde.
Sanırım hatta eminim
ki; işin tek sırrı ‘’SEVGİ’’.
Bırakınız açık kalsın
kapısı yüreğinizin ve sığdırabildiğiniz kadar sevgi sığdırın içine: Kim olursa
olsun hatta ne olursa olsun.
Anlamak ve anlaşılmamak
ise kalsın bir köşede. Zira imkânsız işte, insan denen mefhumu çözmek. Psiko-sosyal
varlıklarız biz insanlar. Etten, kemikteniz dolayısıyla biyoloji ve tıp
bilimleri de yine biz insanlara dair.
Kısaca o kadar o kadar
çok şey var ki, bizi şekillendiren, biçimlendiren: Ailemiz, çevremiz,
arkadaşlarımız, işimiz gücümüz, sevdalarımız, acılarımız, hüzünlerimiz, neşemiz…
Sayısız etken.
Ve tanıdığımız her bir
kişiden tek bir esinti bile taşınsa ruhumuza, daha da farklı şekillenip, mutlu
bir seyir izleyeceğiz. Ötesi de yok…
Tek bir kare bile ne
kadar önemli uzun metrajlı bir film olan hayat yolculuğumuzda.
Umarım ve dilerim ki;
hepimiz mutlu ve umutlu olalım başrolümüzü oynarken bu belirsiz senaryoda.
Tabii ki, Yaradan’ın bize sunduğu tüm güzellikler eşliğinde.
Sevgimle…