YE RUHUM YE

                                                                                                           -Öğremenler Günü münasebetiyle...-

Ruhi Bey, adına aldığına çekmiş olmalı ki ruha çok önem verirdi. Zaten geldiği yer ve bulunduğu konum, maddi şeyleri önemsememeyi gerektiriyordu.  Bu yüzden de dış görünüme boş veriyordu.

Gün oldu, nişanlandı. Sevgilisi, kıyafetine dikkat etmesini istedi. Ona “Tamam hayatım, evlenince sen beni bir çocuk gibi giydirirsin; senin becerikli ellerine teslim olurum” diyerek gönlünü aldı. Derken şöyle-böyle, bazen öyle bazen böyle, yıllar geçti. “Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan” derler ya, eşi de söyleye söyleye usanmıştı. Sonunda eski titizliğini bırakmak zorunda kaldı. “Dökme suyla değirmen dönmüyordu; içinden gelecek, kendinden olacaktı.

Ruhi bey bir ara başkentte yabancı dil kursuna gidiyordu. TRT’den kursa devam eden bir kursiyerden duyduğu 3-Z formülü aklına geliyordu: Zerafet, Ziyaret, Ziyafet. 1- Kılık-kıyafetinle şık biri olacaksın. 2- Bazı şeyleri vesile edinip bol bol ziyaret yapacaksın. 3 - Yine bir vesile bulup ziyafet vereceksin. Bunlar güzel şeylerdi, kabul ediyordu ama uygulamada sıkıntı yaşıyordu.

Sıkıntısı,  öncelikle adının Ruhi olmasıydı. Manevi bir havada yetişmiş, mananın maddeden üstün olduğu aşısını vurulmuştu. Yetiştiği çevrede, temiz olsa da şık olma alışkanlığı yoktu. Olduğu gibi görünme ve göründüğü gibi olmayı hayat felsefesi edinmişti. Fazlasını iki yüzlülük olarak görüyor, lüks buluyordu. Midesini doyurmaktan çok ruhunu doyurmayı, bilgiyle dolu olmayı önemsiyordu.

Bir başka sıkıntısı, tuttuğu yol ve edindiği iş, paralı bir meslek değildi. Başlangıçta herkes gibi, meslek seçmeyi bilmiyordu. Daha ilkokulda öğretmeni babasına “Bu çocuğu okut” demişti. Babası da okutmuştu. Ayrıca onun okuduğu yıllarda okumanın, ruha önem vermenin önemi vardı. Okuyanların değeri vardı. Mecburi istikamete girdiğinde ise seçme alternatifi kalmamıştı. Olanla yetinme felsefesini geliştirdi.

Eşi zaman zaman devreye giriyor; “Bey, Nasreddin Hoca fıkrasını bize anlatan sen değil misin?!  Fıkralar gülünsün ama gülerken ders alınsın diyen sen değil misin!? Adam ne demiş: Ye kürküm, ye!” diye yineliyordu. Ama Ruhi Bey, “Hele dur bakalım, biraz idare et; hallederiz” gibi sözlerle gönül alıp geçiştiriyordu. Eşi haklıydı; Nasreddin Hoca yüzyıllar öncesi bunu söylemişti. Yani yeni değildi.

Zerafet, parasız olmuyordu. Aldığı para, belediye temizlik işçisi gibi gazete almaya, işçi gibi yemeye,  şık giymeye yetmiyordu. Zerafet, kaliteyi gerektiriyordu.  Ziyaret, zarif olmadan yapıldığında işe yaramıyordu. Çünkü insanlar görünüşe göre karar veriyordu. Ruhi Bey’in, ruhunu doyurmak için okuduğu kitaplarda “Eli boş gidilmez gidilen yere” diyordu. Elde bir şeylerle gitmek, maddi imkân gerektiriyordu. Yarım elma gönül alma, çam sakızı çoban armağanı, çok veren maldan az veren candan sözlerini çok iyi biliyordu ama bu sözler de para etmiyordu. Ayrıca hediye ile rüşvet arasındaki ince çizgide burnuna yanık kokusu geliyordu. “Hediye, durup dururken ne diye?!” diyordu. Zaten 3-Z formülü yükselmenin yolunu açan altın anahtardı. İnce kaygılara da kapalıydı.

Kendini kanadı kırık kuşlar ya da kanadının telesi çekilmiş güvercinler gibi hissediyordu. Bir gün kanadının iyi olacağını, telesinin yerine geleceğini bekliyordu. Keşke adı Ruhi, kendisi ruhu önemseyen biri olmasaydı. Ama olmuştu. O zaman bu kadar acı çekmez, sıkıntıya düşmezdi. Ufukları görüyor fakat uçamıyordu. Bunu ancak tadan bilirdi.

Son yıllarda “beden dili” konuşuluyordu. Ona merak sardı. Konuyla ilgili kitaplar aldı. Bir başka dil daha öğrenmişti ama keşke öğrenmeseydi.  Bildikleri yetmiyormuş gibi şimdi de insanların davranışlarından düşüncelerini okuyordu. Eskiden böyle bir şey olursa bıyık altından gülerdi şimdi beden dilimden okunur diye gülemiyordu. Rahmetli babasının bir arkadaşından duyup söylediği “Her yokluğun bir rahatlığı olur” sözünü hatırladı. Her öğrendiği bilgi sırtına yeni sorumluluklar yüklüyordu.

Kararını verdi. Yıllardır kullandığı fakat ayağını yorganına göre uzattığı kredi kartını ve yıllardır sözünü dinler gözüküp oyaladığı karısını alıp mağazanın yolunu tuttu. Kırkından sonra bütün atasözlerine değer verecek, karısının sözlerini dinleyecekti. Gerekirse Ruhi adını değiştirecekti. Şimdiye kadar “Ye ruhum ye” demişti bundan sonra yani adını değiştirene kadar “Ye Ruhi’m ye!” diyecekti. Çünkü herkes “Ye kürküm ye” anlayışını sergiliyordu. Yürürken, kararlılığını isbat edercesine kendi kendine “Kırkından sonra azana derman olmazmış” diye söyleniyordu.



( Ye Ruhum Ye başlıklı yazı Mustafa IŞIK tarafından 23.11.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.