Ne zaman sınıfa girsem kuşlar gibi cıvıldamak geliyor içimden. Hele de Aybüke’yle beraber olunca. Aybüke biricik sıra arkadaşım. Teneffüste cıvıldaşmamız iyi de bazen bu sevinç derste de devam ediyor. O zaman iş karışıyor.

Derse girmişiz. Öğretmenimiz elinde tebeşir heyecanla anlatıyor konuyu. Ders matematik olunca öğretmenin tahtayla işi çok oluyor. Bize birkaç cümle söyledikten sonra dönüyor tahtaya ve başlıyor yazmaya: çarpmalar, bölmeler, toplama ve çıkarmalar… Biz de biraz sonra başlıyoruz sıkılmaya. İşte böyle bir zamanda Aybüke kulağıma fısıldıyor:

- Pencereye bak, pencereye…

Bakıyorum ama bir şey göremiyorum. “Ne var?” dercesine soruyorum gözlerimle.

- Tül perdenin ortasında güzel bir uğur böceği var…

Bunları söylemesiyle beraber avucuna alıp geliyor uğur böceğini. Öğretmenimiz derse devam ediyor, biz sadece sesini duyuyoruz onun. Varsa yoksa uğur böceği.

- Bak, diyor Aybüke, kırmızı zemin üzerinde ne tatlı siyah benekler var.

- Ver biraz da ben seveyim.

Uğur böceğini elime alır almaz:

- Bir dilek tutalım, diyorum Aybüke’ye.

İkimiz de gözlerimizi kapatıyoruz. Sonra her ikimiz defterimize yazıyoruz dileğimizi.  Aman Allah’ım! İkimizin dileği de aynı çıkıyor: “Birbirimizden hiç ayrılmayalım.” Bunun üzerine sevgiyle sarılıyoruz. Tam biz sarılırken öğretmenimiz sınıfa dönüyor yüzünü. Yavaş yavaş yanımıza yaklaşıyor. Göz ucuyla defterimizi kontrol ediyor. Tahtadakileri deftere geçirmediğimizi görünce yüzünün şekli değişiyor. Arkasını dönüp yürüyor masaya. Sonra da gözleri bizde, başlıyor konuşmaya:

- Çocuklar! Birbirine sarılmış iki kişi, dar bir kapıdan geçmek istiyor ama bir türlü geçemiyorlar. Sözün burasında bana hitaben, bu durumda ne yapmak gerekir Ceren hanım, diyor.

Yüzüm kızarıyor, kalbimin atışı hızlanıyor, biraz bekledikten sonra cevap veriyorum:

- Ayrı ayrı geçebilirler öğretmenim…

- Matematiksel ifadeyle ikiye bölmek gerekir değil mi?

- Evet öğretmenim.

- Sevgili öğrenciler! Sadece normal kapıdan değil başarı kapısından da iki kişinin beraberce geçmesi mümkün olmayabilir. O zaman birbirinin başarısına engel olan iki arkadaşı ayırmak gerekir değil mi?

Sınıf, hep bir ağızdan:

- Evet öğretmenim, diye gürlüyor.

Oylama yapılmış, karar onaylanmıştı. Ne olacak, diye merakla beklerken öğretmenimiz en öndeki sırayı göstererek:

- Buyurun Ceren hanım, diyor emredici bir sesle.

Gözlerim buğulanıyor, yüreğimden bir şeyler kopar gibi oluyor. Aybüke’den ayrılmak… Hâlbuki biraz önce dilek tutmuş, ne güzel hayaller kurmuştuk. İstemeye istemeye çantamı toplayıp gidiyorum Uğur’un yanına. Uğur böceğinin uğurunu beklerken sınıfın en sevimsizi, en iticisi olan Uğur’un yanına düşüyorum. Kendini beğenmiş, sınıfta hiçbir şeye karışıp bulaşmayan Uğur’la beraber oturmak, bir insana verilebilecek en büyük ceza. Ben bunu hak etmiş miydim?

      Zaman dediğin nedir ki, kuş gibi uçar, şimşek gibi geçer. Ama bu kural güzel günler için geçerliymiş, Uğurlu günler için değil!

Neyse, insan sıkıcı da olsa bulunduğu duruma alışıyor ama dert üstüne dert gelmese! Beden eğitimi dersinde voleybol oynarken topa hem sert hem de biraz ters vurunca sağ elimin iki parmağı kırılıveriyor. Doktorun yaptığı ilk iş elimi sargıya almak. Bundan sonra okula gidip geleceğim ama konu mankeni gibi. Dersi sadece dinleyeceğim, bir şey yazamayacağım. Oh ne güzel, dediğinizi duyar gibi oluyorum, ah o sınavlar olmasa!

Uğursuz Uğur, bunlar hep senin yüzünden. Senin yanında oturmaya başladığım günden beri her işim ters gidiyor…

Birinci ders yine matematik. Öğretmenimiz her zamanki gibi otomatiğe bağlanmış; anlatıyor, yazıyor… Ben sadece seyrediyorum. Bir hafta sonra da yazılı var. Allah’ım, ne olacak benim hâlim?

Bu sıkıntıyla kıvranırken Uğur, tebessüm ederek bana dönüyor. Fısıltıyla:

- Öğretmenimizin anlattıklarını hem kendi defterime hem de senin defterine yazabilirim, diyor.

Ne bu ya? Rüya mı görüyorum? Uğursuz Uğur bana yardım edecek ha! Hayret doğrusu! Uğur, benim bir şey söylememe fırsat vermeden alıyor defterimi ve başlıyor yazmaya. Sadece matematik dersinde değil, diğer derslerde de aynısını yapıyor iyi mi?

Bununla da kalmıyor Uğur, okul bitince çantamı düzenliyor ve omuzuma almam için bana yardım ediyor. Bir gün, iki gün, üç gün… Uğur aynen devam ediyor yardım etmeye. Yok yok, bu rüya değil gerçek, diyorum kendi kendime.

Ne olduysa dördüncü gün oluyor. Yine Uğurlu bir günün sonunda çantamı omuzuma koymama yardım ediyor. Tatlı tatlı bakıyor gözlerime ve “Hayırlı akşamlar.” diyor. Ben de içimden geldiği gibi veya ondan özür diler gibi:

- Sağ olasın Uğur böceğim, deyip kapıya yöneliyorum.

Uğur şaşkın şaşkın sesleniyor arkamdan:

- Ne, ne dedin sen!?

Geri dönüp sınıfın duyabileceği bir şekilde tekrar ediyorum:

- Sağ olasın Uğur böceğim…

Ben çıkarken Aybüke yaklaşıyor Uğur’un yanına. Bir şeyler anlatmaya başlıyor heyecanla. Arkamdan kahkahalar yükseliyor. Omuzumdaki ve yüreğimdeki yükün hafiflediğini hissediyorum. Hatta kırılan parmaklarımın acısı bile azalıyor…

 
 
Bestami YAZGAN
( Uğur Böceği başlıklı yazı B.YAZGAN tarafından 1.08.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.