Ah Koray ah! Nedir senden çektiğim? Canıma tak etti ya! Senin yüzünden doğru dürüst ders dinleyemiyorum. Bir bakıyorum, arkadan saçımı çekiyorsun. Biraz sonra saçıma silgi parçaları atıyorsun. Hele yazılılarda kalemle dürte dürte omuzumu delik deşik ettin ya! Allah belanı… Neyse devam etmeyeyim! Ne de olsa arkadaşımsın…
 
Bugün matematik yazılısı var. Öf, yine en düşük notu ben alacağım. Yine herkes bile bile bana soracak:
 
- Yazılıdan kaç aldın Ceren?
 
Yine ezile büzüle:
 
- Şey! Aynı işte, diyeceğim.
 
Ne bu matematikten çektiğim dostlar? Ben geri zekâlı mıyım? Hayır! Yüz kere, bin kere hayır! Bütün derslerim pekiyi. Ama matematik! Bir türlü başarılı olamıyorum, daha doğrusu anlayamıyorum… Öğretmen anlatamıyor, diyeceğim; ona haksızlık olacak. Niye mi? Niye olsun, öğretmenimiz anlatamasa sınıftaki herkesin benim gibi zayıf alması lazım. Ama öyle değil işte! Herkes ne güzel notlar alıyor. Bir ben…
 
Korktuğum başıma geldi. Öğretmenimiz yazılıları okudu. Sonuç malum! Benim hâlim, o da malum! Allah’tan zil imdadıma yetişti de kurtuldum kâbustan. Bütün arkadaşlar dışarı koştular. Ben içerde kaldım, boynu bükük ve mahzun…
 
- Ceren, sesiyle kendime geliyorum.
 
Bu, Koray’ın sesi. Öfkeyle:
 
-Ne var, başımın belası, diyorum.
 
Koray, yumuşak bir edayla:
 
- Seni anlıyorum Ceren, diyor.
 
- Nasıl anlarsın beni?!
 
- Anlarım, anlarım! Hem de çok iyi anlarım. Söyle bakalım, damdan düşenin hâlinden en iyi kim anlar?
 
Yine saçmalamaya başladı Koray! Başımdan savmak için:
 
- Damdan düşen anlar, diyorum.
 
- Tam üzerine bastın, kaldır ayağını! Şimdi sen matematikten en düşük notu alıyorsun ya!
 
- Evet!
 
- Ben de Türkçeden aynı durumdayım…
 
Bu sözler üzerine biraz sakinleşiyorum. Koray devam ediyor:
 
- Diyorum ki, sen beni Türkçeye çalıştırsan ben de seni matematiğe… Nasıl olur?
 
Şaşırıyorum. “İyi olmasına iyi olur da ben senden şimdiye kadar hiç iyilik görmedim ki…” diyemiyorum. Koray, kendisinden beklemediğim bir olgunlukla devam ediyor:
 
- Bak Ceren kardeş! Atalarımız “El, eli yıkar; el de döner yüzü yıkar.” demişler.
 
Hemen sözü ben alıyorum:
 
- Evet, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” da demişler.
 
 Koray, heyecanla:
 
- Tamam işte! Birbirimizin eksiğini tamamlayalım. Tamamlayalım da iyi not nasıl alınırmış gösterelim herkese!
 
Koray’ın söyledikleri aklıma yatıyor. Ellerimizi kaldırıp bir “çak” yapıyoruz.
 
Hafta sonları ya Koraygilde yahut bizde bir araya geliyoruz. Başlıyoruz derse. Bir saat Koray beni çalıştırıyor, bir saat ben onu… Güle oynaya, meyvelerimizi yiyerek hoş zamanlar geçiriyoruz… Ailelerimiz de bu durumdan çok memnun…
 
Sonunda ne mi oluyor? Her zamanki olan şey tekrarlanıyor. Çalışmanın kölesi olanlar, başarının efendisi oluyorlar… İlk yazılıda pekiyileri alıyoruz ikimiz de. Başka neler mi oluyor? Hâlâ anlamadınız mı? Koray’la canciğer arkadaş oluyoruz. Ne zaman zorda kalsak birbirimizin yardımına koşuyoruz. Bu duruma herkes seviniyor, en çok da güzelim saçlarım! Niçin mi? Dakikada bir çekilmekten ve üzerine silgi parçaları atılmaktan kurtulduğu için.
 
Ben de bir oh çekip başlıyorum şarkı söylemeye:
 

 

Bir elin nesi var?

İki elin sesi var.

Çalışmanın sonunda

Başarının süsü var.

 

Yürekler kanatlıdır,

Sevgi yedi katlıdır.

Samimi arkadaşlık,

Baldan bile tatlıdır.
 
 
Bestami YAZGAN
( Bir Elin Nesi Var? başlıklı yazı B.YAZGAN tarafından 30.07.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.