Sevgi gibisi yoktur sanırım.

Ne varsa seven yürekte var seven gözde seven tende…

Bir dağdan kopup gelen asi birer çığ gibiydik düştük Karakoçan dağından Elazığ ovasına düştük. Bir yanımız soğuk mu soğuk akan dağ suları gibi coşkun ve sert bir yanımız şairlerin ruh hali içinde lirik mi lirik. Sanırsınız ki Kavuman yeşilliğinde bir ceviz tadında sözler saklı dilimizde. Sanırsınız ki Silbus’un yazın bile insanı üşüten hırçınlığı karakteriniz olmuştur. Yapaylığa düşmeden, yalakalığa sapmadan; harbice, adamca direkt kalbe ve beyne isabet eden kurşuni sözler sarf eder. Ve bir mayıs akşamında hâllenirim canım insanıma. Ne kadar büyük bir güç olduğunun ayırtında olmayana üzülürüm. Yürekler toplu atarsa karşıdaki kale olsa ne yazar! Yürekler bir olursa karşıdaki ateşten olsa ne yakar! Ve yürekler samimi olursa şehir kabadayılığı kime söker!

Be hey Karakoçan’ın boz bulanık akan sularına benzeyen bazıları, siz âlemi kör sağır ve sersem mi sanırsınız? Hiçbir şeyimiz yoksa bile adamlığımız sizleri del’eylemeye muktedirdir.

Aklı alan, kalbi sarmalayan bir düşünce filiz veriyor toprağımda. Çiçeğe duracağı gün yakındır, meyveye duracağı an hazırdır. Sizler taşlarınızla durun öyle, meyveler olgunlaştığında atarsınız bir bir. Kışın sonu bahardır bilirim, hüznün sonu sevinçtir.

Karakoçan’ı bütün iliklerine değin hisseden ve onu nefsinde dahi yaşayan bir ruhu anlatmak istiyorum.

“Baba sana bir şey söyleyebilir miyim?

“Söyle Yiğit Karan”

“Ben Elazığ’da mutlu olamıyorum.”

“Neden Yiğit?”

“Karakoçan’da mutlu oluyorum.”

Bu ibare kendini Karakoçanlı hisseden herkesin ibaresidir. Bu ruh tıpkı Necip Fazıl’ın Büyük Doğusu gibi bir ruh olmalıdır ki rüzgârıyla kâğıttan koltukları, tayyareden saltanatları yele verip atsın.

Mutluysanız sözüm yok.

Mutlu değilseniz çözüm çok.

Hastalık ortada, müzmin bir; “haberim yok, gözüm kör, kulağım sağır, dilim lal ve takatim yok” hastalığı var ilçemde. Tedavi açık; “haberim var, gözüm iyi görüyor, kulağım iyi duyuyor, dilim maşallah iyi laf yapıyor ve her türlü toplumsal ve psikolojik harekete varım.” ilacı kullanılmalıdır.

Nerede hareket orada bereket.

Tepki, tavır, duruş ne kadar da asil duruyor.

Uysal koyun, sakin ve tepkisiz adam, etkisiz kişi ne kadar da yavan duruyor. Kuru ekmek mi, ekmek üstü tereyağı mı? Tercih sizin!

Uyuyan prenses sendromunda çıkıp öpen prens konumuna gelmemiz gerek. Suyun üst tarafını tutup aşağıda duran sizlere “Suyumu kirletiyorsun.” diyenlere okkalı bir “Hadi ordan!” demenin vaktidir.

            Karakoçan ve mutluluk yan yana gelebiliyor mu bugün aklımda epey soru işareti var. Karakoçan mutluluğun adresi mi bugün? Sevincin merkezi mi? Sizler nerede mutlu oluyorsunuz sahiden? Neler sizleri mutlu edebiliyor. Mesela memleketiniz mutluluğunuz mudur? Ahalinin mutluluğu ferdin mutluluğu mudur? Yoksa ferdin mutluluğu ahalinin mutluluğunun önünde midir?

 

            Hep küçük bir çocuk gözüyle bakmak gerek Karakoçan’a. Sevmek için edileni, yapılanı görmek gerek. Ve yaşamak lazım Hüseyin’in söylediği türküler gibi; takmadan, bakmadan su gibi akmak lazım insanların içinden.Hüseyin ki sabahtan akşama, akşamdan sabaha türkü söyler durur ilçemde!

Biz büyüdük ve kirlendi Karakoçan. Biz büyüdük ve değişti Karakoçan. Bundan rahatsızlık duyanlaradır sözüm. Rahatsız olun lütfen. Rahatsız olmak iyidir. Süreçler uzun ve zordur. Çetrefillidir, sıkıntılıdır. Doğum sancısına benzer. Ama sonuç ter dökerseniz iyidir, güzeldir ve halkın tamamına aittir.

Elazığ’dan Karakoçan’a bakmak icap ediyormuş.

Yeditepe’den İstanbul’u izlemek gibi…

Biraz öz eleştiri yapmak lazımmış, sakin kafayla yarını için düşünmek gerekmiş ilçemizin.

Yiğit Karan masumiyeti, saflığı ve hoşluğuyla bakmak lazımmış Karakoçan’a.

Karanlığın yüzüne yaktığımız kibrit gibi yakmak lazım Karakoçan’ın hayrına olmayanın yüzüne bütün gerçekleri.

“Macbeth uykuyu öldürdü peki Karakoçan’ı kim öldürdü?” demek lazımmış.

            Mahvettiler sevdaları, aşkları. Hesap sormak icap edermiş. Mecnun’un hakkı var üzerimizde.

Hep başka ellerin türküsünü söylediler, hep başkalarının kıymetini bildiler. Oysa bizimde türkümüz vardı; içinde Kupık olan, Golan olan, keklik olan, bal olan.

Karakoçan’ı sevmek demek Karakoçanlıyı sevmek demektir, Karakoçan’ı seveni sevmek demektir. Oysa kendilerini seveni sevdiler, kendilerini kral ilan edeni sevdiler, kendilerini en büyük ve benim diye görenleri sevdiler. Oysa onlar bir hiçtiler. Oysa gözümde nokta kadar değerleri yoktular.

Virgül kadar menfaat için eğilenleri gördüm, ağladım halimize.

Üç kuruş için takla atanları gördüm, öldüm halimize.

Makam karşısında kul olanları gördüm, bittim halimize.

Oysa hepimiz bir değerdik ve inanın değerdik en kralına bile.

 

Masum değiliz hiçbirimiz buna inanın!

Masumiyet bizi çağırıyor, maziden bir kare.

Masum olalım ki her şeyi net bir şekilde görebilelim.

İnanalım mutlu bir yarına ve insanımıza değer verebilelim kutlu bir dava uğruna.

 

           

( Masum Değiliz başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 12.05.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.