Canınız yandı mı hiç? Öyle böyle bir ağrıdan bahsetmiyorum sizlere. Tırnağınız
çekilmesi değil, canınıza iğne batması hiç değil, başınızın ağrıması yahut
dişinizin çürümesi gibi bir yanma da değil kastettiğim. Yalnız kaldığınızı hissettiniz
mi iliğinize değin? Etrafınızın kalabalık olmasından bahsetmiyorum. Esprinize
gülenlerden de bahsetmiyorum. Çayınızı içenlerden de… Sizi övenlerden de… Sevildiğinizi
söyleyenlerden de… Kalabalığın en ortasında yapayalnız olduğunuzu hissedip halinize
acıdınız mı? Sahte gülücüklere mutlu görünen yapay yüzlere dost kılıklı sarılmalara…
Acısı, bunları bile bile katlanmanız değil mi? Adamın içini biliyorsun ama
mecburiyetten ona adammış gibi davranıyorsun. Adam senden nefret ediyor ama
çıkarı gereği sana sevgi dolu sözcüklerle yaklaşıyor.
Ağladığınız oldu mu hiç? Öyle hüngür hüngür değil ciğeriniz söküle
söküle, canınız çıka çıka… Mendil tutanınız oldu mu gözyaşlarınıza? Bu da geçer
diyeniniz var mı? Elini omzunuza koyup yanınızda olduğunu hissettireniniz oldu
mu? Erkekler ağlar mı diye size kızan oldu mu? Ama kastettiğim gözlerinizden
akan yaşlar değildi. İçinizi sel olup basan gözyaşlarıydı meramım. Kalbinizden
doğup hislerinizi sırılsıklam eden… Hiç kimsenin görmediği… Dokunmadığı… Ağladığınızı
anlamadığı… Sayın bakayım kaç tane seveniniz var! Makamınızdan dolayı değil,
paranızdan dolayı da değil! Olduğunuz gibi. Safi bir sevgiyle… Net bir
dostlukla… Gördünüz mü ne kadara da yalnız olduğunuzu, nasıl da çaresiz
kaldığınızı…
24 saat sizi suçlayan oldu mu hiç? Hatalarınız olmuştur illaki,
yanlışlarınız, kusurlarınız… Telafisi olmayan ne var ki yaşamda? Bunlara
takılmadan sizi sarıp sarmalayan oldu mu? Yanlışlarınızı dostça söyleyen,
hatalarınızı düzelten, kusurlarınızı örten… Davul elde mahalle mahalle gezen
tellallar gibi en ufacık yanlışınızı dahi cümle âleme duyurdular değil mi? İyiliğinizi
saymaya gelince nekes olanlar kötülüklerinizi yaymada bir numaradırlar. Güzelliklerinizi
hesap etmeye gelince dilleri lâl kesilenler çirkinlerinizi saymada maşallah
bülbül gibidirler.
Affedildiniz mi hiç? Yanlışlarınıza gece oldu mu kimse? Toprak olup
serildi mi can yakan tavırlarınızın üstüne kimse? Su olup temizledi mi geride
bıraktığınız kötülükleri? Dost dediğin su misali değil midir, toprak değil
midir? Arınmanıza vesile oldu mu birileri? Ayağa kalkmanıza destek verdi mi?
Bakın saydıklarıma ne kadar az olduğunuzu görün! Ne kadar tek olduğunuzu anlayın. Yaşıyorsunuz
ama mezarlığa konacak olan ceset gibisiniz. Omuzlardasınız etrafınız ana baba
günü… Birazdan çukura koyacaklar sizi ve bırakıp gidecekler.
Sevildiniz mi doyasıya? Öyle yalancıktan değil harbiden… Ölünce siz,
uğrunuza ölecek gibi… Mala mülke, makama mevkie bakmadan… Ruhunuzun her
karışını avucunun içi gibi bilerek, atacağınız adımı hesap ederek… Sevdiğiniz
şarkılardan terennüm edecek, kokladığınız çiçeklerden buketler hazırlayacak… Okuduğunuz kitapları o da okuyacak, altını
çizdiğiniz satırları çizecek olan birisi… Sizi sadece siz olarak seven ve sizsiz asla
bir saniye bile olsa duramayacak olan… Bozmayın moralinizi hemen, üzülmeyin,
çileye düşmeyin. Bulmuşsanız kelimenin tam manasıyla bir sevdayı, bırakmayın
onu. Yansanız da bırakmayın, kırılsanız da, canınız çıksa da! Sürünmeniz icap
etse de, idama gitseniz de, cehennemi boylasanız da!
Sahi mutlu musunuz? Sizi mutlu etmek için kendi mutsuzluğunu göze alan
var mı? Sizi üzmemek adına kendisini üzen… Sizsiz boğazından bir damla çay
geçmeyen… Sokağı sizsiz adımlamayan…
Kendinizi mahkûm edin bin
kilitli zindanınıza. Orada ağlayın,
üzülün, kahredin bahtınıza. Uzatılan elleri görmeyin. Çürüyün yaşarken parça
parça, küflenin yaprak yaprak, paslanın yavaş yavaş. İçten içe kaynayın bir
yanardağ gibi. Alnınıza yazılan kedermiş deyin, çektiğiniz çileler uğruna
verdiğiniz mücadeleye değermiş sanın.