‘’işte ben
bütün bu gereksiz sebeplerden sıkılırken yaşamaktan
sabah kalkınca intihar etmeyi unutacak kadar dalgın
kötü yola düşen şiire düştüğü için
ne cesaret eden
ne giden
kundaklanır caz, ismini veremeyen seyirci
bahsedilen o trajik mevsim
bir aşkta elbette iki ceset olmaz…’’(Alıntı)
Müsterih olunuz, değerli bayım ve bilin ki
içine düşülesi bu yangından ilk olarak sizi kurtardım.
Frapan bir isyan olabilirdim hicvinde şiirin
hicretinde ömrün bir hatim daha indirdim ölen dünüme.
Aşkın dil kadar pabucuna vuruldum ve şiirlere
serildim öksüz bir kibirle yaftalanmış aşktan kendimi alamadığım kadar açmaza
düştüm yaşanası bu acının bu hüsranın üstüne:
Kör kütük şiir oldum ve yumuldum aşkın dibine.
Diviti yüreğin bitmezken.
Ömür biterken.
Şehrin sancılı yakalarında sanrıların telaffuz
ettiği o rüzgârda üşüttüm imgelerimi ve boğazlarına sarıldım Boğazın derin
sularında kaybolmuş çocukluğumla değil ben aşkla ben şiirle avundum.
Bir savunma mekanizması bildiler mademki bir
avuntu idi sevmek.
Kaybolduğum yollardan da dönüşüm yok iken
halamın diktiği o yelekle ısındım ama vakti gelip de öldüğünde gidemedim
cenazesine hem yorgundum hem de kırgın halama kılı kırk yaran bir sevgiden
mustarip anne yarım bildiğim bu kadını yeri gelmiş annemden de çok sevmiştim…
Ve işte ihbar ediyorum delik kalbimi.
Dökülen her aşk zerresine itibar edip
kovulduğum kapılardan çok uzağına kaçıyorum kendimin.
Kaçkın ve münferit bir aşk ile iştigal.
Şaşkın ve şaşalı bir aşkı başında taşıyan bir
sultan gibi bazen diklendiğim bazen ulağı olduğum hayallerin kırıntısından dahi
beslenip semiren hüznümle çanak açarken insanlara…
İtibar görmek ne kelime?
Ben ki: ihtimamla severken…
İtiraf etmekten de öte:
İsyanım zalime isyanım kötüye isyanım iblise.
Müridi olduğum bu dergâhın en şaşalı
dervişiyim:
Öncemden sektiğim bir bulut misali…
Konuşlandığım en tepe.
Zirvede yaşarken duygularımı bir ziynet
bildiğim iken aşk ve uleması şiirlerin beti benzi atan bir imgeyi konuk eyleyip
de yüreğimde kokona düşleri bir koz bilip da aşkı kozamdan firar etmenin
öncesinde kâh kanatlandığım kâh şahlandığım ve işte o münferit hece.
Göğün komplimanlar sunduğu.
Yerin dibine kapaklandığım.
Bir ayağım yerde bir ayağım gökte.
Surların zirvesinde konuşlu bir zemheri misali
sırlarımla avuttuğum serlerim ve aşkın radarına takılı özlemi şevk eyleyip şiar
edindiğim kadar da her şiiri bir imge bataklığında sıvazlayıp da kalemi
sıvadığım kadar kollarımı ve işte aşkın Hünkârı yüce Rabbime varmanın verdiği
huzurla şakıyorum bu gün ve de her gün.
Renkler.
Rakamlar.
Harfler.
Ruhumun sözlüğü.
Aşkın kanıksadığı kâh özlem kâh imkânsızlık ve
bir punduna da getirdi mi insanlar ve ben:
Dev puntolarla sevip itiraf ediyorum.
Hazzın değil haizi olmadığım ne var ise peşine
düştüğüm.
Sözcüklerin kukuletasına konan bir kelebek
misali ve kelebek ömürlü şiirlerle avunduğum kadar savunurken ben aşkı…
Şahikanın dansı ve aşkın gövde gösterisi elbet
izafi bir rotada şiirlerimin eklem yerleri kanarken ben tüm saflığımla kendimi
kandırıyorum.
Ergen bir âşık gibi.
Dargın sözcüklerin müptelası kalemin
haznesinde saklı sırlar gibi o hazine gibi itibar ettiğim kadar duygulara
kundaklandığımın yanında ne ki bir kurmaca bellemişken aşkı ve mutluluğu ve
işte ruhuma açtığım o dev/asa parantez…
Sancağımı da diktiğim kadar en tepe noktaya.
Bir tepegöz misali konuşlu olduğum semanın
çağrısında ziyan olmuş hayatımla martavallar okuyan kâhine değil kalp gözüme
odaklı bir seyrüsefer ki ruhumdan s/üzülen duaların ve aşkın ibaresi ve işte
kır saçlarında günün kırıp dökmeden sevebilmenin masalını yazıyorum ben nerede
ise her gün kâh şiir olup çağladığım kâh öykü olup yüreğimi d/ağladığım…