Zemheride esen yelim.
Yâdında saklıyım dünde kalmış
mevsimin.
İçre dönük nice ukde şiirsel bir
törenle gömün beni nasıl ki kazık kakmayacağım hayata ve beyaz sayfaya mazur
görün hayata duyduğum yerinde öfkeyi.
Yerinden yurdundan olmuş göçmen
kuşlar misal.
Yanan mektubun tutuşan harflerinde
saklı bir özlem gibi meylettiğim kadar kendime karınca kararınca sevip de
teselli bulduğum beşeri aşkın peşinden önünden kovulduğum ama sevmekten
vazgeçmediğim ve kimi insan örtülü ödenek gibi birbirinin kusuruyla dalga geçerken
ben boyumu aşan dalgaları da aştım ve şerefimle iz sürdüm sürmekteyim.
Okkalı bir Osmanlı tokadı belki hiç
belki sadece bir kere yediğim rahmetli babamın ardında döktüğüm yaşın da haddi
hesabı yok iken ve yetim yüreğimde solan çiçeklerden mustarip nasıl da
zimmetliyim rahmetlinin bana koyduğu isme.
Lakabım var mıdır?
Latif midir her biri?
Zanlar mıdır tutuşan zemheride?
Yoksa zaman kaybı mıdır acının iz
düşümü?
Ve işte büyüdü de büyüdü hüznüm.
Büyümeyi ertelesem de yok işte
kaçışım.
Bir kördüğümse yaşam.
Bir ulema ise kalem.
Ulağımsa kâğıdın bakir ruhu.
Aşk şiarım adını anbean andığım ve
ruhumu bandığım:
Öncem ve andaki varlığım ve muğlak
sonram.
Bir giz ise tahayyül edilesi bir iz
iken kaderin peşinde ya da kader benim peşimde:
Peşinen sevdiğim.
Haraca kesildiğim.
Taksitli bir ömrü hibe edip ölümle
dans ettiğim.
Zarflar bıçkın ve zar tutarken.
Zaaflar insana özgü bazen mikado
çöpleri gibi dağılan.
Zaman.
Zemin.
Mekân.
Zemheride ölen kuşlar misal.
İçinde yaşadığım o mizansen görünen
köy kılavuzunu da isterken.
Görünmeyen o buz dağı bakmayın sakın
buz kesmiş ellerime.
Yüreğime saplanan nice dikit nice
sarkıt ölümüm zar tutarken.
Önsezimden ayrı düşmediğim kadar
Rabbime meylettiğim her anımda kolladığım dünkü anılarımı ve kodlarken
duygularımı.
Kâinatın orkestrası hâsıl olan bu ulu
Sessizlik ve işte inancın tam da ortası:
Bazen b/öldüğüm zaman.
Bazen savrulduğum.
Bazen s/özlendiğim.
Hırpani bir mecra da addedilmesin
ziyan ettiğim hayat.
Bir göl kenarında.
Bir göl durgunluğunda.
Yasını tuttuğum değil artık mazim
bilakis yâd ettiğim kadar yarınlara da meylettiğim ve savaştığım kim bilir
kaçıncı Cihan Harbim?
Metruk bir iz.
İzbelerde saklı öz.
Özü sözü de bir ise insanın.
Acının hasılası.
Aşkın hafızası nasıl da keskin.
Kalemse bıçkın bir rüzgâr:
Hüsranın kırıntıları aşkın detaylar
ve işte İLAHİ AŞKTA HUZURU BULDUĞUM.
Bir yanılgı addettiğim bir yenilgi
olarak addedildiğim.
Kalemin mürekkebi kurumadan yaşımı
silen melekler.
Akıl melekelerime şükrettiğim.
Korunduğuma dair hamt ettiğim.
Yalnızlığın hem sıfatım hem öznem
olduğu.
Özlemin doruğunda infilak edip yere
diz çöktüğüm ve Rabbime rükû ettiğim.
Andıkça aşkı hatırladığım mazim.
Ar bildiğim kadar bu savaşı uğruna
mücadele verdiğim.
Siperim.
Sakarım.
Bir semazenim.
Semada gezinirim.
Atarı ederi yok iken varlığımın ve
üstüne ant içtiğim Kutsal Kitabım.
Yokluğun sarmalında hiçliğin mekânında
kimse cüret eden sulh bildiğim illa ki.
Ser verdiğim sır verdiğim şehrin
surlarına serildiğim.
Matemim ben.
Ben meltemim de.
Mabedimin da ta kendisi aşkın teşrif
ettiği güneşim de.
Balçıkla sıvanmadığım kadar kollarımı
sıvayıp işe giriştiğim.
Algı eşiğinde büyüttüğüm duygularım.
Beşiğini tıngır mıngır salladığım
hayallerim.
Recim edilen bir resim gibi.
Gıpta edilen bir seyyah gibi.
Ölümün yok iken tasviri yok iken basit
bir hikâyesi.
Rabbin varlığında saklı iken
hicretim…
Bilinmezin gücü.
Bilinmezin neferi.
Aşkın düşleri.
Düşlerin çürük çekimleri ve yeni
düşlere mazhar yarınlar ve Allah inancımla şakıdığı kadar da yüreğim.