Köyün
çakaralmaz minibüsüyle şehirden dönüyordum. Vasıtamız hıncahınç doluydu.
Minibüs şoförü Haşim gördüğü yolcuyu "ilerde inecek var" deyip ite
kaka arabaya sokuyordu. Dokuz kişilik minibüs bu gayretle ondokuz kişi almak
zorunda kalmıştı. Şoför milletine pek bir şey söylenmiyor ki "yapma
kardeşim, alma bu kadar yolcuyu, bunun sana da zararı vardır" diyesin.
Bereket versin şoföre yakın yere oturmuşum.
Ön
taraf rahat olur diye devamlı orayı tercih ederim. Yanıbaşımdaki motor
kaputunun üzerine de bir kişi oturttuktan sonra daha fazla alamadı. Kendimizi
Allaha emanet edip yürüdük. Zavallı minibüs fare yutmuş ördek yibi yambul
yumbul zorla yürüyordu. Ben içimden bir kaç defa ayetel-kürsî okudum. Çünkü
arabamız yolun bir sağına bir soluna uğramadan gidemiyordu.
Sizin
anlayacağınız yılan yürüyüşü ile yolumuza devam ediyorduk. Diğer yolcular her
şeyden habersiz sohbet ediyorlardı. Kimi yaptığı alış verişten, kimi
pahalılıktan, kimi dünya meselelerinden konuşuyordu. Şanzuman ve motor sesiyle
boğulan bu konuşmalardan biri dikkatimi çekti.
Kara
Halil soruyor yanındaki cevap veriyordu :
—
Demek Istanbulu da gördün ha?
—
Gördün ne demek, didik didik ettim.
—
Çocuğa ne dediler?
—
Ben deyim yarım saat, sen de bir saat, inceden inceye muayene ettiler.
—
Kaç lira aldılar?
—
Yüz elli lira aldılar ama helâl olsun adamlara.
—
Anlayışları nasıl?
—
Nasıl demek de söz mü? Türkiyenin en iyi dokdurları oraya birikmiş. Sen
söylemeden bir bir söylüyorlar derdini. Anasının adını, babasının adını,
geçmişini, geleceğini, yedi sülâlesini yazıyorlar kâğıda.
—
Ne teşhis koydular çocuğa?
—
idrar yolları bozulmuş senin anlayacaan idrar yolları iltahaplanma yapmış.
—
Ne yaptılar ya?
— iğne ilâç yazdılar. Üç aya gadar bunları yaptır. Üç ay sonra tekrar gel dediler.
— İdrar yolları neymiş acaba?
—
Canım çocuk ayak yoluna gidemiyor ya...
—
Haaa, anladım idrar yolları...
Yediğin
içtiğin senin olsun gördüklerinden anlat bakalım.
—
Ne anlatayım!. Bir ay anlatsam bitmez. Bir insan var, bir insan var iğne atsan
yere düşmez. Bizim gazada o kadar adam yok belki. Kıyamet alamet. Kum gibi
kaynıyor. Hele de taksi!... Gözüyün aldığı yer taksi. Zencir halkası gibi ardı
arkası kesilmiyor. Doktorun yanından gelirken çarşıda bir alet gördük görsen
aklın hayalin durur. Dünyada neler varmış meğerse Halil. Biz bir şey görmemişiz
ya.
—
Nasıl bir şey?
—
Asrî arı kovanları var ya..
—
Eee..
—
Öyle bir gutu. Yalınız bunun bir tarafını camlamışlar. Herkes yığılmış başına.
Biz de birez görelim dedik. Amaniin bir de ne görelim!... Kutunun içinde kızılca
kıyamet kopuyor. Oynayanı mı ararsın, güleni mi ararsın hepsi orada. Bizim
avrat şaş galdı.
Dönerken
bana soruyor : "Bu gatlak adam bu gutunun içine nasıl giriyor" diye.
—
Camdan hepsi görünüyor mu?
—Ayan
beyan!.. Sonura bir giz çıkdı. Oynaya oynaya bir şeyler söyledi. Onu
beğenmedim.
—
Nesi vardı?
—
Biraz cıblakçaydı. O gadar erkeğin içine onu goymasalar daha eyi olurdu. Ben
bizim avrattan utandım. O olmasa daha seyredecektik ya o da gutuya girinci
bırakıp geldik.
Telefizyon,
diyorlar adına.
—Denizi
de gördün?
—
Gördüm ya. Onu görüncü inandım ki Halil. Allahdan gorkmayan gavur. Allah
Allah!.. Gözüyün gördüğü yer su. Nereden geldi bu gadar su buraya!
Deniz
bir tassa tufan olur vallahi! Birer dalgaları var her biri adam boyu.
istanbulun
adamları da çalışkan. Adam sabahleyin kakıyor, filikasına biniyor, bu gadar
dalgaların arasında balık dutarak geçimini çıkarıyor. Herkes işinde gücünde.
Sabah ortalık ışır ışımaz herkes işe gidiyor, akşam olunca de oluk oluk
evlerine dönüyorlar. Ne eyi insanları var. ne müslüman adamları var şaşar
kalırsın. Birer camileri var her biri bir kale. Hepisi de tıklım tıklım dolu.
'—
Boğaz köprüsünü de gördün mü bari
—
Ha, onu diyecektim bu hükümetten de gorkmayan gavur. Hele vergi gaçıranlar,
onları cehennem de gabul etmez. Nasıl asdın onu oraya!.. Heç mi düşerim deyi
gorkmadın. Her iki geceye birer ayak dikmişler. Ortada bir şey yok. Ben anca
ucundan bakabildim. İnsanın gözü korkuyor. Gazârâ bir düşecek olsan daha
yoldayken ölürsün.
—
Altı deniz değil mi?
—
Deniz olsun. Gorkundan ölün gorkundan!.. Göğün yüzünde köprü. Ne yalan söyleyim
ben cesaret edemedim. Gaç millon getdi kimbilir.
—
içindeki vapurlarda çalışıyor mu?
—
Heç duruyor mu ki. Vapurların her biri bir hükümet konaa gadar var. Elbet
bunları hükümet yaptırdı deel mi ya?
—
Tabi..
—
Sen bu hükümetten nasıl mal gaçırın. Nasıl esgerlik etmen. Allah çarpmaz mı
adamı Halil!...
Ben
bu konuşmaları dinleyim derken altımda yürüyen alâmetin korkusunu unutmuştum.
Nereye geldiğimizi ancak konuşma bittiği zaman farkedebildim. Haşim ustanın
"buraya kadar beyler!" ikazı olmasa konuşma belki daha devam edecek,
ben de hiç bir şe. yin farkında olmadan bir çok şeyler öğrenecektim.
Fakat
"buraya kadar beyler!" sözü buna fırsat vermedi. Bu sözünde Haşim
usta da mazurdu. Çünkü zavallı minibüs bu kadar yolcuyu ancak köy mezarlığına
kadar taşıyabilmiş, orada su kaynatmağa başlamıştı.
Şükür
ki mezarlığa kadar gelebilmiştik. Yolun yarısında da inebilirdik. Ne olursa
olsun üç şey öğrendim bu kısa yolculuğumda ; Akılsız kafaların cezasını ayaklar
çekermiş.
Devletten
mal kaçıran hain, Allahtan korkmayan kâfirmiş. Yetmez mi?