Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 14.05.2022
Okunma Sayısı : 811
Yorum Sayısı : 5

KESKİN  OLUR  LİKÖRDEN AYRANLA  KIMIZ /  KARNERA’YI  YERE  SERER  TEKİRDAĞLIMIZ –2. BÖLÜM

Geçen  bölümde  büyük  Türkçü  şair  ve  yazarımız  Hüseyin  Nihal  Atsız’ın  yazdığı  ‘’  Davetiye’’  Adlı  bir  şiirden bahsetmiştim. İtalya’nın  Faşist  lideri Benito  Mussolini’ye hitaben  yazılan  bu  şiirde  Atsız  onu savaşa  davet  ediyordu. İşte  bu  davet  şiirindeki  bir  beyit  aynen  şöyleydi:

Keskin  olur  likörden  ayranla  kımız
Karnera’yı  yere  serer  Tekirdağlımız.

Ben  şahsen  ne  likörün  ne  de  kımızın tadına  ve  keskinliğine  bakmışımdır.  O  sebeple  bilmem  hangisi  daha  keskin  olur. Ama  Tekirdağlımız  Karnera’yı  yere  serebilir  miydi? Öncelikle  bu  takıldı  kafama.

İyi  de  yahu  Tekirdağlı  kimdi?  Karnera  neyin  nesiydi?

Az  bir  araştırma  ile  Tekirdağlının  kim  olduğunu  öğrenmek  kolaydı. Dünyaca  meşhur  ama  ne  yazık  bizler artık  futboldan  başka  spor  bilmediğimiz  için( Son zamanlarda  az buçuk da  ‘’Filenin  Sultanları’’ sayesinde  Bayanlar  voleybola  merak  sardık.)   unuttuğumuz  ünlü  bir  güreşçimizdi  Tekirdağlı. 

Evet... Tüm  dünya  onu  Tekirdağlı  Hüseyin  olarak  tanımıştı. Tam  adı  ise  Hüseyin  Alkaya  idi.

Peki  Karnera  kimdi?

Şimdi gelin isterseniz  önce  Tekirdağlı’nın  yere  sereceği  Carnera’yı  tanıyalım  ve bakalım  Hüseyin  Nihal  Atsız  bizim  Tekirdağlı  Hüseyin  Pehlivanımızın nasıl  bir  insanı  yere  sereceğinden  bahsetmiş?

Evet... Carnera..  Tam  adıyla  Primo Carnera  26  Ekim 1906’da Sequals’te ( İtalya'nın Friuli-Venezia Giulia bölgesine bağlı Pordenone ilinde bulunan bir komün) doğdu. 1.97  boy  ve 118 Kg  ağırlığında  dev  gibi  bir  insan  olduğundan  çok  genç yaşlarda  sirklerde  gösterilere  çıktı.

Onun  bu  cüssesi  ve  oldukça  kuvvetli  olması  bazı  orgazinatörlerin  dikkatini  çekti  ve  alıp  Paris’e  götürdüler.  Burada  Profesyonel  boksör  olarak  yetiştirip  maçlar  yaptırdılar. 

Bu  maçlarda  başarılı  olduğu  görülünce  Mafya  babalarının  dikkatini  çekti  ve  ABD’ye  getirdiler  Primo  Carnera’yı.  Kendisine  ‘’Ambling  Alp ‘’ (  Yürüyen Dağ )  Nazik  Dev-  Geniş  Venedik  gibi  lakaplar  verildi  ama  daha  çok  ‘’  Yürüyen Dağ  unvanı  ile  tanındı.

1933  Yılında Jack Sharkey adlı  boksörü  altı rauntta  nakavtla  yenerek  Profesyonel  boksta ilk  kez altın madalya  kazanan  bir  Avrupalı  oldu.

1934’e  kadar  pek  çok  maç daha  yaptı. 1934’de  ise Max  Baer adlı  boksöre  11.  Raundda nakavtla  yenildi.

Aslında  yaptığı  maçların  neredeyse  tamamı  şikeli  maçlardı.  ‘’  Yen’’ dediklerinde  rakibini  darmadağın  ediyor ‘’ Bu  maçı  kaybetmelisin’’  Dendiğinde  darmadağın  olmuş  bir  şekilde  ringten adeta  cenazesi  iniyordu. Kısacası  Mafyanın  elinde  oyuncak  olmuştu. ( Max Baer’le  yaptığı  maçın ring  kenarı  bilet  ücretinin 25.000 Dolar  olduğunu  göz  önüne  alırsak  Mafya’nın  bu  işlerden  ne  kadar  para  kazandığını  anlamamız  daha  kolay  olur. )

1936  Yılında  iki  kez  Leroy  Haynes’in  karşısına  çıktı. Yenilmesi  gerektiği  için  her  iki  maçını  da  nakavtla  kaybetti.

Mafya  babaları  ‘’ Artık  işimize  yaramıyorsun’’  dediklerinde ve II. Dünya Savaşı yıllarında beş  parasız  ülkesine  döndü.

Ülkesinde  bu  sefer  de faşistlerin  propaganda  aracı  oldu. Faşist  İtalyanların  ne  kadar  güçlü  olduğu  Carnera  örneği üzerinden anlatılıyordu. Öyle  ya  1928- 1936  yılları  arasında yaptığı 103  maçın  88’ini  kazanan  hem de  bu  88  zaferin  69’unu  nakavtla  kazanan  bir  devden  daha  güçlü  kim  olabilirdi  ki?

1946  Yılına  kadar  ülkesi  İtalya’da yine  gösteri  maçlarına  çıksa  da geçim  sıkıntısı  çekiyordu. O sebeple tekrar  Amerika’ya  döndü  ve  bu  sefer  işini  değiştirdi.  O  artık boksör  değil  bir  pankreas  güreşçisiydi  ve  bu  işten  güzel  para  kazanıyordu. Ayrıca  bir  kaç  filmde  de  oynadı. Ama  1938’de  tek  böbreği  alınmış  olduğundan  pankreas  güreşlerine  de  çok  uzun  süre  devam  edemedi.

1953  yılında ABD vatandaşı  oldu.

29 Haziran 1967’de  ölmeden  kısa  bir  süre  önce  ülkesi  İtalya’ye  geldi ve  Udine  kentinde  hayata  gözlerini  yumdu.

Tekirdağlı  Hüseyin  Pehlivan  işte  bu  Carnera’nın  sırtını  yere  getirebilir  miydi? 

Bence  her şeyden  önce  böyle  bir  zavallı  ile  güreş  tutmaya  tenezzül  eder  miydi?  

Evet... Kendisine  Fransız bir  güreşçiye  yenilmesi  için  teklif  edilen  10.000 Lirayı   ‘’ Ben  bu  işlerden  anlamam  arkadaş.  Yenilen  gazoz içer’’  Diyerek  elinin  tersi  ile  iten  Tekirdağlı  Hüseyin  pehlivan  boksta da  güreşte  de  karşılaşmalarının  %50’den  fazlası  şikeli  olan  Primo  Carnera  ile  bir  karşılaşma  yapmaya  tenezzül  eder  miydi?

O  zaman  gelin  Tekirdağlı  Hüseyin  Alkaya  Pehlivanımızı  da  tanıyalım.  Hem de  bizzat  kendi ağzından.

TEKİRDAĞLI  HÜSEYİN  PEHLİVAN KİMDİR?
 [ 8 Kasım  1946’da  bizzat  kendisi  anlatmış kim olduğunu. ]  

“1324-(1908)  yılında Kırcaali’nin Alkaya köyünde doğdum. Sayadım köyümün adıdır. Babam Osman çiftçilik ve bakkallık ederdi. Güreşe meraklı olmakla birlikte yalnız bayramlarda güreşirdi. Aynı köyde ve ellibeş yaşında öldü.

Bende ilk güreş merakı ağabeylerim Ali ve Bekir’den görerek başladı. On dört yaşıma gelince her ikisini de yendim. Kardeşlerim çok kaabiliyetli olduğumu görünce beni hiçbir işe sokmadılar. ‘’Biz çalışırız sen güreşi ilerlet.’’ dediler.


On beş yaşımda evlendim. On dokuz yaşıma geldiğimde civarımızdaki bütün pehlivanları yenmiş bulunuyordum. Bulgaristan’da son güreşimi Elmalı yaylasında Koşukavak panayırında 120 kiloluk bir Bulgar ile yaptım. Bulgarı üst üste birkaç defa yendiğim halde kabul edilmedi. Üstelik gece beni öldürmeye kalktılar. Bunun üzerine pasaport alarak ailem ile 1927’de Tekirdağ’a geldim. Çiftlikönü mahallesinde bir ev tuttum. Bir gün bu ev üzerimize yıkıldı. Kayınpederim ve kayınvalidem, baldızımın iki kızı, üç komşu kadın öldüler. Allah karımı ve çocuklarımı esirgedi.

Tekirdağ’da yaptığım güreşlerde yenildim. Beni 1929’da yenenlerin başında Uzunköprülü Hüseyin gelir.

Bunun üzerine hayatımı kazanmak için çapaya gittim. Bu sıralarda yeni harfleri okuyup yazmayı öğrendim. Memleketimde yalnız bir yıl okula gitmiş eski yazıyı bile belleyememiştim. Ailemi geçindirmek için bir yandan mütemadiyen çalışıyor fakat güreşten kendimi alamıyordum.

1929 Ramazanında İstanbul’a gittim. On beş gün güreştim. Ramazan’ın on beşinden sonra Bayburtlu Kara Yusuf benimle beraber dört genç pehlivanı Samsun’a götürdü. Samsun ve civarında dört ay kaldık. Hiç para kazanamadım fakat pehlivanlıkta piştim.

Samsun’dan sonra ilk güreşimi Düzce’de yaptım. Burada Baş Pehlivan Cemal ile karşılaştım ve başaltına güreştim. Güreşimiz 6 saat sürdü ve yenişemedik. Bundan sonra beni hep başa güreştirdiler.



Güreşlerini dikkatle takip ettiğim ve beraber gezerek faydalandığım ustalarım Mandıralı Ahmet, Kara Ali Manisalı Rıfat, Çoban Mehmet’ten başka Mülayim, Cemal, Çoban Mahmut, Molla Mehmet, Şumnulu Arif gibi rakipler ile karşılaştım. Bunla arasında 1929’dan 1933’e kadar birçok güreşler yaptım ve kendimi ezdirmedim.

1936’da Eminönü Halk Evi Başpehlivanlık güreşi tertip etti. Burada 1935’in baş pehlivanı Kara Ali’yi Mülayimi, Afyonlu Süleyman’ı Arif’i yenerek başpehlivanlık kemerini aldım. Taksimde üst üste üç yıl tekrarlanan bu güreşleri daima kazandım.


Büyük Atatürk başarılarıma alaka gösterdi. Beni Çoban Mehmet ve Büyük Mustafa ile Florya’ya çağırarak güreştirdi. Bizi iltifatları ve bahşişleriyle sevindirdi.


1938 kışında, organizatör Asım Rıdvan ile Paris’e gittim. Önce derecemin anlaşılması için hususi kulüplerde elli pehlivan ile güreştim. Bir hafta içinde ve geceleri oldu. Karşıma çıkanları en çok on dakikada yendim.

Sonra Finlandiyalı, Bulgar ve Fransız olmak üzere dört tanınmış pehlivan ile otuz bin seyirci önünde karşılaştım. Dördünü de  beşer dakikada yere vurdum.


Bunu üzerine organizatör Raul Paul beni odasına çağırdı. Fransız şampiyonu Deglen ile yapacağım üç maçı kaybedersem on bin Türk lirası vereceğini söyledi. [ 1938’de  göreve  yeni  başlayan  bir öğretmenin  maaşı  50 Tl dir.  Hüseyin  Pehlivana  teklif  edilen  rüşvet  200  öğretmen  maaşına  eşittir.  Bugün  göreve  yeni başlayan  bir  öğretmenin  maaşı 6354 Tl olduğuna  göre  demek  ki  6354 x 200 = 1.270.800 Tl  rüşvet  teklif  etmişler  bugünün  parasıyla ]

Damarlarımdaki Türk kanı buna asla müsaade etmedi. Yabancı bir memlekette baş pehlivan sıfatıyla temsil etmekte bulunduğum şerefi her şeyin üstünde olduğundan bu şeref için almak değil her şeyimi vermeğe her an hazır olduğumdan teklifi derhal reddettim. Mertçe karşılaşmama imkan verilmedi. Memleketime döndüm.


1939 Kırkpınar güreşlerinde Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü tarafından Kurt Dereli Mehmet pehlivan adına altın bir kemer ortaya kondu. Bu kemer üst üste üç yıl baş pehlivanlığı muhafaza edenin olacaktı. Azmim ve kuvvetim ile bunda da muvaffak oldum ve kemeri aldım. 1942 Kırkpınar güreşlerinde Babaeskili İbrahim baş pehlivan ilan edildi ise de sonra onu birkaç kere yendim. Bilhassa Afyonda bir dakikada sırtını yere getirdim.

 

Şimdi otuz sekiz yaşındayım. Yüz on kiloyum. Boyum 178 ensem 52 santimdir. Kuvvetimden hiçbir şey kaybetmedim. Karşıma çıkacak her pehlivanı yenmeğe hazırım. Baş pehlivan oluncaya dek en büyük rakibim Mülayim idi. Onunla belki elli güreş yaptım. Önce çorluda yendim sonra karşımda dayanamadı.

Baş pehlivan oluncaya kadar hiçbir resmi ve hususi yardım görmedim. Türkiye’ye gelince yuvamı sevdiğim Tekirdağ’da kurup geliştirdiğim için kendimi Tekirdağlı olarak tanıttım.


Pehlivanlıkta esas kuvvet ve akıldır. İnsanın akılsızı pehlivan olur sözü bu sporu sevmeyenlerin uydurmasıdır ve yanlıştır. Bütün sporcular gibi ben de sağlam kafanın sağlam vücutta bulunacağına inanıyorum. Güreşte aklın rolü büyüktür. Sade kuvvet ile galip gelinmez. Güreşte yüz altmışaltı oyun vardır. Bunları yerine ve adamına göre kullanmak bir zeka işidir. Diğer pehlivanlarımıza bakarak benim bilhassa belim ve ensem kuvvetlidir, göğsüm geniştir.

Yaptığım asıl güreş serbest güreştir. Devletçe ehemmiyet verilen alafranga, halkın sevdiği yağlı güreşlerdir.

Yenilerden Yaşar Doğu’yu ve Celal Atik’i beğeniyorum. Yağlıda Babaeskililer; Sındırgılı Şerif, Karacabeyli Hayati, Lüleburgazlı Ali ve Ahmet, Hayrabolulu Süleyman, Manisalı Halil aynı ayardadırlar. Şimdi İngiltere’ye ve Amerika’ya gitmek, Türkün malum kuvvetini onlara da göstermek istiyorum…''


1933-1942 Yılları arasında dokuz  kez  Kırkpınar şampiyonu  olan ve altın  kemeri  bileğinin  hakkıyla  kazanan  Tekirdağlı  Hüseyin  pehlivan 10  Şubat 1982’de  Hakkın  rahmetine  kavuştu.   Allah  rahmet  eylesin.  Makamı  cennet  olsun  inşallah.

( Keskin Olur Likörden Ayranla Kımız / Karnera’yı Yere Serer Tekirdağlımız başlıklı yazı Sami Biber tarafından 14.05.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.