Mevcudiyetimizin temel
dayanağı ne ise muaf tutulduğumuz tüm o istisnalar da bir o kadar aşikâr. Kıt
kanaat bir mutluluk ise kavuşulası eşlik eden onca acıya da haiz olmamak mümkün
mü…
Mümkünatı olmayan nice
varlık ise bir o kadar uzağımda. Kim bilir belki de var sandığım yokluktur her
biri en az benim bir gerçek olmam kadar. Gerçeğin tecellisi hayal kırıklığı ise
çoktan savdım sıramı. Yine de nöbette kalma dürtüsü halen mevcut derinlerde bir
yerde ve her yeni gün olası tüm o eklentiler beraberinde yenik düşen kırık
kanatlarım uçma gayesi ile cebelleşirken. Kırık olan daha nice parçam
göstermekten imtina ettiğim ve yine de kendimi tutamadan ifşa ettiğim yanlış
olduğunu bile bile üstelik.
Yanlış olduğu
yanılgısına düştüğüm tüm o eserekli öğretileri de ekledik mi bu sefer kendimden
şüpheye düşüyorum. Neyim ki ya da kimim ki şu ummanda? Biçilen değerler de ayan
beyan ortada yoksa değersizlik mi demeliydim? Farklı zihniyetlerin dibe çökmüş
tortuları kadar bulanık zihnim her ne kadar gönlüm aydınlık olma dürtüsünü
muhafaza edip iyi niyetini kollasa da. Bertaraf edemediğim garip bir duygu alt
tarafı. Alt tarafı desem de şüphe içindeyim ve durmaksızın soruyorum kendime:
‘’Ben, nerede hata
yapıyorum?’’ diye. Cevabını bulmasam da tekerrür etmekte aynı soru göğüs
çeperimde oksijen namına hava kalmamış olsa da.
Bazen yadırganmam
yadırgasa da benliğimi hala haricimdekileri yadırgamama konusunda geliştirdiğim
hassasiyet garip bir ivme ile aralıksız yukarı doğru bir seyir izlemekte. Ola
ki yadırgayıp yadsıyayım biliyorum ki onlardan bir farkım kalmayacak. Onlar
dediğim üçüncü çoğul şahsı da tanımam ek olarak. Sadece yolculuğumda eşlik eden
muhafız güçler her daim beni örselemekle iştigal etmekte olan. Ne de olsa
korunaklı dünyamın kapısını ardına kadar açmış bulundum yazmaya başladığım ilk
gün itibariyle. Az kızmıyor da değilim kendime. Sonuçta basit ve ulaşılmaz bir
hayat idame ettirmekteydim her ne kadar klasik hiçbir tanımlamaya dâhil olmama
tanımlamasına ek olarak.
Mevcudiyetim,
farkındalığım ile anlam kazandı. Önceleri iyi bir evlat gayesi güderken okula
başlamamla ek bir sıfat eklendi ismimin yanına. ‘’Çalışkan ve azimli bir
öğrenci.’’
İşin aslı kimseye
yaranamama hikâyemin evveliyatı o dönemi kapsar. Öncelikle ebeveynlerim daha
sonra askeri disiplini ile ömür boyu neferi olduğum hayat okulu. Gerçi halen
hayat okulunun ne anlama denk düştüğünü çözemedim ya… Öncesinde en cıvıltılı
yıllarım ağır bir disiplin ile aralıksız sorgulandığım mecralarda geçti. Aile
mefhumu olarak adlandırılan ve söz hakkımın bulunmadığı korunaklı dünyamın tek
komutanı olan rahmetli babamın karşı konulmaz kuralları ve tahakküm altında
geçen ömrümün ilk yarısı. İşin ilginci, pek de umurumda değildi korunan
kurallar. Karşı koyma hakkım elimden alındığı için sorgulamadım her ne kadar
haricimdekiler inanılmaz gözlerle baksalar da içerisinde bulunduğum tabloya.
Bunca olumsuzluk
yaşanırken hoş ve anlamlı öğretiler de edinmedim değil hani… Zira her şeye
rağmen bir sevgi denizi idi kulaçladığım ara sıra yüksek dalgalar arasında
boğulma tehlikesi geçirsem de. Zira sevmeyi ve sevilmeyi son damlasına kadar
öğrendim ve özümsedim hem de iliklerime kadar. En azından her daim tahakküm
altında olsam da mütereddit bir ruhum yoktu şüpheye düşen. Çünkü en ufak bir
soru işareti bile barınmadı zihnimde sevilip sevilmediğime dair.
Çocukluğum ve ilk
gençlik yıllarım itibariyle mükemmel insanlar vardı çevremde. Bu kelimeyi
özellikle vurguluyorum ki ilerleyen zamanlarda tüm uğraşım hep ‘’mükemmel’’
sıfatına ulaşmak gayesi ile geçti.
Ötekileştirmek adına
akla gelecek her şeyi yaptığımız günümüz ile mukayese edince fark meydanda.
Sürekli yargılamak ve eleştirmek adına ne çok açık aradığımız düşünülürse
şanslıydım o zamanlar zira bana altın tepsi içinde inanılmaz nimetler
sunulmaktaydı. Komşuluk ilişkilerinin aile kavramı ile özdeşleştiği ne güzel
yıllarmış. Üstüne üstük insan, din ve diğer hiçbir ayrımın yapılmadığı bir
cennetmiş müdahil edildiğim.
Dini bayramlarda olsun
Noellerde olsun o kadar kaynaşmıştık ki komşularımızla…
Değil açık aramak
sürekli arkası kesilmeyen bir muhabbet.
Değil ayrımcılık sadece
sevgi dilinin konuşulduğu münasebetler.
Değil yargılamak akla
bile gelmeyen muhalif düşünceler.
Değil kırmak
hassasiyetin ve insanlığın at koşturduğu engin ve bakir bir uzantısı
geliştirilen dostlukların.
Karakterim
biçimlenirken biliyordum ki insanlar arasında geçerli tek lisan var.
Yalanı tasvip etmeyen
insanlar arasında görmüştüm ki, yalan söyleyerek aslında kendimizi
kandırıyoruz.
Sevgi yumağına dolanmış
bir çocuk olarak biliyordum ki, ömür boyu bu duygudur bana eşlik edecek olan.
Sevgide sınır
tanımamayı öğrenmiştim: Gerekirse karşılıksız da sevebileceğimi. Ve ömrüm boyu
gözlerimi kör eden de hep bu oldu. Hayır, bilindik o anlamdan bahsetmiyorum.
Basit bir kadın-erkek etkileşimine dahi olmayacak eşsiz bir uzantısı idi sevgi
adına öğrendiklerim. Ve ne yazık ki kanıksadığım bu mefhum uğruna sayısız
yenilgi aldım ki halen de devam etmektedir üstelik konu ve insan ayırımı
yapmadan.
Çok şeye ve çok insana âşık
oldum. Hayata karşı duyduğum aşk ile başladım sevmeye. Rahmetli ilkokul
öğretmenime duyduğum sevgi inanılmazdı. İlk yabancıydı sevip hayran olduğum.
Onun anne sıcaklığı ile ısınırken soğumuş yüreğim bu sefer ilk ve son mesleğime
âşık oldum: Ömür boyu vazgeçilmezim olan o meslek: her daim kendini öğrenci
addeden biri olarak öğrencilik mesleğini kendime destur edindim. Akabinde neye
el atarsam atayım o öğrenme tutkusunu asla bertaraf edemedim.
Ne içimdeki okuma ve
öğrenme aşkı köreldi ne de sevme dürtüm ona paralel olarak.
Belki de çalışma
hayatında beni pes ettiren belli ritüelleri benimseyip aynı işe ve belli
kurallara tabi olup karşı çıkmamam prensibiydi. Ne de olsa karşılığında
hesabıma yatan yüklü bir para söz konusuydu ve ben bir şekilde zihnime ket
vurmuştum içimde hala öğrenme aşkı beni yakıp kavururken. Bu yüzden iş
yaşantıma ara verip yeniden üniversite ortamına kapak attım akademik kariyere
duyduğum özlem neticesi. Ama kurallar her yerde aynıydı. Uyumsuz kimliğim ancak
o kuralları kanıksamamla uyum arz edecekti ortama. İnsan her yerde aynıydı ve
egolar savaşa devam ediyordu. Oysa ben ne savaşmak istiyordum ne de yeni
kurallar. Kurallardan sıdkı sıyrılmış bir kaçaktım netice itibariyle ve yeni
bir hapishaneye belli gardiyanlar eşliğinde giremezdim. Ya ömür boyu esaretine
girecektim belli insanların ya da özgürlüğü seçip kimseye tabi olmayacaktım.
Sonuçta mesul olduğum uçuk hayallerim ve zincirden boşanmış bir ruhum vardı.
Kısasa kısas.
Kolladığım iyi niyet ve
onca uğraşı beyhude geçen bir ömrün eşliğinde.
Sevgi, hoşlantı, aşk,
beğeni ama özünde kâinatın sırrı ruhta saklı olan ve onu çözme gayesi ve derken
nice keşif aslı astarı olmadığı yanılgısına düşenler olsa da.
Her yeni yenilgi ve sil
baştan…
Yeni hayal kırıklıkları
ve eklentisi yeni hayaller…
Özümsemek adına
vazgeçemediğiniz ne varsa: Önce benliğiniz ve her geçen an daha da vakıf
olduğunuz kudreti İlahi Gücün…
Ya yanılsama denen ne
ola ki? Sadece ışığın seyir bazen koyultulmuş bir alan göremediğiniz ama yine
de bilip inandığınız…
Geride kalan ne varsa
şükür borçlu olduğum ve zaman zaman eksikliğini hissettiğim.
Ve önüm… Kim bilir
nereye çıkar yol umutlarımı ekerken kaybolmamak adına…