Tekerrür eden günlerden
biriydi yine… Şikâyet etmezdi, etmeye hakkı yoktu zira. Bin bir düşüncenin eşliğinde
topladı kitaplarını. Beş karış bir suratla başlamıştı güne.
Varsa yoksa denetim ve
gözetim altında geçen bir hayat. Gerçi memnundu onu seven, koruyup kollayan bir
ailesinin olmasından ama bazen sıkılmıyor da değildi hani. Ne vardı sanki
dizginleri bu kadar sıkı tutmaya: Çocuk değildi artık ve bunu gören de yoktu çevresinde.
Mecburdu konulan
kurallara riayet etmeye ve mecburdu da çoğu şeyi gizleyip, içine atmaya. Şunun
şurasında sadece bir yılı kalmıştı mezun olmaya; okulun bitmesi özgürlükle eş
değerdi onun için her ne kadar pek inanmasa da…
‘’Düşünme bunları’’,
diye de bir yandan telkin ediyordu kendini. Bu günkü sınavı da verdi mi, son
sınıfa geçecekti. Aslında fazla bir süre de kalmamıştı bekleyecek. Kendisi
bekleyebilirdi gerçi ama onun bekleyeceğine hiç mi hiç ihtimal vermiyordu. Neredeyse
otuzuna merdiven dayamıştı üstelik her şeyden bihaberdi. Gününü gün eden, iflah
olmaz bir çapkındı. Uzaktan seyretmek onu gerçekten de çok zordu. Seyrediyordu
bir yandan da seviyordu genç kız onu. Ara sıra görürdü onu, aydan aya, yıldan
yıla: Sonuçta olması gereken, saygı çerçevesinde gelişen bir diyalogdu aralarında
geçen. Özel günlerde ara sıra görüşürlerdi ailecek, ne de olsa; ailenin ağır
başlı, ciddi ve parmakla gösterilen bir ferdiydi genç kız. Tabii ki;
duygularından arınmış ve mükemmel olmak zorundaydı. Zira bu onun birinci
vazifesiydi. Ne haddine karşı gelmek…
‘’Keşke bilse, keşke
söyleyebilsem’’, diye derinden bir iç geçirdi. Bu itirafı, ölüm fermanını
imzalamakla eş değerdi. Kesinlikle, babası onu Taksim meydanında tabir-i caizse
sallandırırdı. Mademki idam yasağı da yoktu o yıllarda, anında darağacında
bulurdu kendini. En iyi ihtimalle de evlatlıktan reddedilir, görürdü gününü.
Bir eli yağda bir eli
balda, yaşayıp gidiyordu işte. Nezih bir semtte yaşıyor, iyi bir okulda da
öğretimine devam ediyordu, üstelik bu güne değin bir dediği asla iki
edilmemişti. Bir insan daha ne isteyebilirdi ki…
Zaten içinde de yoktu
ki; çapkınlık yapmak haddine mi. Hoş; ‘’Bir kızın çapkın olma hakkı yoktu asla’’,
riayet ettiği kurallar çerçevesinde.
Saatine bakması ile
yerinden fırlaması bir oldu. Biraz daha oyalanırsa, kesinlikle sınavı
kaçıracaktı. Allah’tan ev halkı uyuyordu da, onun bu sefil halini görmüyorlardı
sabah sabah.
Paltosunu giyip, usulca
kapattı kapıyı. Sadece iki gün kalmıştı o büyük güne, sadece iki gün… Ne mi
olacaktı iki gün sonra…
devam edecek...