1
Birleşmiş
Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek
Komiserliği’ndeki görevinden ayrılarak CHP İstanbul Milletvekili olan ve
partisinin son kurultayında aldığı 878 ile en çok oy alanlar arasında Parti
Meclisi’ne giren, Birleşmiş Milletler adına,
geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde
“İnsani Yardım Görevlisi”,
“Mülteci Komiserliği” gibi görevlerde bulunan, İsviçre’nin Zürih
kentinde sanat ve film eğitimi aldığı sırada geçirdiği talihsiz tren kazası
sonrasında engelli dünyasıyla tanışmasının ardından verdiği mücadele dünyaya
bakış açısını değiştiren ve engelli, azınlıklar, çocuklar, şiddete uğramış
kadınlar, mülteciler, işkence kurbanları ve hakları fütursuzca çiğnenen bütün
mağdurların yanında olan, Dünya’nın
üçüncü büyük sivil örgütü JCI Genç Liderler ve Girişimciler Derneği’nin 1938
yılından bugüne düzenlediği “Dünyanın En Başarılı On Genci” arasında kabul edilen ve İnsan Haklarına,
Çocuklara ve Dünya Barışına yaptığı katkı kategorisinde birincilik ödülü alan,
yine 2012 yılında ABD Başkanı Obama’nın eşinden “Uluslar arası Cesur Kadın”
ödülü ile onurlandırılan, “Lübnan’da Mayınla Yaşamak”, “İdeallere Yolculuk” ,
“Nereye Gidersem Gideyim Gökyüzü Benimdir” gibi filmlerde oynayan, “Kıbrıs’ın
Limonları Acıdır” , “Değişen İran’a Sosyal Bir Ziyaret”, “13 Numaralı Peron”
gibi kitapları olan Meclis’te yaptığı birbirinden önemli konuşmalarıyla meclisi
sessizlik içinde hayranca dinletebilen, müzik ve resimle de uğraşan, ana dili
Türkçe yanı sıra İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca konuşan, temel
seviyede Arapça ve Farsça dillerine de hâkim olarak Uluslar arası işaret dilini
de konuşan ve sıradan bir kişiliğe sahip olduğunu söyleyen Sayın Şafak PAVEY’i
tanıdıktan sonra bana bu fırsatı verip değerli zamanını ayırdığı için kendisine
içten teşekkürlerimi sunarak, sorularıma
geçiyorum:
E.E. “Parti
Başkanınız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhalefet mücadelesini nasıl
buluyorsunuz? Şunları da söyleseydi veya AKP’nin garanti gördüğü seçmen
kitlesini ikna edebilmek için daha farklı strateji uygulanmasını istediğiniz
bir çabanın neler olduğunu düşünüyorsunuz?”
Ş.P. “Kemal Bey’in en
baskın özelliği gerçekten çok zarif olması… Türkiye’de zarif siyasetçi, zayıf
siyasetçi gibi algılanıyor. Maço, bağırıp çağıran liderlerin prim yaptığı sanılıyor.
Ben bu kanaati hiçbir şekilde paylaşmıyorum. Bizim kendimize koyduğumuz çıta bu
olamaz. Bence içi boş bir ezberden öte gitmiyor.
Liderin hangi seçmenin değerlerini temsil
edeceğine bakmamız gerekiyor. Ve o
değerlere göre değerlendirmek gerekiyor. Ben politikada zarafetin son derece
yüksek bir karşılığı olduğuna inananlardanım.
Bu nedenle, CHP, Kılıçdaroğlu’nun nasıl bir
strateji uyguladığı üstünden değil, CHP’nin birbirine karşı değerlere inanan
çok fazla sahibi olması üstünden yorumlanmalı diye düşünüyorum.”
E.E. “Dünyanın
sorunlarının temelinde insanların kültürden ve kendilerini yetiştirememeleri
olduğuna inananlardan olarak Türk toplumunda da okuma oranı düşük olduğundan,
dünyanın en iyi eğitim sistemini veren İskandinav ülkelerine ulaşmak için
şimdiden ne gibi çaba göstermeliyiz?”
Ş.P. “Ben her işin başı eğitim diyenlerden değilim.
Eğitim, bizde her derde deva bir kalıp olarak kullanılıyor. Bence kültür
eğitimden kat be kat belirleyici. Eğer bir ülke kültürüne uymadığı için eğitimde
öğrettiklerini sansürlüyor, ya da eğitimi kendi kültürüne göre düzenliyorsa,
gençliğini geleceğe göre hazırlamıyordur. Sorun burada düğümleniyor. Özü değil
biçimi önemsediğimiz sürece çözmek mümkün görünmüyor.
Açtığınız onca üniversitenin bilimsel anlamda
bir karşılığı yoksa siz sadece üniversite damgası olan lise açmış olursunuz. Çocuklarınızı gerçek ve çağa uygun meslekleri
olan bireyler olarak yetiştirmek için mesleki eğitim planlaması yapmak
gerekiyor. Hükümetin böyle bir kaygısı yok. O ahret için imam yetiştirmeyi,
fani dünya için meslek sahibi yetiştirmekten daha önemli buluyor.”
E.E. “Uzayan
davalar, dışarı çıkan katiller, önemli davalara bakan yargı mensuplarının
görevden el çektirilerek başka yere görevlendirilmeleri, hatta yargılanmaları
nedeniyle malum yargı son zamanlarda oldukça tartışmanın içinde. Ben bir
yazımda sizin partinizin de kaldırılmasını istediği özel yetkili mahkemelerde
görevlendirilen yargı mensuplarının liyakatlerine göre kura ile davalarda
görevlendirilmeleri, davaların sonuçlandırılıncaya kadar görevde kalmalarının
Anayasa hükme bağlanmasının şaibeleri de ortadan kaldıracağını belirtmiştim, Siz
buna nasıl bakarsınız ve bu konuda yasa teklifi veya Anayasa Komisyonu’na görüş
vermeyi düşünür müsünüz?”
Ş.P. “Hukuk benim alanım
değil. Bu konuda çok iyi çalışan arkadaşlarımız var. Onların izlediği yolu
titizlikle destekliyorum.
Sanık için (itham edilen için) adalet, bir
devletin rejiminin turnusol kâğıdıdır. Kendi siyasi sisteminizi nasıl tarif
ettiğiniz değil, sanıklarınıza nasıl davrandığınız belirler. Eğer birkaç yüz
kişilik cezaevine birkaç bin kişi tıkıştırıp, sonrada canlı canlı yanmalarını
gönül rahatlığı ile izliyorsanız ve bu hiç yürek yakmıyorsa, adalet sistemi
küflenmiştir.
Adalet sistemini sistem yapan doğru göreve
doğru insanı getirmektir. Sanıklar için adaleti takip edecek onlardır. Eğer bu
sistemi partizanlara teslim etmişseniz, hukukun değil siyasi baskınlığın
peşindesinizdir.”
E.E. “Kadına Şiddet konusu herkesi olduğu gibi
beni de oldukça rahatsız etmektedir. Bu konudaki duyarlılığınız için sizi
kutlarım. Olaylara genelde partiler farklı pencerelerden bakıyorlar. Ne oldu da
kadına şiddette patlamalar meydana geldi? Erkekler neden cinnet geçiriyor? Hiç
olayın köküne inildi mi? Asgari ücretin azlığı yanı sıra adaletsiz gelir
dağılımı sonucu bankalara borçlanan ve kapılarına icra gelen vatandaşların
cinnet psikolojileri hakkındaki görüşleriniz? CHP iktidar olduğunda kadına şiddet
konusundaki önlemleriniz neler olacak? Örneğin siz Aileden Sorumlu Bakan olmuş
olsanız, ne gibi tedbirler alırdınız?”
Ş.P. “Kadına
karşı şiddet meselesini çözmenin yolu Adalet Bakanlığından geçmediğini, AB’nin
dayatması ile kanunlara koyduğumuz ağırlaştırıcı cezaların hiçbir işe yaramamış
olması ile görmüş olduk.
Bence kadına karşı şiddet kültürümüz
tarafından, (değişik paradigmalarla) beslenen bir milli, bölgesel ve dini
değerimiz. İnsanlık tarihine baktığımızda kadın hangi sosyal süreci geçirmiş
olursa olsun, kadını hayatın içinde kabul eden toplumlar cinsiyet eşitliğini
daha kolay halletmişler. Ben bu konuda yetkili biri olsam kültürümüzde kadına
karşı sosyal algıyı belirleyen değerlere karşı kampanyalar yapardım.
Eğer kültürümüz bizi, kadının sosyalleşmesi
ile ilgili sınırlamaları ait olduğu erkek gözü ile belirlemekte ikna ediyorsa,
sorunu bu cepheden çözmeden hiçbir şekilde başaramayız. Bunun fakirlikle bir
alakası yok.
Katar 165 bin dolarlık milli geliri ile
dünyanın en müreffeh ülkesi ama kadın erkek eşitliğinde sonuncu geliyor.
Mozambik 300 dolarlık milli gelirle dünyanın en yoksul ülkelerinden biri ama
kadın erkek eşitliğinde dünyanın birincilerinden.
Tüketim borçlanmasından ötürü ruhsal krizlere
girmekte, (asıl müsebbip gelir dağılımı uçurumu olmakla birlikte) kültürle çok
yakından ilgili… Sahip olduğunuzla, sahip olmak istedikleriniz arasındaki
dengeyi kurmakta zorlandığınızda aile krizleri patlıyor. Çünkü bütün iletişim
araçlarıyla, Finlandiya seviyesindeymişiz gibi yapılıyor ama sokaktaki gerçek
Mısır seviyesinde. Vatandaşlar ‘mış’
gibi yapılanla gerçek hayat arasında denge kurmakta çok zorlanıyorlar.
E.E. “Basın
Özgürlüğü ülkemizin dünyadaki utancı, köşe yazarlarının patronlarına şikâyet
edildiği, patronlarında iktidarın baskısından kurtulmak adına onları kovduğu ve
iktidarın baskısı nedeniyle susan gazetelerin olduğu bir Türkiye, demokrasi’de
nasıl başarıyı yakalar? Maalesef basın
yanlı ve yansız olarak ikiye ayrılmış durumda. Böylesi bir ortamda seçmenlerde
gerçekleri öğrenmede gözleri kör edilmektedir. Demokratik ülkelerde iktidar ve
muhalefet karşı karşıya gelir, halkın önünde özgürce tartışır, bu durum bizde
neden yoktur? Ben muhalefet görüşlerinin
AKP Seçmenine ulaştığını zannetmiyorum. Nasıl “Ulusa Sesleniş” Programı varsa
“Muhalefetin Sesi” de tüm kanallarda aynı anda yayımlanması kanunlaşamaz mı? Bu
konudaki görüşleriniz?”
Ş.P. “Ben halkımızın bir şeyi duymadığı kanaatinde
değilim. Ve ayrıca medyaya göre görüş değiştirdiği kanaatinde de değilim. Basın
özgürlüğü kamuoyunu belirlemek için değil, yönetildiğiniz rejimin özgürlüklere
bakışı açısından simgesel bir değer taşır. Dünyada en gelişmiş ülkelerde bile
basını izleyerek görüş oluşturan kamuoyu yüzde beşi geçmez.
Ancak basın özgürlüğü sanat özgürlüğü
gibidir. Özgürlüğe ne kadar layık olduğunuz duygusunu daima canlı tutar. Mesela
Vatikan’ın en dogmatik olduğu Ortaçağ’da insanlık için aydınlanmayı Mikelanjo’nun heykelleri resimleri başlattı.
Basın özgürlüğü İnsan refahına ve eşitliğine giden yolun meşalesidir. Bu
nedenle özenle korunması gerekir.
Bence karşı tarafın ne dediği üstünden değil,
kendinizin bu ülkeye nasıl bir gelecek vaat ettiğinizi anlatabilmek üstünden
bir siyaset çok daha değerlidir.
E.E. “Siyasetteki hedefiniz neresi? Şu anda Parti
Meclisi’ne büyük bir oyla gİrdiniz. Bu da gösteriyor ki, sizin her alanda
başarınızın azmi. Parti başkanı hatta Başbakan olmayı düşünür müsünüz? Parti
lideriniz Cumhurbaşkanlığı için bir kadın adaydan söz etmişti. Sizi işaret etse
kabul eder misiniz?”
Ş.P. “Siyasete katılırken hiç makam düşünmedim.
Düşündüğüm tek şey bu ülkenin 21 yüzyılda nasıl bir yönetimi hak ettiğiydi.
Dolayısı ile bu tür unvan ve makamlar benim hedeflerimin tamamen dışında. Ben
siyasi kültür olarak halkın kendisini uygar dünya ile aynı ligde görme hakkı
üstüne çalışıyorum. Bu konuda başarışlı olursam düşündüklerimi yapmış olacağım.
Olamazsam seçmeni ikna etmekte eksik olduğumu anlayıp vazgeçeceğim.”
E.E. “Partinizin dış politikası dışında, sizin ekleyeceğiniz farklı görüşleriniz var mı?”
Ş.P. “Ben evrenselliğe çok inanıyorum. Eğer kendi
insanımızı biz yeterince iyi yönetemiyor ve hakları olan refah ve huzuru
sağlayamıyorsak, bunu başarmış olanların tecrübelerinden faydalanmanın en
önemli dış politika politikası olduğunu düşünüyorum. Belki de uzun yıllar uluslar arası bir
kurumda çalışmış olmanın terbiyesidir, böyle düşünmem. Ayrıca çatışma ve şiddet
durumlarında nasıl sakinleştirici adımlar atılacağı hakkında da bir miktar
tecrübem oldu. Bu konularda yardımım olacağına inanıyorum.”
E.E. “ABD Başkanı Obama’nın eşinin elinden
“Dünyanın En Cesur On Kadını”ndan birisi ödülünü aldınız, Peki sizi hayatta en
çok korkutan şeyler?”
Ş.P. “Günlük olarak bilmeden birisini kırmaktan
çok korkarım. Genel olacak da, benden beklenen sorumluluklarımı aksatmaktan,
bana güvenenleri hayal kırıklığına uğratmaktan çok korkarım. Gördüğünüz gibi fiziki
olgulardan değil daha çok ruhsal olgulardan kaygılı biriyim.
E.E. “Kuruçeşme
Arena’da konser veren Patrizio Buanne’yle birlikte “Neredesin Sen” şarkısını
başarılı bir şekilde seslendirdiniz. İleride siyasi kimliğiniz dışında bir
Albüm yapmayı düşünür müsünüz?”
Ş.P. “Hiç
düşünmedim böyle bir şeyi. Çünkü o, bir sosyal yardım konserine renk katmak için
gerçekleştirdiğimiz bir olaydı.”
E.E. “Sizi sanatın hemen hemen her alanında,
yazarlıkta, gazetecilikte, müzik, resim alanında da görüyoruz. Bu alanda yapmak
isteyip de yapamadığınız sanat dalı hangisi?”
Ş.P. “Aslında gerekten ilgilendiğim sanat
kesinlikle resimdir. Diğerleri hayatın akışı sırasında karşıma çıkmış fırsatlar
olarak geldi. Resim konusunda çok istekli ve disiplinliyim. Ama siyasete girmem
resimde büyük bir ihmale yol açtı. En büyük korkum bir gün resim yapmayı
tamamen unutmuş olmaktır. Yapmayı çok istediğim sanat “minyatür” ancak bütün
çabalarıma rağmen öğrenmeyi bir türlü başaramadım.”
E.E. “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları
Komiseri’nin söylediği; “Dünya’da İnsan Hakları mermer binaların arkasındaki
kurumlar için yapılmadı. İnsan haklarını ayakta tutan sıradan cesaret içinde
hakları için ayağa kalkan sıradan kadınlar, erkekler hatta çocuklardır” sözü
doğrultusunda Türkiye’de sıradan insanların haklarını aramadaki eksiklikler
nelerdir? Yani insanlarımız demokratik haklarını kanunlar çerçevesinde neden
kullanamıyorlar?”
Ş.P. “Kanun bizim için hayatın akışını sağlayan
bir kurallar bütünü değil. Trafik gibi günlük eylemlerimizi doğrudan ve anında
cezalandıran kanunlar dışında kalanları algı olarak benimsemiyoruz. Kanunun, bu
kalabalığın bir arada yaşamasını sağlayan sistem olduğu henüz toplumsal bilincimize
yerleşmiş değil bence. Alışkanlıklarımız kanunun önünde. Sanırın sorun burada
düğümleniyor. Kültür ve kanun çatışmasından.”
E.E. “Okuyuculardan bazılarının siyasi sorulardan
sıkıldığını düşünüyorum, birazda magazinle ilgilenenleri sevindirelim. Malum magazini
seven toplumuz ne de olsa! En sevdiğiniz
yemek? Dizi izler misiniz? Hangi takımı tutarsınız? Aşk hakkındaki
görüşleriniz? Hoşlandığınız müzik türü? Sevdiğiniz sanatçı ve şarkısı. En son
okuduğunuz kitap ve film? Sevdiğiniz yazar ve köşe yazarı?”
Ş.P. “Her türlü ot yemeği favorimdir. Mesela
semizotu üstüne yemek tanımam. Ayrıca mücveri çok severim ama daha bugüne kadar
doğru dürüst pişirebildiğim tek bir başarılı denemem olmadı. Sanırım mücver
benim gerçek düşmanım.”
Dizi izlemeyi çok istiyorum ama vaktim
olmuyor ama “Yalan Dünya”yı kaçırmamak için her şeyi yapıyorum. Yine de
seyredemediğim çok bölümü oldu. Bir gün baştan sona izleyeceğim İnşallah.
Ama hayatımın en güzel dizisi ‘Yes
Minister’dır. Neredeyse bütün repliklerini ezbere bilirim. Roma ve West Wing
isimli HBO dizilerini eksiksiz izledim. Bu değerli DVD’lerin koleksiyonunu da
yapıyorum.
Aslında Galatasaraylıyım ama Fenerbahçe’nin
başına gelenlerden sonra geçici olarak takım değiştirdim. Sadece dayanışma
için..
Aşkı yüksek tansiyonla başlayıp uzun bir
dostlukla sakinleşen duygu hali diye yorumluyorum.
Klasik müzik ve caz severim. Maria Callas
hayatımın her köşesinde her an vardır.
Italo Calvino’dan ‘Milenyuma Dersler’ elimde,
halen okuyorum. En sevdiğim yazar Ömer Hayyam, rubaileri hep çantamda... En son
King’s Speech filmini izledim. .
Köşe yazarı olarak Kadri Gürsel’i severek
izliyorum.
E.E. “Sayın Şafak Hanım sorularıma içten vermiş
olduğunuz yanıtlar için çok teşekkür eder, gülümseyen yüzünüzün Türkiye’ye
yansıması dileğimle çalışmalarınızda başarılar dilerim.”
Ş.P. “Ben size çok teşekkür ediyorum.”
Ertuğrul
ERDOĞAN
Temmuz
2012/Bursa
twıtter: @erterd