Abdullah KILINÇ’a

 

I

 

“Bir saman yığını düşünüyorum

Ufacık bir kıvılcım düşmüş üstüne”

Öyle değil miydi hayat?

Koskoca harman tutuşurdu gözler önünde

Düşünüp tefekküre dalarken

Arzu ile isteyip

Muhabbetle bağlandık yıllar yılı

Ve hep ateş gelir üstümüze…

 

Bir ses böler uykumuzu

Karacaoğlan olur, yankılanır dağ kolu

Topal Ahmet sesi çalkalarken

 yeri öper kalkar…

Barak üstüne türküler dizilir ansızın

Dürbün olur gözümüz Kürep yoluna

Bir kervan geçer

Güzelin sarı saçları çözülür…

 

II

 

Dev sanılan cücelere bakış açısına yakılan ışık!

Sen hiç adamdan saymazdın ki

Bakışlarından biliyorum

Nutukların nutku kurutuyorken

Herkes panik içinde kaçarken sağa sola

Cezbedici gözlerinle

 

Güzelliğe çekilen dikkat her hareket

Cezbeli sol elin havadadır her zaman

Güzelin ne olduğuna işaret her hareket

Bir o kadar hararet

Yüreksin çünkü hatır kıymet bilen

En uç noktada yedi uyurlar bildirisi…

 

Kaç kavgamda yanımdaydın

Hayatın yükü omzuna binmiş

Tüm heybetinle zırha belenmiş göğsün

Bilirim sen zırhına bürünmeden çıkmazsın yaya

Karşında duranın hissettiği

Bir ağırlık her hareket

Başım her sıkıştığında ne güzel teselli varlığın

Ben hoyratça harcarken yaşamı

Sen yalın ayak yollarımı temizleyen

Yüce dağ heybeti

Güleçliğini bilenler bilmez Yavuzluğunu

Çekik gözlerinde ufku delen bakışlara

Bakanlar bilmezler

Ayakkabısı delik bir gence bakmanı

 

 

 

III

 

Bir yırtıktı yüzeyde görmediğimiz

Farkında mıyız geçen günlerin

Hırçınlığı kör etmişken gözleri

Gerçeklerin sınırı çizilmemişken

Doğrular nedir bilmeden

Kesin doğrular es geçilmişken bu kadar

Bir mehabetli sabah oluyor yine

Gündüzlerin kollarında

Göklerden çamur boşaltıyor bulutlar

Bir elimizde har

Diğerinde soluyor yar

Bütün bunlara inat yeşermekte ümitler

Sararıp soluyor batarken güneş

Bu kaçıncı emri ilahidir

 

Edep ya hu demiştin

Çok sonraları anlamıştım bu gerçeği

Nefese taliptim oysa

Anladım sonu gelmez gerçeği

Elime belime kefil oldum

Kıramadım

Dil denilen işi sevmek

Cana minnet gerçeği

Hırçındım ya kınayanın kınamasına

Aldırmadan sövdüm karanlık suratlara

Belki fazlasını da yapardım

Dil denen gerçeği bilmezden önce

Oysa silahlarını kuşanmıştı zorba eller

Hem hiçbir silahın kolay baş edemeyeceği derecede adi

Basitti mermiler

tüfek icat oldu mertlik bozuldu diyordu koç Köroğlu

Alicengizler o zamanda da vardı

Hiç bu kadar düşmemişti oyunlar

 

Dilde olan eylemi es geçen

Ve aşkı kalbe indiremeyen sarhoşun cezbesinde

Ne kadar perişandım ben oysa

Biliyorsun terk ettim makamı

Ne kadar adil bir şeydir bu dünya

Bana kahreden düşman çoktan şaşırmıştı yolunu

Kaybetti otağını dağını

Münkirdi yaşayan onca eziyette

Aldatıcı

Nefsinin hakemliğindeymiş biliyorsun

Sonradan ne kadar iğrendik

Hoş değildi  yaşantı..

 

Seçimlerinde ezginlik içinde insanlık

Azat etmez hiçbirimizi ezgin karanlık

Her tomurcuk içinde bir veda saklar

Huzuru bulmamış düşler kendilerini haklar

Pak düşlerden karanlığa akan kendini yakar

Can bedendeymiş

Cana sağlık gerekmiş

Hepsi hikayeyi bir devran ki

Zorbaya zorunlu kucak açtırmış

Tepe taklak giden kuyuda

Başlar bir değil

Soyputmalar hiç  değil

Her şey karartıcı bir bütünlük

Alabildiğine hızlı

Devler ağız açmış bekliyorken tüm gerçeği

Yemeye ant içmiş heyhat!

Dostu itip yalaka arayanlar

Geri dursun da

Hayat olsun itici…

 

Eşsiz piyano sesleri var sahilde

Çalacak konçertoları olmayanlar

Başkalarının düşlerine sığınır

Kaç kişi sığındı düşümüze

Uçmayı öğrenen kanadı kırık martı gibi havalandı gökyüzüne

Hiç biri ihanet etmedi

Süfli düşünceler ile yanımıza yaklaşanlar

Münkir oldu bir bir

Çalacak kaç konçertoları var?

Bizim hayatımızı vereceğimiz

Bizden kıymetli türkülerimiz var

 

Bakalım bu yürek kaç ummana gebe

Velud kalemler kelama durmuş

Nazlar aşikâr

Hazlar zir-ü zeber

Her biri kara yer

bilmem kaç takla atar karanlıkta

 

Kalbine bir şey koymayan

Diline vurmuş

Yerinde derin akan kaybetmiş

Birkaç karalık el…

 

IV

 

 

Hadi bana bir türkü öğret yine

Her zamanki gibi

Güç veren

Dünyayı parmağına takacak cinsten

Çekik gözlerle bakalım dünyaya yine

Meydan okuyalım hayata sırt sırta verip

Yine yumruklarımızı sıkıp

Kaç fettan düşünce yemişti de bizden

Halaya durmuştu birkaç zeybek

 

Gül ve su aşkına

Madde ve mana bir başka

“Abdullah’ım sesim gelir baraktan

Uruşluyum şikâyetçiyim birçok bunaktan”

Diyen gür sesle

Havar le le çiğdem çiçek açarken

Bahar gelmiş memleketimin dağlarına diyen

Yumuşak edasına kurban olduğum

Alp erenler

Hoş seda bırakacak yeryüzüne yine…

 

 

 

 

03.06.2012

GAZİANTEP

( Hadi Bir Türkü Söyle başlıklı yazı MustafaKILIÇ tarafından 3.06.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.