Evleri
bir tepe başındaydı
Her
yeri gören bir yerde…
bulutlara
komşu, gökkuşağına yakın…
henüz
on beş ya da on altı yaşındaydı
değildi
farkında
sevdânın,
aşkın…
Kırların
hür çiçeklerine benzerdi
kırlarda
gezer
“öksüz
oğlan çiçeği” derler
babası
öksüz olduğundan belki
kendine
“öksüz oğlan çiçeği“ derlerdi…
canımı
öğütür… ruhumu ezerdi…
Keçi
otlatırdı dağlarda
çiçekleri
kıskandıran güzelliğiyle
çiçekler
arasında…
masallar
anlatır, türküler söylerdi
kelebeklere…
arılara
büyüleyici
sesiyle…
Dağ
keçisi gibi kıvrak ve atılgandı
en
yalçın tepelere bir çırpıda çıkar
inerdi
bir çırpıda
nasıl
yaptığı anlaşılmazdı…
bakamazdı
gelsek göz göze
utangaç,
çok sıkılgandı…
Belki
de bilirdi için için yandığımı
gizli
gizli tâkip ettiğimi,
kendine
karın
güneşe sevdalandığı gibi sevdâlandığımı…
bilmiyormuş
gibi davranmazdı…
Son
göz göze gelişimiz
yağmurlu
bir günün
yağmur
bitimi sonrasıydı
sırılsıklamdı
darmadağındı
kendi gibi saçları…
yapış
yapıştı elbisesi
görünüyordu
tâze peynir gibi beyaz teni…
kendisine
baktığımı fark edince,
ilk
defa, mest etmek istercesine beni
bakmıştı
deli deli…
Şimşeklerin
delicesine çaktığı
yine
bir yağmurlu gündü
her
tarafı sele veren bir yağmur…
merakla
çıkıp evimizin önüne
beklemeye
başlamıştım
yine
sırılsıklam… yine darmadağınık
gelecek
diye…
ne
kendisi geldi, ne keçileri
herkes
seferber oldu bulmak için… ben de
bir
iz, bulunmadı, bir gören…
öylesine
dehşete kapılmıştım ki
“çıldırmış
bu” diyordu hâlimi gören.
neye, niçin çıldırdığımı bilmeden…
Korkmaya
başlamıştım
Başına
bir şey geldi diye
koşuşturup
duruyordum sağa sola
delirmişçesine…
bütün
aramalara rağmen bulunamadı günlerce
bir
korku, bir umutla yaşadım
sonra
kara haber geldi
nazlı
“öksüz oğlan çiçeği’ m”
kapılıp
gitmişti sele…
Cesedini
bulmuşlardı….
pâzenden
elbisesi parçalanmış
her
tarafı yara bere.
o
esrârengiz güzelliğiyle
vedâ
edercesine sevdiklerine
ve
imdat istercesine
yalvaran
bakışları, donuk gözlerinde…
gözyaşları
arasında
her
mezara sâdece ölen konulurken
iki
kişi koydular mezarına…
sâdece
yürüyen bir iskeletti
benden
kalan… geride
Görürüm
hâlâ…
saçlarını
savururken rüzgara
sekerken
kayalardan
gülerken
mâsum, uçarı…
yaralı
bir kalptir bana mirası
seslendiğim
ondandır uzaklara
içimde
iyileşmez bir girdaptır sevdâsı
sebepsiz
ağladığım ondandır
kapılarak
efkâra
ondan
tek hatıradır
içimdeki
iyileşmez
hâlâ
sızlayan ve hep içime kanayan yara…
Dîvâneye
döndüğümü
o
gün kendiyle birlikte öldüğümü…
kendini
sevdiğimi… aslâ bilmedi…
“öksüz
oğlan çiçeği”
mezarı
üzerinde biten otlara söylüyorum şimdi
kendine
söylemeye fırsat bulamadığım
ve
hayaline ezberlettiğim gerçeği…
Kadir KARAMAN