Yemen ellerinden Veysel Karani. Aşkın nefesi, gönül gözünün
açık penceresi. Görmeden sevmenin, rahmetin rüzgarından esinlenmenin bir
sevda türküsü.
Hırkai Şerif Caminin hikayesi ta Asr-ı saadetten başlar.
Anne sevgisi, saygısı Allah adıyla olunca, O'nun rızası gözetilince insanı
velilik mertebesine yol aldırır. Veysel Karani de böyle ulvi zatlardan
biridir.
Deve çobanlığı yaparak geçimini kazanan Üveys küçük yaşta
babasını kaybetmenin acısıyla annesine karşı derin bir saygıyla doludur. Yaşlı
ve hasta olan annesinin bütün bakımlarını kendisi yapar ve bundan dolayı da hiç
rahatsızlık duymaz.
Medine'den gelen köylülerinden Muhammed isminde birinin
peygamberliğini duyar. İslam'ın ne olduğunu öğrenir.
İçten ve samimi bir şekilde iman eder. Görmeden
inandığı alemlere rahmet Hz. Muhammed'e (sav) kalbi bir bağlılık duygusu
gelişir.
Görmeden sevmenin, bağlılığın, teslimiyetin adıdır
Üveysilik. Artık Medine’den esen rüzgarın adı bile aşktır Veysel Karani için.
Onu görmeyi, hasret gidermeyi çok ama çok ister. Ancak
annesinin rızası önemlidir. Allah'tan sonra rızası değerli olan bir makamdır
annelik. Bunun için onu razı etmek ister. Kalbinde iman, dilinde zikir, alnında
secde yücelere sevdalıdır Veysel Karani.
Allah katında değer makam ve mevkide, şan ve şöhrette değil
ihlaslı bir imanda, ihsan sahibi olmaktaydı. Bir muhsin, bir peygamber
sevdalısı olarak Karen köyünde günler, Veysel Karani'nin gönlünde Hz Muhammed'i
(sav) görme şevkiyle geçer. Nihayet bu hasrete son verecek izni annesinden
alır. İzni kapiya kadardır. Yoksa geri dönecektir. Uzun ve meşakkatli
bir yolculuk başlar Yemen'den Medine'ye. Yaklaştıkça onu
(sav) görmenin hasretiyle kalbi daralır. Nihayet kapıya varır. Mahcuptur.
Kapıya vurup izin ister. Kapıda Hz. Ayşe belirir. Kendisini tanıtan Veysel
Karani, Allah'ın elçisinin kutlu bir seferde olduğunu öğrenince hüzünlenir.
Selam söyleyerek oradan ayrılır.
Ve aynı zaman diliminde yaşamasına rağmen onu göremeyen
Allah, peygamber dostu annesinin yanına gider. Sahabe değilse de tabiinin en
yüce şahsiyetlerindendir.
Sefer dönüşü Veysel Karani'den haber alan Allah'ın elçisi
ona ayrı bir teveccühte bulunur. Hırkasının ona verilmesini vasiyet eder.
Görmeden sevmek kalpten kalbe yol olduğunu gösterir iki
yüce gönülden.
Hırkai Şerif Caminin hikayesi de böylece başlar ta
Yemen ilinden.
Hz Ömer Medine'ye gelen Yemenlilerden Veysel Karani'yi
sorar. Onların arasında bulunan Üveys kendini tanıtır. Bunun üzerine Hz Ömer
ondan dua ister. Çünkü bunda Allah'ın elçisinin bir vasiyetiydi.
Duası alınan, istenen bir insan olmak ne büyük bir
mutluluk. Artık Hz Ömer tarafından tanınmaktadır. Duasını aldıkdan sonra kutsal
emaneti Hırkai Şerif'i Hz Ali ile birlikte ona teslim ederler.
Veysel Karani Hz Ali döneminde Kufe'ye yerleşir. Sıffin
savaşında Hz Ali tarafında mücadele ederken şehit olur.
Veysel Karani evlenmediği için kutsal emanet kardeşi
tarafından muhafaza edilir. Bu kutsal emanetten dolayı aile ayrı bir öneme
sahipti. Birçok badireden geçen Hırkai Şerif, Osmanlıların kutsal emanetlere
verdikleri ayrı bir önemden dolayı I. Ahmet'in fermanıyla İstanbul'a getirilir.
O zamanlar Hırkai Şerif Üveysilerin reisi Şükrullah Üveysi'dedir. Aile hırkayla
birlikte Istanbul'da Fatih semtine yerleşir.
Kutsal Emanetin geldiğini öğrenen halk Üveys ailesine büyük
bir teveccüh gösterir. Hırkai Şerif'in muhafazası için Çorlulu Ali Paşa
tarafından bir oda yaptırılır. Yanında ise çeşme, imaret inşa edilerek gelen
insanlara Hırkai Şerif hürmetine ikramda bulunulur. 1725 yılında ise Şeyh Osman
Üveysi tarafından bir vakıf inşa edilir. Artık İstanbul'da Fatih semti ayrı bir
öneme sahiptir. Ziyaretçi akınına uğrayan oda yeterli gelmemektedir.
Peygamber sevdası, onun hatırasına gösterilen hürmetle ümmet
tarafından ortaya konulmaktadır.
Aşkına gönüller feda ya Rasulullah
Hırkana gözler sürülür ya Rasulullah
Sevgin kaynayan pınardır ya Rasulullah
Hırkai Şerif'den selam ya Rasulullah
Kutsal Emanetler Osmanlı için ayrı bir öneme sahiptir
demiştik. I. Abdülhamit yapılan odanın yeterli olmadığını fark edince Küçük
Hırkai Şerif Dairesini 1780 yılında inşa ettirerek ziyaretçilerin kutsal
emaneti daha rahat ziyaret etmelerine imkan hazırlar.
Hırkai Şerif bereketiyle, manevi iklimiyle Fatih'e ayrı bir
hava katmaya devam etmektedir. Bu bereket ziyaretçi sayısında, çevresinin büyük
bir yerleşke olmasında kendisini göstermektedir.
Bunun üzerine zamanın sultanı Abdülmecit kutsal emanet için
daha görkemli ve kapsamlı bir cami için çalışmalar başlatır. Küçük Hırkai
Şerif' in bulunduğu yerler kamulaştırılır. 1847'de Mimar Seyyid Halim Efendi
divana çağrılır.
"Seyyid Efendi! Alemlere rahmet olan Sultanul Enbiya Hz
Muhammed'in (sav) Hırkai Şerifi için bir mabet inşa etmek isteriz. Mimar olarak
sen dahi buna vekil olasın!"
Sultanın emri üzerine ilk temeli atılır. Kesme küfeki
taşlarıyla inşa edilen mabet sekiz köşeli, birer şerefeli iki minare ve bir
kubbeden oluşmaktadır. On altı pencereyle ışığın camiyi aydınlatmasına zemin
hazırlanır. Efendimizin hırkasına özel yapıldığı için mihrap, minber ve kürsü
de özel bir taş olan koyu kırmızı renkli breş taşından rokoko tarzında
yapılmıştır.
Tabi Osmanlı mimarisinde en önemli özelliklerden birisi,
mabetler külliye kültürüyle yapılarak mimarisinde ümmetin birliğine de vurgu
yapılır.
Mabet tek başına namaz evi olarak düşünülmez.
Cami hayatın merkezi olarak tasavvur edilir onun etrafında
bir hayat inşa edilir. Hırkai Şerif muhafızları için bir kışla orada görev
alacaklara da odalar tahsis edilir.
1851 yılında tamamlanan Hırkai Şerif inananların gönül dünyasında,
Yemen illerinden esen rüzgarın etkisiyle peygamber kokusu yayar. Bu Ramazan
ayında da bu güzel kokunun tüm ümmete şifa olması dileğiyle, görmeden seven ve
görülmeden sevilen en kıymetli hediyeye muhatap olan Yemen illerinin kara
sevdalısına da dualar dileğiyle.
Aşk odur ki gözlerden öte
Gönül olur sevdaya köle
Taşlar değil ruhlardır yüce
Çıkar dua Rabbe sessizce
Şerif Hırka Fatihte kala
Veysel adı onadır kala
Hak aşığı hakikat kala
Gönül aşkta secdede kala
Seyit Ahmet Uzun