Bir gülüşün unutulmuş ukdesinden
yazıyorum bu şiiri sana ve tevazu yüklü göğün tanrısı iken kalemimi nadasa
aldığım bir ömrün de veryansın ettiği…
Ah, her düş yakası
Ah, sözcükler ve melodiler
İşte büyüyen hüznüm ve yamalı
Hüzün hırkam.
Hasret güvercinleri saklı içimde
Kimi insansa haset ve çok çok
uzağımda
Çoğulcu bir mahkeme yargılandığım
Aşkın asıldığı o darağacı
Bense dar görüşlü insanların uzağına
saklandığım
Ah, o dağın yamacı
Kar gibi yakan nazı niyazı
Tükenmişliğimin ve türetilmişliğimin
de coğrafyası.
Hangi iklimim ben hangi?
Hangi göktür kanayan yaramı dağlayan?
Çınar bildiğim babam
Soy ağacım
Tükenmedi gitti şunca sayılı günde
saklı bunca insan
Bunca isyan
Oysaki ben kuş bakışı sevmişken
Bir sülün gibi gezinmişken
Kimi insan sağır
Belki de en sevdiğim Sağır Sultan:
O bile duymuşken feryadımı.
Kanaviçelere gömdüğüm yasım ve başı
En çok da tutsaklığında aşkın
Hangi na’şın gölgesine sığınır da
kaçarım
Ben bu hayattan
Gidip geldiğim o yokuş
Dönendiğim koridorları usumun
Usulen yaşayanlara sevenlere de
itibar etmediğim
Değil asla yalan.
Hüzün küfem.
İki kefesi denkleşmeyen sevgim ve
neşem
Mutlak bir mutluluk iken peyda olan
Kovulduğum onca köye sunduğum
muhtıram
Belli mi olur hani?
Hani, muhtarı ilan edilirim o köyün
Hani, olur da bir gün sadece bir gün
Güneş doğar sadece benim için.
Rengimle rakımımla
İçimdeki göçebe yalnızlık
Belki de göçmen kuşlara özendiğim
kadar
Uzun olur muydu sahi ömür?
Uzandığım pervaz
Uzattığım saçlarım
Temcit pilavı gibi bitmeyen ihaneti
beşerin
Aşkın da kolu kırılıp da yen içinde
kaldı madem
Matemimi uyutup
Mimarı ilan ettiğim kalemim sefil
kalbimin
Sızlayansa hep içim
Süklüm püklüm değilim hem ben
Sinmediğim kadar da sindiremediğim
Sinemdeki ile yaşayıp giderken…
Bir de gidip gelmeyecek olanların
ardından
Döktüğüm yaşa da değmezmiş hani
Değnekçisi bulutların
Dayattıkları ne ki?
Dayanabildiğim kadar da ayaktayım
Arz edilene saygım
Talebimi ise çoktan sonlandırdım.
Sadece ben ve Rabbim…