Bazı yazar ve şairler geçmişi öylesine hayırla yad
ederlerki, genç nesil mazideki
hayatı toz pembe zannedecek. Evet, mazideki hayat çok farklıydı, güzeldi ama toz pembe
değildi.
Mazi herkese göre değişiktir, kimine göre eskiden:
1950’de, kimine göre 1960’ta kimine göre 1970’te veya daha sonraki yıllarda
başlar. Herkesin şahit olduğu geçmiş (mazi): zaman dilimi, mekan veya ortam
bakımından farklıdır. Kimilerine göre mazi çok şirin, tatlı veya güzel olabilir
ama bu herkes için geçerli olmayabilir. Eskiden hayat güzel olsa bile, geçmişte şiddet daha yaygındı ve normal
olarak görülürdü. İsterseniz, kimsenin içini karartmadan, kimseyi germeden yani
çok ayrıntılara girmeden bir çocuğun posizyonundan bunu izah edeyim.
Eskiden şiddet, çocukları terbiye etmede kullanılan
yaygın bir yöntemdi. Özellikle kırsal
kesimde, çocukların hatası anlayışla karşılanmayıp (psikolojik) şiddet
uygulanarak cezalandırıldı. Bazen ufak
bir hata karşısında bile çocuk dövülebilirdi. Çocukların şiddet görmeleri için
illa bir hata yapmış olması gerekmezdi. Büyüklerinin asabiliği, gerginliği, can
sıkısı ve benzeri nedenler de çocuklara kötü yansıyabilirdi. Bir çocuğun: babasından, annesinden ve büyük
kardeşleri tarafından azarlanıp tokatlanabilmesi, hatta dövülebilmesi gayet normaldi.
Köydeki çocuklara: nine, dede, amca, dayı gibi büyükleri de ekleyebiliriz. Üvey
çocukların, öksüz ve yetimlerin çektiklerine hiç girmeyelim en iyisi!
Genelde okul daha güvenli
olması gereken bir ortamdır. Öğretmen ebeveyden daha yüksek tahsilli, kültürlü
olabilmektedir. Pedagojik eğitim almış, özellikle çocuklara nasıl iyi
davranılması gerektiğini çok iyi bilendir. Üstelik, okul müdürü gibi amiri de
vardır yani eksiklerine, hatalarına göz yummaması gereken biri mevcuttur.
Yüksek tahsile rağmen neticede öğretmende bir insan ve
sabrı bir yere kadardır. Yaramazlıklara, haylazlıklara bir yere kadar
dayanabilir ve sonunda patlayabilir. Ancak, eskiden çocuk okulda hiç bir suçu
olmadığı halde de öğretmenden dayak yiyebiliyordu: sıra dayağından bahsediyorum!
Sıra dayağı uygulamasıyla, hiç suya sabuna karışmayan, karıncayı bile ezmekten
çekinen öğrenciler bile gereksiz yere cezandırılabilirdi. Beterin beteri
var, sırf türkü söylemediğinden dolayı
tokatlanmış birini bilirim! Türkü
söyleyebilmek bir kabiliyet işidir, o kabiliyet bir insanda ya vardır veya
yoktur. Yeteneği olmadığından dolayı birini cezalandırmak kadar anlamsız bir ceza görmedim.
İlkokuldan sonra oku(ya)mayan çocuklar bir ustanın yanına
çırak olarak verilirdi. Çocuk, o mesleği sever mi, sevmez mi veya daha oyun
çağında çalışmak ister mi diye kimsenin umurunda değildi. Çocuk daha ustaya
teslim edilirken şiddete davet çıkarılırdı: “eti senin, kemiği benim ustam!”
Çoğu arkadaşı dışarda mesela top oynarken, çırak elbette zorlanacaktı, elbette
hatalar yapacaktı. Hem meslekte yeniydi, her şeyi bilmemesi kadar doğal ne
olabilirdi ki? Buna karşılık, usta veya kalfa, hata yapan çırağa bir kaç tokat
atmasın mıydı? Çocuğun arada sırada
kalfa veya ustanın hışmana uğraması, mesleği iyice öğrenebilmesi icabıydı...
Çocuk büyüyüp güç, kuvvet sahibi olduğunda, birileri
artık kendisine kolayca bağırıp çağırıp tokatlayamazdı. Delikanlı, fiziki veya
psikolojik şiddetten kurtulduğunu zannederdi ama asker ocağında ise ne kadar
yanıldığını anlardı. Asker ocağı demek disiplin demekti, asker ocağı demek
itaat demekti, asker ocağı demek
hataların şiddet uygulanarak cezalandırılması demekti… Eskiden askerde:
onbaşı, çavuş veya kıdemli asker
tarafından azarlanmayan, hakarete uğramayan (küfredilmeyen) veya
bunlardan dayak yemedim diyen biri çok büyük ihtimal yalan söyler!
Eskiden sokaklar da pek güvenli değildi, 70’li yıllardaki
sağ sol satışmasından kimler zarar görmedi ki.
Birinin illa da sağcı veya solcu olmasına bile gerek yoktu; çok sayıda vatandaş yanlış zamanda ve yanlış
bir yerde bulunması sonucu birilerinin hışmına uğruyabiliyordu. Bazen yanlış
zamanda, yanlış yerde bulunmak insanı canından bile edebiliyordu: 1970’li
yıllarda kahvehanelerin taranması misali.
12 eylül 1980’de bizim çocuklar (our boys!) askeri darbe
yapıp sokaklara huzur getirdiler. Evet, darbeden sonra ne hikmetse çatışmalar
anında bitiverdi. Galiba sağcılarla solcular yıllarca çatışmaktan bıkmış,
usanmış birilerinin: “yeter!” diyerek
müdahele etmesini beklemişler. Sokaklar artık sakindi ama şiddet yine bitmedi,
şiddet sadece adres değiştirdi. Şiddet,
sokaklardan hapishanelere, zindanlara taşındı. Bizim çocuklar sayesinde çok
sayıda genç hapishanelerde bazen boşu boşuna yattı, işkence gördü. O günlerde
hapishaneye gidip halen geri dönmeyenler de var… Bizim çocuklar, “vatandaş sadece solcular asılıyor
“ diye düşünmesin diye haksız yere, keyfi ülkücüleri astırdılar….
Evet, eskiden şiddet toplumda yaygındı ve
yadırganmazdı. Eskiye nazaran belki
fiziki şiddette azalma var ama şiddet şeytan gibi kılık değiştirdi. Belki günümüzde
daha yüksek bir dozda tahribata devam
ediyor. Nasıl mı? Televizyonlardaki
haber, dizi veya kavga programlarındaki şiddetin (bağırıp çağırma, tehdit,
şantaj, darp, yaralama, öldürme gibi görüntüler) oranı ölçülebilse, ortaya çok yüksek bir
rakam çıkacağından eminim.
Toparlayalım artık, şiddet eskiden toplumda derin yaralar
açtı ama kılık değiştirip tahribata dolu dizgin devam etmektedir. Eskiden hayat
daha güzeldi diye maziyi yad etmekle günümüzdeki sorunlar çözülmüyor!
Günümüzdeki sorunların bir kısmı, gerek geçmişteki gerekse günümüzdeki şiddetten
kaynaklanmaktadır. En azından televiyonlardaki görüntü şiddetine dur
denmelidir. Kimse bizim çocukların (our boys) gelip yeter artık diye görsel
şiddete müdahale etmesini beklemesin…
Abdullah Konuksever