Bizler
merhametli insanlarız. Yeri gelir evladımızı, anne- babamızı veya kanadı
kırılan bir kuşa bile acırız. Fakat, acıdığımızı sandığımız işlerden daha çok
ziyanın olduğu zamanlar da olmuyor değil. Çocuğumuzu acıdığımız için aşı
yaptırmadığımızda ihmal yoluyla onun hasta olmasına yol açmıyor muyuz?
Zahide
teyzem, çocukluğunda günün birinde yayladan inmiş ve bir kiraz ağacına çıkmış.
Kiraz yerken, yakından geçen bir komşu çocuğu:
-Aha seni Şamil Dede’ye haber
vereceğim, der. Teyzem, çok titiz bir insandı. Der- demez, inmeye çalışırken,
ağaçtan düşer, kolunu kırar.
O zamanın şartlarında doktor yok,
yol yok, hastane yok. Dedem, sırıkçıya da götürüp, sardırmaz, acı
çekmesin diyerek. Kolu, sakat kalır. Bir ömür, o sakat koluyla yaşar. Bir anlık
acıya dayanamama düşüncesi bir ömür, acı çekmesine yol açar.
Çocuğumuzu sabah namazına uyandırmak
istemeyiz, uyusun, dinlensin diye.
Fakat fabrikaya işine gitmek için
alelacele uyandırmıyor muyuz? Dünya hayatı, ebedi hayattan çok mu evladır?
Eskiden çocukları, özellikle kızları
okula yollamazlardı. Akıllarınca acıyorlardı ana- babalar. Onun cahil kalması
daha mı önemsiz? Kimini de
evlendirmezlerdi acıdıkları için. Oysa, bir yuva kurması daha hayırlı değil mi?
Vaktin birinde bir hemşehrimle
söyleşiyoruz. Diyor ki:
-Babam, beni okutmadı. Sen biraz
cılız olduğun için ezilirsin, dedi.
-Kardeşimi okuttu. O öğretmen oldu,
ben köyde kaldım.
Acıyoruz ama acımıyoruz.
Muhammet AVCI