LÂ İLÂHE İLLALLÂH SÖZÜNÜN ANLAMI VE ŞARTLARI

Mukaddime: 


Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…

Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…

Bundan sonra:

Yaşamakta olduğumuz şu zamanda maalesef insanlar hızlı bir şekilde asıllarından uzaklaşarak maddeci bir varlık olma yolunda ilerlemektedirler. Batılılaşma sevdası insanların içlerine sinsice sokularak bedenleri ele geçirmiş ve de geçirmektedir. Olmazsa olmaz asılların içleri boşaltılarak yerlerine bâtıl inanç ve ameller nakşedilmiş ve de nakşedilmektedir. Rabbani ilim ehli neredeyse yok denilecek kadar azalmış tağutların kontrolündeki dünyevi din adamları onların yerine geçmiştir. 

Aslında birilerinin insanların bu hale gelmesi için özel gayretler sarf edip ifsat olmaları için ifsat programlarını uygulamaları açıkça gözler önündedir. Bu uygulanan programlardan birisi de kavramların içlerinin boşaltılması olarak karşımıza çıkmaktadır. Görmek için baktığımızda içi boşaltılarak aslından uzaklaştırılan o kadar çok kavram vardır ki insan bunları saymakta bile zorlanmaktadır. 

Bu kavramlardan bir tanesi ve en önemlisi ise putları ve putlaşan insanları deviren, Allâh’ın otorite ve egemenliğini hiçe sayan tağutların tahtlarını sarsan, kendisi için peygamberlerin gönderildiği, kitapların indirildiği, uğruna kılıçların çekildiği, kanların akıtıldığı ve nice şehitlerin verildiği, sahibinin tepesinden kılıcı kaldıran, malına, canına ve ırzına dokunulmazlık getiren eşsiz bir ifade olan Lâ ilâhe illallâh’tır.

Bu yazımızda kendisini İslam’a nispet eden insanların en çok telaffuz ettikleri ama manasını en az bildikleri cümle olan Lâ ilâhe illallâh kelimesinin anlam ve şartlarını delilleri ile kısaca izah etmeye çalışacağız.

Kelime-i Tevhid’in Tarifi ve Kısımları

Tevhid sözlükte herhangi bir şeyi “bir kılmak” anlamına gelen “vahade” fiilinden türemiştir. Terim anlamı ise Allâh Teala’nın ibadette birlenmesi demektir.

Lâ ilâhe illallâh kelime-i tevhidinin manası ise; “Allâh’tan başka ibadet edilmeyi hak eden hiçbir ilah yoktur” demektir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın varlığını, rabliğini, ilâhlığını, isimlerini, sıfatlarını ve ibadete sadece O’nun layık olduğunu kesin bir şekilde tasdik etmek, tam bir ikrar ve eksiksiz bir itiraftır. Kulun davranışlarında eserleri görülecek şekilde kalbin buna tam bir teslimiyetidir. 

Abdurrahman bin Hasen (rahimehullah) şöyle demiştir: “Lâ ilâhe illallâh kelimesi ‘Allâh’tan başka ibadet edilmeye layık kimse yoktur’ manasına gelir. Bu ifade Kur-an’ın birçok yerinde olanca açıklığı ile vurgulanmıştır.”  [1] (El Câmiu li Ahkâmi’l Kur-ân: 3/495)

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya iman; tevhidin üç türüne inanmayı ve gerekleriyle de amel etmeyi gerekli kılar. Bunlar: Rububiyet, uluhiyet, isim ve sıfat tevhidi’dir.

İmam İbn Ebi’l-izz (rahimehullah) tevhidin bu üç türü hakkında şöyle demiştir: “Tevhid, üç türü ihtiva etmektedir: (1) Sıfatlara dair açıklamalar. (2) Rububiyet tevhidi: Her şeyi yaratanın yalnızca Allâh olduğunun açıklanmasını içerir. (3) Uluhiyet tevhidi: Allâh’ın, O’na hiçbir şeyi ortak koşmaksızın tek kendisinin ibadet olunma hakkında sahip olmasını kapsar.”  [2] (el-Tibyân fi Aksâmi’l-Kur-ân: 43) 

Rububiyet Tevhidi: Rububiyet, Allah Teala’nın “Rab” ismine nisbet edilmiş bir kelime olup sözlük anlamı itibari ile “rablik” demektir. Rab kelimesi: Terbiye edici, mülk ve iktidar sahibi, efendi, düzenleyici, idareci, nimet verici, tamamlayıcı, yönetici gibi manalara gelir.

Rububiyet tevhidi, yalnızca Allah Teala’nın her şeyin Rabbi, mâliki, yaratıcısı ve rızık vericisi olduğunu; hiçbir ortağının bulunmadığını, eşinin ve denginin olmadığını, ölümsüz hayat sahibi ve kainatın her daim idarecisi olduğunu, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısı olduğunu, kainatı idare ettiğini, orada her türlü tasarrufa sahip olduğunu, hakimiyetin ve idarenin tamamıyla O’na ait olduğunu, göklerde ve yerde var olan her şeyin O’nun kulu olup O’nun idaresi ve egemenliği altında bulunduğunu kesin bir şekilde kabul etmek ve kâmil manada ikrar etmektir. 

Allâh Teâlâ tüm mahlukatın tek gerçek Rabbi’dir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“(Allah) Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbi’dir. Şu halde O’na ibadet et ve O’na ibadette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı (dengi ve benzeri) olan birini biliyor musun?” (Meryem, 19/65)

“İşte Rabbiniz Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. O her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse yalnız O’na ibadet edin. Zira O, her şeye vekildir.” (En’âm, 6/102)

Yaratmak rububiyetin bir gereği olarak Allah Teala’ya mahsustur:

“İyi bilin ki! Yaratmak da, emretmek de O’na aittir. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.” (A’râf, 7/54)

Yaşatmak rububiyetin bir gereği olarak Allah Teala’ya mahsustur:

“Yaşatan ve öldüren O’dur.” (Mu’minûn, 23/80)

Rızık vermek rububiyetin bir gereği olarak Allah Teala’ya mahsustur:

“Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” (Zâriyât, 51/58)

Tasarrufta bulunmak rububiyetin bir gereği olarak Allah Teala’ya mahsustur:

“Bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülkü tasarrufu Allah’a aittir. O, dilediğine azab eder, dilediğini de bağışlar. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Mâide, 5/40)

Hükmetmek rububiyetin bir gereği olarak Allah Teala’ya mahsustur:

“Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşri ettiler (kanun olarak belirledir)?” (Şûrâ, 42/21)

“Hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir.” (Yûsuf, 12/40)

“O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.” (Kehf, 18/26)

Anlaşılacağı üzere rububiyet tevhidi, Allah Subhanehu ve Teala’yı rabliğinde birlemektir. Bu da O’ndan başka rab kabul etmemektir. Yaratmayı, yaşatmayı, hükmetmeyi, rızık vermeyi ve tasarrufta bulunmayı Allah Subhanehu ve Teala’ya has kılmaktır. Aynı şekilde rububiyetin gereklerinden olan terbiye etme, yetiştirme ve geliştirme, fayda ve zarar verme, hidayete ulaştırma, delalette bırakma, yardım ve imdat etme ve günahları bağışlama gibi rabliğin gereği olan fiillerinde Allah Azze ve Celle’yi birlemek; bir kılmaktır. Bu sebeple hiçbir kimse zikredilen ve de zikredilmeyen rububiyetin gereği olan diğer fiillerde Allah Azze ve Celle’yi birlemeden O’na geçerli bir şekilde iman etmiş olamaz. 

Uluhiyet Tevhidi: Uluhiyet ilahlık demektir. İtaat ve ibadet edilen, kalplerin kendisine bağlanıp tapındığı ma’bud anlamındaki “ilah” çoğulu “âlihe” kelimesinden türemiştir.

Uluhiyet tevhidi, kulların kendi fiillerinde  yani ibadetlerinde Allah Subhanehu ve Teala’yı birlemeleri, sadece O’na ibadet etmeleri demektir. Bu sebeble, bu tevhide ibadet tevhidi de denilir.

Uluhiyet tevhidi, İslam dininin başlangıcı ve sonudur. İnsanlığın yaratılış gayesidir. Allah’ın insanı yaratmış olduğu temel gayenin sıhhat bulabilmesi için dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, ibadette Allah’ı tevhid etmektir. İnsanoğlunun yaratılış gayesi “Allah’a ibadet” etmek değil aşağıda verdiğimiz ayette belirtildiği gibi “sadece Allah’a ibadet” etmektir. Bu iki cümle arasındaki fark aşikârdır. Zira insan hem Allah’a hem de Allah’tan başka ilahlara ibadet ederek “Allah’a ibadet” emrini yerine getirebilir. Ancak Allah Subhanehu ve Teala’nın istediği bu değildir. Buna karşılık istenilen ise Allah’tan başkasına ibadeti reddederek sadece Allah’a ibadet etmek, ibadette Allah’tan başkasına hisse ayırmamaktır. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Ben cinleri ve insanları, sadece bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56)

Sadece Allah’a kulluk etmek için yaratılan insanoğluna gönderilen tüm rasullere vahyedilen şey, alemlerin rabbi olan Allah Subhanehu ve Teala’nın yegane ilah olduğu ve ibadetin yalnızca O’na yapılması gereğidir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Senden önce hiçbir rasul göndermedik ki ona : ‘Şüphesiz, benden başka ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin’ diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiyâ, 21/25)

“Şüphesiz her ümmete : Allah’a ibadet edip, tağuttan kaçınsınlar diye rasuller gönderdik.” (Nahl, 16/36)

Allah Subhanehu ve Teala dışında kendisine tapılanların tamamı sahte ve bâtıldır. O’nun dışında hiçbir şey hiçbir mekanda ve hiçbir zamanda ibadet olunmayı hak etmemiş ve etmeyecektir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Allah’u Teala şöyle buyurdu: İki ilah edinmeyin! O ancak tek ilahtır.” (Nahl, 16/51)

“Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir, onu bırakıp da taptıkları ise bâtıldır. Şüphesiz Allah çok yücedir, pek büyüktür.” (Lokmân, 31/30)

İbadet olarak bildirilen her ne varsa ancak Allah Teala içindir. O’ndan başkasına yapılamaz. Her kim olursa olsun hiçbir ibadette O’na ortak edilemez. Zira uluhiyet tevhidi hiçbir ortağı olmayan Allah Teala’yı gizli ve açık, sözlü ve fiili her türlü ibadette birlemek, itaati O’na has kılmak, namaz, oruç, zekat, hac, dua, hüküm ve yardım isteme, medet umma, sığınma, adak, kurban, tevekkül, ümit, sevgi, saygı ve korku gibi ibadet çeşitlerinden hiçbirini O’ndan başkasına yapmamaktır. Kulların bu tür ibadetleri sadece Allah’a sunması ile uluhiyet tevhidi gerçekleşir. Bu ve benzeri ibadet türlerini Allah’tan başkasına sunmak ise uluhiyette şirktir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Allah’a (tevhid üzere) ibadet edin ve ona hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayın.” (Nisâ, 4/36)

“De ki : Şüphesiz benim, namazım da, diğer ibadetlerimde yaşamam da, ölümüm de alemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’âm, 6/162)

Anlaşılacağı üzere uluhiyet tevhidi, Allah Teala’nın hak ve gerçek ilah olduğuna, O’ndan başka ibadeti hak eden ilah bulunmadığına ve O’nun dışındaki tüm ilahların sahte ve bâtıl olduğuna kesin olarak inanmak ve hiçbir ibadeti ondan başkasına yapmamaktır. Bu sebeble hiçbir kimse yaptığı ve yapacak olduğu ibadetlerin tamamında Allah Azze ve Celle’yi birlemeden O’na geçerli bir şekilde iman etmiş olamaz.

İsim ve Sıfat Tevhidi: İsim ve sıfat tevhidi, Allah Subhanehu ve Teala’nın tüm isim ve sıfatlarını Kur-an ve Sünnet’te geldiği gibi kabul ederek bu isim ve sıfatlarda O’na ortak koşmamak; eş, benzer ve denk tanımamak demektir.

İsim: Kur-an ve Sünnet’te Allah Subhanehu ve Teala’nın zatını ifade etmek için kullanılan kelimedir. 

Sıfat : Kur-an ve Sünnet’te Allah Subhanehu ve Teala’nın vasıflarını ifade etmek için kullanılan kelimedir.

İsim ve sıfat tevhidi, en güzel isimlerin ve en kâmil sıfatların Allah Subhanehu ve Teala’ya ait olduğunu tasdik ederek O’nu, bu isim ve sıfatlarda tahrif (değiştirme), ta’til (işlevsizleştirme), tekyif (keyfiyetlendirme), temsil (benzetme) ve teşbihten uzak bir şekilde birlemektir. Ehl-i Sünnet’in isim ve sıfat tevhidindeki menheci, Kur-an ve Sünnet ile bildirilen tüm isim ve sıfatları geldikleri gibi Allah Azze ve Celle’ye yakışır bir şekilde kabul etmek esası üzerine kurulmuştur.

İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle demiştir:  “Sıfatlar konusundaki tevhide gelince, bu konuda takip edilmesi gereken esas şudur: Allah’ın bizzat kendisi ve Rasullerinin gerek ispat ve gerekse nefyetme açısından vasıflandırdıkları şeylerle vasıflandırılmasıdır. Kendisinin, kendisi hakkında ispat ettiğinin kabul edilmesi ve nefyettiğinin de red edilmesidir. Şu bir vakıadır ki, ümmetin selefi ve imamların yolu, tekyif, temsil, tahrif ve ta’til olmaksızın Allah’ın kendisi hakkında ispat ettiği (bildirdiği) sıfatları ispat etmektir.”  [3] (Kelimetu’l İhlâs: 7)

En güzel isimler en kâmil sıfatlar Allah Teala’ya aittir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimleriyle dua edin. O’nun isimleri hakkında yanlış yola sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.” (A’râf, 7/180)

Allah Teala’nın, zatı diğer zatlara benzemediği gibi sıfatları da aynı şekilde mahlukatın sıfatlarına benzemez. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şûrâ, 42/11)

“O’nun hiçbir dengi yoktur.” (İhlâs, 112/4)

Allah Teala’nın sıfatlarının manaları bilinmekle birlikte keyfiyetleri ve hakikatleri mahlukat (yaratılmış olanlar) için meçhuldür (bilinmezdir).
 
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Bilgice Allah’ı kavrayamaz (anlayamazlar).” (Tâhâ, 20/110)

Allah Teala’ya ait tüm isimlere iman etmek gereklidir. Allah Subhanehu ve Teala’nın isimlerinden topluca bahseden ayetlerden bazıları şunlardır.
 
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Allah, (o Allah’dır ki) O’ndan başka ilah yoktur ; O, Hayy’dır, Kayyum’dur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur. İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir ki? Onların önlerindekini ve arkalarındakini bilir. O’nun ilminden, yalnız kendisinin dilediği dışında hiçbir şeyi kavrayamazlar. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır, onları koruyup gözetmek kendisine ağır gelmez. O, Aliyy’dir, Azim’dir.” (Bakara, 2/255)

“O, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah’tır. Gaybı da, görünen alemi de bilendir. O, Rahman’dır, Rahim’dir. O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. Melik’tir, Kuddüs’tür, Selam’dır, Mü’min’dir, Müheymin’dir, Aziz’dir, Cebbar’dır, Mütekebbir’dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok yücedir. O Allah ki, Halık’dır ; Bari’dir ; Musavvir’dir. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir. O, Aziz’dir, Hakim’dir.” (Haşr, 59/22-24)

“Göklerde ve yerde olanların tümü Allah’ı tesbih etmektedir. O, Aziz’dir, Hakim’dir. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye gücü yetendir. O, Evvel’dir, Ahir’dir, Zahir’dir, Batın’dır. Her şeyi hakkıyla bilendir. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istiva edendir. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O, sizinle beraberdir, Allah yaptıklarınızı görendir. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. İşler (tamamıyla) Allah’a döndürülür. Geceyi gündüze bağlayıp katar, gündüzü de geceye bağlayıp katar. O göğüslerin özünde (göğüslerde saklı) olanı hakkıyla bilendir.” (Hadîd, 57/1-6)

Allah Subhanehu ve Teala’nın yukarıdaki ayetlerde geçen isimlerine iman etmek gerekli olduğu gibi, Kur’an ve Sünnet’te geçen zikredilen ve zikredilmeyen diğer isimlerine de topluca iman etmek, tevhid ehli olmanın bir gereğidir.

Allah Teala’ya ait sıfatların tamamına iman etmek gereklidir. Kur-an ve Sünnet’te birçok sıfatı bildirilmiştir. Onlardan bazıları şunlardır:

Hayat sıfatı:

“O, Hayy (daim diri) olandır. O’dan başka ilah yoktur. Öyleyse dini yalnızca kendisine halis kılanlar olarak O’na dua edin.”  (Mü’min, 40/65)

Evvel ve Ahir sıfatları:

“O, Evvel ve Ahir’dir. Zahir ve Batın’dır. O her şeyi hakkıyla bilendir.” (Hadîd, 57/3)

İlim sıfatı:

“Muhakkak ki Allah, her şeyi çok iyi bilendir.” (Tevbe, /115)

Semi ve Basar sıfatları:

“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. Semi’dir (işitendir) Basir’dir (görendir).” (Şûrâ, 42/11)

Kudret sıfatı:

“(Bütün) Mülk elinde bulunan Allah ne yücedir. O, her şeye hakkıyla kadirdir (gücü yetendir).” (Mülk, 67/1)

İrade sıfatı:

“O, bir şeyi dilediği zaman, ona emri yalnızca ‘ol’ demesidir ; o da hemen oluverir.” (Yâsîn, 36/82)

Kelam sıfatı:

“Eğer müşriklerden biri, senden ‘eman’ isterse, ona eman ver ; ta ki Allah’ın kelamını dinlemiş olsun.” (Tevbe, 9/6)

Uluvv sıfatı:

“Onlar üstlerindeki rablerinden korkarlar.” (Nahl, 16/50)

İstiva sıfatı:

“Rahman Arş’a istiva etti.” (Tâhâ, 20/5)

Nefs sıfatı:

“Rabbiniz kendi nefsi üzerine rahmeti yazdı.” (En’âm, 6/54)

Yed sıfatı:

“(Allah) Dedi ki : Ey İblis, iki elimle yarattığıma (Adem aleyhisselam’a) seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (Sâd, 38/75)

Vech sıfatı:

“Ancak celal ve ikram sahibi Rabbinin yüzü baki kalacaktır.” (Rahmân, 55 /27)

Ayn sıfatı:

“(Ey Musa) Gözümüzün önünde yetişesin (büyüyesin) diye kendimden sana bir sevgi bırakmıştım.” (Tâhâ, 20/39)

Bunlar ve Kur-an ve Sünnet’te bildirilen diğer tüm isim ve sıfatlar geldiği gibi tahrif, ta’til, tekyif ve temsil etmeden, Allah’a yakışır bir şekilde manası malum keyfiyeti ise meçhul olarak iman etmek, tevhidin gereği; selefin menheci ve Ehl-i Sünnet’in nişanesidir.

Anlaşılacağı üzere isim ve sıfat tevhidi, Allah Subhanehu ve Teala’yı isim ve sıfatlarında birlemektir. Allah Teala’nın en güzel isimlerinin ve en kamil sıfatların sahibi olduğuna inandıktan sonra bu isim ve sıfatlarda hiçbir şeyi O’na ortak koşmamaktır. Kur-an ve Sünnet ile bildirilen tüm isim ve sıfatları geldiği gibi ehli sünnet menheci üzere kabul etmektir.

Kelime-i Tevhid’in Rukûnleri

Rukûn, “Bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça teşkil eden unsurdur.” Yani bir şeyin ruknû, o şeyin aslından bir parça demek olup, eksik olması durumunda o şeyin oluşmamasını ve geçerli olmamasını gerektirir. Aşağıda zikredeceğimiz kelime-i tevhidin iki ruknû gerçekleşmediği sürece kelime-i tevhidde bu iki rukne bağlı olarak gerçekleşmeyecektir.

Tevhid kelimesi olan Lâ ilâhe illallâh sözü nefy (red ve inkar) ve ispat (kabul) olmak üzere iki rukûndan oluşur. Bu iki kısmın birbirinden ayrı düşünülmesi asla mümkün değildir. Bu rukûnlerin birbirinden ayrılması halinde iman kesinlikle tahakkuk etmemektedir. İmanın tam manasıyla gerçekleşebilmesi bu iki ruknûn birbirinden ayrılmadan kabul edilmesi ile mümkündür. Aksi halde iman sadece bir kuru iddia olarak kalacak ve sahibine asla fayda sağlamayacaktır.

Kelime-i tevhidin ilk ruknû olan nefiy: “İnkar etmek, reddedip yok kılmak” demek olup, kelime-i tevhidin Lâ ilâhe yani “ilâh yoktur” kısmına tekabül etmektedir. Nefiy cümlesi olan Lâ ilâhe’nin gereği olarak öncelikle Allah Teala’nın dışındaki tüm uyduruk sahte ilahları ve ilahlık iddiasında bulunan varlıkları, bâtıl şeytani kanunları, tuğyanın zirvesindeki firavunları, onların zulüm sistemlerini, bu sistemleri ayakta tutan tüm karun ve belamları, insanlarla Allah arasında aracı olduğunu iddia eden canlı putları, meydanlara dikilen adlarına kanunlar düzülen cansız putları ve tüm tağutları kabul etmemek reddetmek gerekir. 

Lâ ilâhe illallâh tevhid kelimesinde ispat ve kabulden önce (yani illallah’tan önce) red ve inkarın (yani Lâ ilâhe’nin) zikredilmesine dikkat edilmelidir. Zira burada Allah’ın ilahlığını kabul etmekten önce Allah’tan başka ilahların reddedilmesi gerektiğinin önemi açığa çıkmaktadır. Nitekim dünün ve bugünün müşrik toplumlarında baş gösteren asıl sorun Allah’a ibadet etmekle beraber Allah’tan başka ilahlara da ibadet etmektir. Bundan dolayı öncelikle Allah’tan başkasına ibadeti reddetmenin önemine binaen tıpkı tevhid kelimesinde olduğu gibi kopması söz konusu olmayan sağlam kulpu beyan eden ayette de red ve inkar önce zikredilmiş ve arkasından ispat ve kabul getirilmiştir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Her kim tağutu reddederek Allah’a iman ederse kopması mümkün olmayan sapa sağlam bir kulpa yapışmıştır.” (Bakara, 2/256)

Ayetteki “kopması mümkün olmayan sapa sağlam kulp” için müfessirlerden 

Mücahid (rahimehullah) şöyle demiştir: “Burada kulptan kasıt imandır. es-Süddi de İslam’dır, der. 
İbn Abbas, Said b. Cübeyr ve ed-Dahhâk ise ; La ilahe illallah’tır, derler. Bunların hepside aynı anlamı ifade eden değişik ibarelerdir.” [4] (Buhari Cenâiz Son sözü La ilahe illallah olan kimse bahsi: 3/109) 

Evet, kopması mümkün olmayan kulp imandır, İslam’dır, kelime-i tevhiddir. Kişi bu sayılan dairelere girebilmek için mutlaka ayetin başında şart edatıyla zikredilen tağutu inkâr ve Allah’a imanı yerine getirmelidir. İnsanın  bunda seçim hakkı yoktur. Allah’tan olan tüm şartlarda olduğu gibi bunda da kişi yaptığı veya söylediği amelden faydalanıp, şer’an amelinin kabul olmasını istiyorsa şartı yerine getirecektir.

Nasıl ki namazın şartı olan abdest olmadan namaz olmuyorsa, aynı şekilde dine girebilmenin ilk şartı olan tağutu inkâr olmadan da dine giriş gerçekleşemez.

İyi bil ki! Tağutları red etmek imanın ilk şartı olan Allah Subhanehu ve Teala’ya imanın ön şartıdır ki  tağutlar reddedilmeden Allah’a iman söylemi geçerli olmaz. “Allah’a iman ettim” diyen bir kişi öncelikle tağutları reddetmelidir ki hakkıyla iman edebilsin. Allah Subhanehu ve  Teala’ya iman ettiklerini söyledikleri halde tağutları reddetmeyenlerin imanları ancak zandan ibarettir.  Onlar kendi zanlarınca iman iddiasında bulunmuşlar fakat bu iddia tağutları reddetmedikleri için gerçekleşmemiştir.

Kelime-i tevhidin ikinci ruknû olan ispat ise: “Kabul etmek, reddetmeyip var kılmak” demek olup, kelime-i tevhidin illallah yani “Allah’tan başka” kısmına tekabül etmektedir. İspat cümlesi olan illallah’ın gereği olarak bir tek Allah Subhanehu ve Teala’ya ibadet edilmelidir. Yaratmak ve yaşatmak, fayda ve zarar vermek, hükmetmek ve yönetmek, rızık ve şifa vermek, öldürmek ve diriltmek, hasrederek hesaba çekmek, cennete ya da cehenneme iletmek Allah Subhanehu ve Teala’ya ait kılınmalıdır. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse (sadece) O’na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.” (En’âm, 6/102) 

Anlaşılacağı üzere kişi La ilahe dediğinde neyi reddettiğini ve illallah dediğinde ise neyi kabul ettiğini bilmedikçe yani nefiy ve ispatın gereklerini yerine getirmedikçe müslüman olmaz, olamaz. 

Kelime-i Tevhid’in Şartları

Şart, bir şeyi kabul etmek ve ettirmek manalarına gelir. Istılahta ise, yok olması halinde hükmünde yok olacağı, var olması halinde ise bizatihi hükmün varlığının veya yokluğunun gerekli olmadığı şeydir. Yani bir şeyin şartı demek, eksik olma durumunda o şeyi geçersiz kılan şey demektir.

Lâ ilâhe illallâh kelimesinin fertleri ve toplumları kurtuluşa sevk edebilmesi ancak bir takım şartlarıda beraberinde gerekli kılmaktadır. Nasıl ki; namaz, oruç ve diğer ibadetlerin Allah katında kabul olabilmesi için yine Allah tarafından sınırları kesin bir şekilde bildirilmiş olan şartları mevcut ise Lâ ilâhe illallâh kelimesinin de söyleyen kimseye yüklediği yükümlülükler ve şartlar mevcuttur. Lâ ilâhe illallâh kelimesinin şartlarından birisi eksik olduğunda ya da onu bozacak bir söz veya amel işlendiğinde artık bu tevhid kelimesi, söyleyenin cehennemden kurtulmasını sağlayamaz. Bu sebeble, rukûnleri ve şartları yerine getirilmeyen ibadetler kabul edilmediği gibi, rükûnleri ve şartları yerine getirilmeyen Lâ ilâhe illallâh kelime-i tevhidi de, onu söyleyen kimseden kabul edilmeyecektir.

İbn Kayyım (rahimehullah) şöyle demiştir: “Lâ ilâhe illallâh kelimesini tasdik edip doğrulamak demek, onun yükümlü kıldığı tüm hakları gereğince kavrayıp yerine getirmektir ki işte bu da İslam şeriatı demektir. Kısaca İslam şeriatı, bu tevhid kelimesinin etraflı bir şekilde ortaya konması demektir. Onun tüm haberlerini tasdik edip doğrulamak, bütün emirlerine bağlanıp yerine getirmek, aynı zamanda bütün yasaklarından da kesinlikle uzak durmaktır. Gerçekte bunu tasdik edip doğrulayan kimse, o kelimenin gereklerini ve getirdiği yükümlülükleri yerine getirmekle ve aynı zamanda bu kelimenin tüm haklarını ifa edip korumakla sağlanır. Aynı zamanda mutlak olarak azaptan kurtulmanın yolu da bu kelime ile ve onun haklarını yerine getirmekle mümkündür.”   [5] (Müslim: 26/43)

İbn Recep el-Hanbeli (rahimehullah) ise şöyle demiştir: “Lâ ilâhe illallâh’ı söyleyipde ona şahadet etmekten maksat cehennemden kurtulmayı ve cennete girmeyi gerektiren bir sebep olmasıdır. Bu gereklilik ise söylenen sözün şartlarının hepsinin bir arada bulunması ve onu ortadan kaldıracak bir durumun olmaması halinde geçerlidir. Tevhid kelimesini söyleyen kişide bu kelimenin şartlarından bir tanesi eksik olursa yahut  tevhid kelimesini söyleyen kimse bu kelimeyi ortadan kaldıracak söz veya amelde bulunursa artık bu tevhid kelimesi, söyleyenin cehennemden kurtulmasını ve cennete girmesini sağlamaz. Bu görüş Hasan ve Vehb bin Münebbih’ten nakledilmiştir. Bu konu hakkında söylenenlerin en güzeli ve en kuvvetlisi bu görüştür.”  [6] (Müslim: 27/44-45)

Başka bir rivayette ise, Vehb b. Münebbih kendisine ‘Lâ ilâhe illallâh cennetin anahtarı değil midir? diye soran kimseye şu cevabı vermiştir: 

“Elbette öyledir, ancak o açacak olan anahtarın dişleri varsa! Bilindiği gibi hiçbir anahtar dişsiz değildir. Şayet sen dişleri olan bir anahtar getirebilirsen senin için cennetin kapısı açılır, aksi takdirde açılmaz.”  [7] (Buhari: 99, 6570)

İşte bu anahtarın dişleriyse Lâ ilâhe illallâh kelimesinin şartlarıdır. Lâ ilâhe illallâh’ın, ilim, yakin, ihlas, sıdk, muhabbet, inkiyad ve kabul olmak üzere yedi şartı vardır. Buna göre kelime-i tevhidin zikredilen şartları gerçekleşmediği sürece, kelime-i tevhid de bu şartlara bağlı olarak gerçekleşmeyecek, Lâ ilâhe illallâh kelimesi kendisini söyleyen kişiye fayda vermeyecektir. Kelime-i tevhidin şartları ve bu şartların delilleri şöyledir:

1- İlim: (Bilmek): Lâ ilâhe illallâh kelimesinin red ve isbat ile kastedilen manasını yani tüm tağutların reddedilmesi gerektiğini, Allah’tan başka ibadete layık hiçbir ilahın olmadığını, gerçek ilahın O olduğunu, O’nun dışında hiçbir varlığın bu niteliğe sahip olmayacağını cehaleti ortadan kaldıran bir ilimle bilmektir. La ilahe illallah’ın anlam ve içeriğini bilmeden söyleyen bir kimse onu itikad edemez. Onu itikad edemeyen de müslüman olamaz. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Bil ki, Allah’tan başka ilah yoktur.” (Muhammed, 47/19)

“Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır.” (Zuhrûf, 43/86)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 

“Her kim ‘la ilahe illallah’ınmanasını bilerek ölürse cennete girer.”  [8] (Buhari: 128)

2- Yakîn: (Kesin İnanç): Yakîn, beraberinde şüphe olmayan kesin bilgiye denir. Şek, şüphe ve zannı ortadan kaldıran kesin bir inanç. Bir insanın müslüman olabilmesi için telaffuz etmiş olduğu Lâ ilâhe illallâh cümlesinin içeriğine şek ve şüpheye yer bırakmayan bir iman ile inanması gerekir. Allah’ın rububiyetinde, uluhiyetinde, isim ve sıfatlarında asla bir ortağının olmadığına, kainatı sevk ve idare edenin, insanların hayatına karışmak için peygamberler ve kitaplar gönderenin, kullarını hesaba çekenin, yağmurları yağdıranın, mahlukatı rızıklandıranın, hâsılı her şeyin yaratıcısının o olduğuna kesin bir şekilde inanmak lazımdır. Bu sayılanlara ve iman edilmesi zorunlu olan şeylere kesin bir şekilde iman etmeyenler, La ilahe ilalllah deseler de bunun kendileri için hiç bir faydası olmayacaktır. Çünkü onlar Lâ ilâhe illallâh’ın bir şartını ihlal etmişlerdir. Bu kelimenin bir şartının dahi ihlal edilmesi halinde asla hakiki iman gerçekleşmeyecektir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Mü’minler ancak Allah’a ve Rasulüne iman eden, sonra da hiçbir şüpheye düşmeyen ve malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenlerdir. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.” (Hucurât, 49/15)

“Onlar sana indirilene de, senden önce indirilene de inanırlar. Ahirete de yakinen inanırlar.” (Bakara, 2/4)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 

“Lâ ilâhe illallâh’a ve benim Rasulullah olduğuma şehadet ederim, Allah’ın huzuruna bu ikisinde şek etmeden çıkan kimse cennete girer.”  [9] (el-Camiu’s-Sağir: 2778)

3- İhlas: La ilahe illalah’ın bir diğer şartı da ihlas’tır. İhlas, inanca ve amele dönük eylemlerin kabul edilmesindeki temel şarttır. O olmaksızın imanın ve amelin kabul edilmesi mümkün değildir. Lâ ilâhe illallâh sözünde Allah Teala için ihlaslı olmak, sadece adet yerini bulsun diye veya taklit şeklinde gelişi güzel bu sözü söylememek, bununla halishane bir biçimde yalnızca Allah Teala’ya yaklaşmayı dilemektir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“O halde Allah’a, O’nun dinine ihlaslı olarak kulluk et.” (Zümer, 39/2)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 

“Kıyamet günü şefaatimle insanların en mutlu olacak olanı, kalbinden ya da içinden ihlas ile ‘la ilahe illallah’  diyen kimsedir.”  [10] (Müslim: 41 ; Ahmed: 14990) 

4- Sıdk: (Doğruluk): Bu, sözü yalanın zıddı olan doğru bir şekilde söylemektir. Lâ ilâhe illallâh sözünü söylerken kalbinin diline, dilinin de kalbine uyacak şekilde doğru ve birbirine uygun olması demektir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Andolsun ki, biz onlardan öncekilerini de imtihan ettik. Allah elbette (iman yönüyle) doğru olanları da bilir, yalancıları da bilir.” (Ankebût, 29/3)

“İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ derler. Onlar güya Allah’ı ve mü’minleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir. Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah’ta onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalan sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır.” (Bakara, 2/8-9-10)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 

“Allah’tan başka hakkıyla ibadete layık hiçbir ilahın olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve rasulü olduğuna samimi bir kalple şahitlik eden herkesi allah ateşe haram kılar.”  [11] (İbn Ebi Âsım Sünne: 15 ; İbn Batta İbâne: 210) 

5- Muhabbet: (Sevgi): Lâ ilâhe illallâh sözünü, bu sözün gerektirdiklerini ve ifade ettiği şeyleri sevmek, yine bu sözün gereğince amel eden kimseleri sevmek, bu sözün gereklerine aykırı davrananlara ise buğz etmek. Kişi Lâ ilâhe illallâh demesine rağmen Allah’ı, Rasulünü ve sevilmesi dini bir zorunluluk olan şeyleri sevmiyorsa veya bu kelimeye düşmanlık eden kimselere muhabbet gösteriyorsa, böylesi bir şahsın imanı sahih olmadığı gibi söylediği kelimenin de kendisine herhangi bir faydası yoktur. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar içinde Allah’tan başkasını (Allah’a) eş tutan kimseler vardır. Onlar onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgisi ise çok daha fazladır.” (Bakara, 2/165)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 

“Üç şey kimde bulunursa imanın tadını bulur. Allah ve Rasulünü başka her şeyden çok sevmek ; Sevdiği kişiyi yalnızca Allah için sevmek ; Küfre dönmeyi, ateşe atılmak kadar kötü görmek.”  [12] (Buhari: 5827 ; Müslim: 94/154)

6- İnkıyâd: (Teslim olmak / Boyun eğmek): İnkıyâd tevhid kelimesi Lâ ilâhe ilallâh’ın gerektirdiği şeylere rıza göstermek, boyun eğmek ve teslim olmaktır. İman etmenin temel niteliklerinden birisi de Allah ve Rasulü’nün emredip yasakladığı şeylere itiraz ve tenkit etmeksizin rıza göstermek, boyun eğmek ve teslim olmaktır. Allah ve Rasulü’nün belirlemiş olduğu hükümlere rıza göstermemek, boyun eğmemek, teslim olmamak veya itirazda bulunmak asla iman ile bağdaşmayan bir durumdur. Allah Teala’nın emrine teslim olmayan kimse, muvahhid (Allah’ı birlemiş) olamaz. O, sağlam kulpa (Lâ ilâhe illallâh’a) da yapışmış olmaz.
 
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Kim amelinde ihlas sahibi olarak kendini samimiyetle Allah’a teslim ederse, muhakkak ki o, en sağlam kulpa (Lâ ilâhe illallâh’a) yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a dayanır.” (Lokmân, 31/22) 

“Rabbinize dönün. O’na teslim olun.” (Zümer, 39/54)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 

“Allah’a iman ettim, de ve istikamet üzere (emrolunduğun gibi) yaşa.”  [13] (Buhari: 425 ; Müslim: 33/263)

7- Kabul: Bu sözün gerektirdiklerini gerek kalple, gerekse dille kabul ve ikrar etmek. Allah Teala, kafirleri azaplandırmasının nedeninin onların bu kelimeyi söylemeyip büyüklük taslamaları ve bu kelimeyi kabul etmemeleri olduğunu haber vermiştir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Çünkü onlara : Allah’tan başka ilah yoktur, denildiği zaman kibirle direnirlerdi.” (Sâffât, 37/35)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 

“Nefsim, elinde olan Allah’a yemin ederim ki; arzusu benim getirdiğime tabi olmadıkça hiç biriniz iman etmiş olmaz.”  [14] (Buhari: 99)

Anlaşılacağı üzere saydığımız bu şartlar yerine gelmediği sürece Lâ ilâhe illallâh onu söyleyen kimseye fayda vermez ve sahibinin müslüman olması için yeterli olmaz. Zikredilen şartlar tamam olduğunda ise Lâ ilâhe illallâh kelime-i tevhidi söyleyene fayda verir. Bugün ise insanların çoğu Lâ ilâhe illallâh kelimesini telaffuz etmelerine rağmen, manasını bilmediklerinden ve şartlarından habersiz olduklarından dolayı bu kelimeye muhalif ve zıt olan her türlü fiil ve sözü bu insanların üzerinde görmek mümkündür.

Asırlar öncesindeki kelime-i tevhidi ilk söyleyen insanlara baktığımızda onlar bu kelimeyi söyledikten sonra hayatları tamamen değişiyor, cahiliyenin tüm pisliklerinden arınmış olarak Allah’a teslim oluyorlardı. Bu kelimeyi söyleyen insanlar zamanın tağutlarına başkaldırıyor, kalplerinde dinmeyen bir coşku hissediyorlardı. Ya günümüz insanları! Onlar bu kelimeyi söylüyor hatta söylemekle kalmıyor vird haline getirip sürekli ağzında tekrarlıyor. Ama hayatlarında değişen hiçbir şey yok!

Bu kelimeyi söyleyen ilk nesil ile bugünkü neslin arasındaki farkın sebebi şudur; onlar bu kelimeyi söyledikten sonra hakkıyla yaşamış, bugün insanlar ise bu kelimenin ne olduğunu, neyi kabul ettiğini bilmeden söylemiş ve halen söylemektedirler. O zaman ilk neslin anladığı gibi, bu kelime tekrar irdelenmeli ve kaybolan manaları, zaman içerisinde unutulan şartları tekrar gündeme getirilmelidir ki kelime-i tevhidi emrolunduğumuz gibi anlayalım ve yaşayalım. 

Hâtime: 

Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.

Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.

O, her şeyin en iyisini bilendir.

Muvahhid Kullara Selâm Olsun.

Polat Akyol.

KAYNAK:

[1] (El Câmiu li Ahkâmi’l Kur-ân: 3/495)
[2] (el-Tibyân fi Aksâmi’l-Kur-ân: 43)
[3] (Kelimetu’l İhlâs: 7)
[4] (Buhari Cenâiz Son sözü La ilahe illallah olan kimse bahsi: 3/109)
[5] (Müslim: 26/43)
[6] (Müslim: 27/44-45)
[7] (Buhari: 99, 6570)
[8] (Buhari: 128)
[9] (el-Camiu’s-Sağir: 2778)
[10] (Müslim: 41 ; Ahmed: 14990)
[11] (İbn Ebi Âsım Sünne: 15 ; İbn Batta İbâne: 210)
[12] (Buhari: 5827 ; Müslim: 94/154)
[13] (Buhari: 425 ; Müslim: 33/263)
[14] (Buhari: 99)
 TEVHÎD AKÎDESİ
KUR’AN VE SAHİH SÜNNET
( Lâ İlâhe İllallâh Sözünün Anlamı Ve Şartları başlıklı yazı Polat Akyol tarafından 30.04.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.