İSLÂM HUKUKUNDA CEHALET

Mukaddime: 


Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…

Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…

Bundan sonra:

Maalesef günümüzde kendilerini müslüman olarak isimlendiren bir taraftan da cehaletlerinden dolayı Allah’a şirk koşan insan toplulukları meydana gelmiştir. Bu insanların genelinde bilinçli ve istekli bir şekilde Allah’a şirk koşan, yaptığının Allah’ın asla affetmeyeceği şirk amellerinden olduğunu bilerek yapan, Allah’ın ayetlerini bilerek inkâr ve tekzib eden kimseler neredeyse yok denecek kadar azdır. Buna karşılık hemen hemen insanların tamamında Allah’ın dininden sapmanın temel sebebi cehalettir. Bu nedenle bugünkü toplumda şirk çeşitlerinin her türlüsünü görmek mümkündür. Bu insanlar dünyalık her türlü konuyu en ince detayına kadar incelerken dinlerini öğrenmekten yüz çevirmişlerdir. Oysa ki yaşadığımız bu coğrafyada bilgi edinmek, ilim talep etmek ve hakkı tespit etmek mümkündür. Bu nedenle böyle bir toplumun cehaleti sebebiyle mazeretli olması söz konusu değildir. Öyle ise tağutu reddetmeyen, tağutun hükmünü tercih eden, hakimiyeti Allah’tan başkasına veren, ölülerden, kabirlerden yardım isteyen kısacası Allah’tan başkasına ibadet eden günümüz insanları müslüman olduklarını iddia etseler dahi cehaletlerinden dolayı mazur görülmeyen müşriklerdir.

İmam Şafi (rahimehullah) ne de güzel söylemiştir: “Eğer cahil cehaletinden dolayı mazur olsaydı, cehalet ilimden hayırlı olurdu.”  [1] (El Mensur fi Kavaidi Fıkhıyye Zerkeşi: 2/15)

Kadı İyad ise şöyle demiştir: “Küfürde hiç kimse cehaletle mazeretli değildir.”  [2] (Şerhuş Şifa 2/438 ; İlam bi Kavaitul: 65)

Tevhidin Aslına Dair Cehalet Mazeret Değildir

İnsanın yaratılış gayesi yalnız Allah’a ibadet etmek, diğer bir ifadeyle ibadette Allah’ı tevhid etmektir. İnsanoğlu bu hedefi yerine getirme uğruna yaratılmış, tüm rasuller insanlara bu aslı tebliğ etme adına gönderilmiş ve yine tüm kitaplar bu amacı tesis etmek üzere indirilmiştir.
 
Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56)

Bu noktada oluşacak bir cehalet temel hedeften sapmaya yol açacaktır. O halde insanın sadece Allah’ı tevhid etmek üzere yaratılması gerçeği bu noktada oluşacak bir cehaletin elbette sahipleri için mazeret olmadığını ortaya koymaktadır. İşte bu nedenle İslam alimleri açık, net ve hiçbir kapalılığa yer vermeyecek şekilde bu noktada meydana gelebilecek bir cehaletin sahibi için hiçbir zaman özür teşkil etmeyeceğini belirtmişlerdir.

İmam Ebu Hanife (rahimehullah) şöyle demiştir: “Allah Teala peygamber göndermemiş olsaydı dahi insanların kendi akılları ile Allah’ı bilmeleri gerekirdi. Hiç kimse, yaratıcısını bilmemekten dolayı mazur sayılamaz. Çünkü herkes gökleri, yeri ve kendisini kimin yarattığını sezebilecek yetenektedir. Bir kişi tevhid ilminin inceliklerinden bir şeyi anlamakta zorluk çekse, bir alime soruncaya kadar Allah katında doğru olan ne ise onun hak olduğuna inanması gerekir. Sormayı erteleyerek tereddüt içerisinde kalması caiz değildir. Zira daimi tereddüt küfürdür.”  [3] (El – Usulu’l Munife li İmam Ebu Hanife: 39)

Allah Subhanehu ve Teala’yı ortağı olmayan tek rab olarak bilmek ve O’nu tevhid etmek hususunda kişilerin hiçbir şekilde özür sahibi kabul edilmeyeceklerinin en sarih delillerinden birisi şu ayeti kerimedir:

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Rabbin Adem oğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldı ve : ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (sorusuna karşılık) onlar : ‘Evet (Rabbimizsin). Biz (buna) şahit olduk’ demeleriyle onları kendilerine şahit tuttu. Kıyamet gününde’ muhakkak ki biz bundan habersizdik’ dersiniz diye (bunu yaptık). Ya da : ‘Muhakkak ki babalarımız da önceden şirk koşmuşlardı. Biz ise onlardan sonraki zürriyetiz. Batıla dalanların yaptıkları sebebiyle bizi helak mı edeceksin?’ dersiniz diye (bunu yaptık). İşte ayetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki belki (hakka) geri dönerler.” (A’râf, 7/172-174)

Allah Subhanehu ve Teala insanoğlunu yeryüzüne sadece kendisine ibadet etmesi için göndermeden önce insanoğlundan bu ahdi almıştır. İnsanoğlunun bizzat kendisini şahit tutmuş ve “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diyerek onlardan ‘Elbette Rabbimizsin, şahidiz” cevabını almıştır. Allah Subhanehu ve Teala şahitliğin sebebini ise ayetin açık ifadesi ile iki sebebe dayandırmıştır. Bunlardan ilki, kişilerin Allah’ın rabliğinden cehalet içinde kalmaları özrünün iptal edilmesi, diğeri ise ataları taklit sonucu sapkınlığa düşme özrünün iptal edilmesidir. Artık insanoğlunun bundan sonra cehalet ya da taklit gibi bir mazerete tutunması mümkün değildir. Nitekim ayetin bu noktayı oldukça sarih bir şekilde ifade etmesi müfessirlerin hemen hemen tamamını söz birliği etmişçesine aynı noktaya vurgu yapmaya sevk etmiştir. Ayete dair bazı müfessirlerin görüşleri şu şekildedir:

İmam Taberi (rahimehullah) şöyle demiştir: “Yani sizler kıyamet gününde ‘Bizim böyle bir şeyden haberimiz yoktu. Bizler bunu bilmiyorduk ve gaflet içinde idik. Atalarımız da daha önceden şirk koşuyorlardı. Biz ise onlardan sonra gelen nesiliz. Biz onların yoluna uyduk. Onların şirk koşması ve bizim de cehaletten onların yoluna uymamız sonucu bizi helak mi edeceksin?’ demeyesiniz diye sizden böyle misak aldık.”  [4] (Camiul Beyan: 13/251)

İbn Kesir (rahimehullah) şöyle demiştir: “Bu şahit tutmaktan maksadın, onların tevhide yatkın yaratılmaları olduğuna dair delillerden biri de Allah’ın bu şahit tutmayı, şirk hususunda onlar hakkında bağlayıcı bir delil (hüccet) kılmış olmasıdır. Bu misak ise onlar hakkında müstakil bir hüccet kılındığına göre üzerinde yaratıldıkları fıtrat, tevhidi ikrar etmeye yatkın bir fıtrattır. Bu nedenle kıyamet günü biz tevhidden gafildik diyemezsiniz.”  [5] (Tefsîr’ul Kur-ân’il Azîm: 3/503)

İmam Kurtubi (rahimehullah) söyle demiştir: “Bununla beraber tevhid hususunda mukallidin ileri sürebileceği hiçbir mazereti yoktur.”  [6] (El-Câmiu li Ahkâm: 7/315)

Fahruddin er-Razi (rahimehullah) şöyle demiştir: “Netice olarak diyebiliriz ki, Allah onlardan bu sözü alınca artık onların bu mazerete tutunmaları imkansız olur.”  [7] (Mefatihu’l Gayb: 11/145)

İmam Şevkani (rahimehullah) şöyle demiştir: “Bunu yaptık ki, mazeret olarak gafleti öne sürmeyesiniz. Yahut şirki kendiniz yerine atalarınıza nispet edip bunlardan biri yahut, kişi ile kendinizi mazur görmeye çalışmayasınız.”  [8] (Fethu’l Kadir: 3/117)

Allah Subhanehu ve Teala rasullerini müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndermiş, onlara hak ve bâtılı ayıran vahyini indirmiş, hiçbir kimsenin mazeret ileri sürmemesi adına razı olduğu ve razı olmadığı amelleri beyan etmiştir. İnsanlar ‘Ya Rabbi! Sen bize ne bir rasul gönderdin ne de bir kitap indirdin’ demesinler diye Allah Teala rasullerini göndermiştir. 

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz her ümmete: Allah’a ibadet edip, tağuttan kaçınsınlar diye rasuller gönderdik. Onlardan kimisine Allah hidayet etti, kimisine de sapıklık hak oldu.” (Nahl, 16/36)

“Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ, 4/165)

Allah Subhanehu ve Teala misak hüccetini, rasul hüccetiyle tamamlamış, son rasul ve nebi olmak üzere Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’i tüm insanlık için uyarıcı olmak üzere göndermiş, kendisine vahyetmiş, kıyamet gününe kadar da vahyini koruma altına almıştır. Rasulullah’ın risalet görevi ile görevlendirilmesinin ve kendisine Kur-an’ın vahyedilmesinin temel sebebi de hiç şüphesiz insanlara Allah’ın almış olduğu misakı hatırlatmak ve onların mazeretlerini ortadan kaldırmaktır. 

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“İşte bu Kur-an bana, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım diye vahyolundu.” (En’âm, 6/19)

Bu ayet gereği Kur-an, ulaştığı her kimse için misak hüccetini tamamlar niteliktedir. Kur-an’ın ayetlerinin kendisine ulaştığı kimse için artık hiçbir mazeret kalmamış, misak hücceti risalet hücceti ile tamamlanmıştır.

Sonuç olarak; Allah Subhanehu ve Teala insanoğlundan misakını almış, onu İslam fıtratı üzere yaratarak dünyaya göndermiştir. Bununla beraber aldığı misakı hatırlatan rasuller göndermiştir. Ve son olarak Rasul Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in tebliği ile de hüccet tamamlanmıştır. Özellikle Rasulullah’ın risaletinin evrensel olması, kendisine vahyedilenin kıyamet gününe kadar bizzat Allah Teala tarafından koruma altına alınması, insanoğlunun tüm mazeretlerini iptal edecek güçlü bir delildir.

Nebevi Hüccetin İkamesinden Önce Cehalet Durumuna Rağmen Şirk Sıfatının Geçerli Oluşu

Nebevi hüccet ikame edilmeden öncede şiddetli cehalete rağmen şirk koşanlara müşrik hükmü verilmiştir. 

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah’ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona eman ver. Sonra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu, onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.” (Tevbe, 9/6)

İmam Taberi (rahimehullah) bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Allah Teala elçisine diyor ki : Ey Muhammed haram aylar çıktıktan sonra kendileriyle savaşmanı ve öldürmeni emrettiğim müşriklerden biri, Allah’ın sana indirdiği Kur-an olan Allah’ın kelamını dinlemek için senden eman dilerse ‘ona mühlet ver’: Allah’ın kelamını dinleyinceye ve sen ona okuyuncaya kadar kendisine eman ver. Sonra da gideceği yere ulaştır. Yani diyor ki : Sonra da Allah’ın kelamını dinledikten sonra şayet müslüman olmaz ve kendisine okuduğun Allah’ın kelamından etkilenip, kabul etmezse onu güven içinde yerine ulaştır. ‘Bu onların bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır’ Yani ; onlara eman vererek böyle davranacaksın ki Kur-an’ dinlesinler. İslam’ı reddettiklerinde onları yerlerine ulaştırman ise şundandır : Çünkü onlar cahil bir kavim olup Allah’ın hiçbir delilini kavrayamazlar. Bunun gibi, şayet Allah’a iman edecek olurlarsa bu imandan dolayı kendilerinin lehine olanla Allah’a iman etmeyi terk etmekten kaynaklanan günah ve eğrilik nevinden aleyhlerine olanı da bilemezler.”  [9] (Taberi Terc: 2/778)

İmam Beğavi (rahimehullah) ise şöyle demiştir: “ ‘Allah’ın kelamını duyuncaya kadar.’ Yani sevap ve ikap olarak kendisinin leh ve aleyhinde nelerin olduğunu.. ‘Bu onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.’ Yani onlar Allah’ın dinini ve tevhid edilmesini bilmiyorlar. Bu nedenle onlar, Allah’ın kelamını dinlemeye muhtaçtırlar.” [10] (Beğavi Tefsiri) 

İşte Kur-an’ın delaletinde muhkem olan bu nassı, açık bir şekilde, şeriatların izinin yok olduğu ve doğru yolun izlerinin silindiği bir vakitte, sürekli ve aşırı cehalet haline rağmen şirk hükmünün geçerli olduğunu ispat etmektedir. 

Bir başka ayette Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar, (bulundukları durumdan) kopup ayrılacak değillerdi.” (Beyyine, 98/1)

İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle demiştir: “Bunu anlatanlardan biri Ebul-Ferec İbni Cevzi’dir. O diyor ki: ‘Kitap ehlinden küfr edenler olmadı’ yahudi ve hristiyanlar ‘ve müşriklerden’ onlar putlara tapanlardır ‘münfekkine’yani ayrılan, vazgeçenler.. bunun manası şu demektir: Onlara beyyine gelinceye kadar küfür ve şirklerinden vazgeçecek değildirler. Ayetin lafzı, gelecek (müstakbel), ancak manası, geçmişe (mazi) aittir. Beyyine (delil) ise elçidir. O da Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ki onlara dalalet ve cehaletlerini beyan etmiştir. Beğavi’nin ifadesi de buna yakındır, diyor ki: Küfür ve şirklerine son vermezler. ‘Onlara beyyine gelinceye kadar.’ Bu ayetin lafzı müstakbel fakat manası maziye dönüktür. Yani onlara açık delil gelinceye, başka bir ifade ile Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) kendilerine Kur-an’la gelip dalalet ve cehaletlerini açıklayarak onları imana çağırıncaya ve dolayısıyla Allah Teala’da onları cehalet ve dalaletten kurtarıncaya kadar demektir.”  [11] (Mecmûu’l Fetâvâ: 16/483-486)

Görüldüğü gibi bu ayette, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in gönderilmesinden ve Kur-ani delillerin indirilişinden önce, şirk ve küfür vasfının insanlar için geçerli olduğuna gayet açıklıkla delalet etmektedir.

İlim Elde Etme İmkanının Varlığı Halinde Cehalet Özrünü Bütünüyle Ortadan Kaldırır

İslam alimleri sarih ve açık bir şekilde kişinin ilim elde etmesinin mümkün olduğu bir zaman ve zeminde cehaletinin asla ama asla kişi için mazeret teşkil etmeyeceği hususunda ittifak etmişlerdir. Özür olabilecek cehalet ancak kişinin üzerinden defetmesinin hiçbir şekilde mümkün olmadığı cehalettir. Eğer kişinin herhangi bir nebevi bilgiye ulaşma durumu mevcut ise kendisi için artık cehaletin bir mazeret olması asla söz konusu değildir. Burada sözü fazla uzatmadan ilim elde etme imkanının olduğu durumlarda cehalet özrünün muteber bir mazeret olamayacağına dair İslam alimlerinin bazı kavillerini aktaralım;

İbn Teymiyye (rahimehullah) şöyle demiştir: “Özürlülük ancak giderilmesi mümkün olmayan durumlarda muteberdir. İnsan ne zaman doğru bilgiye ulaşma imkanı bulursa o zaman özürlü değildir.”  [12] (Rafu’l Melam: s.14)

Yine bir başka yerde şöyle demiştir: “İnsan hakkı bilme imkânına sahip olur da bu hususta gerekeni yapmaz ise mazur sayılmaz.”  [13] (Mecmûu’l Fetâvâ: 20/280)

İbn Kayyım (rahimehullah) şöyle demiştir: “Allah’ın emir ve nehiylerini bilme imkanına sahip olup da bu bilgileri edinmede gerekeni yapmayarak cahil kalan kimse kendisine hüccet ikame edilmiş kimse hükmündedir.”  [14] (Medaricu-s Salikın: 1/239)

İbn Hazım (rahimehullah) ise şöyle demiştir: “Kişi cehaleti ile ve bilgiden yoksun olması ile mazur olabilir. Kendisine Nebi’nin varlığı ulaşan kimse ise yeryüzünün neresinde olursa olsun onu araştırması kendisine farzdır. Eğer kendisine Nebi’nin uyarısı ulaşırsa, O’nu tasdik ve O’na ittiba, kendisine gerekli olan dini bilgileri talep etmek ve bunun için gerekirse vatanından çıkmak üzerine farzdır. Eğer bunu yapmaz ise kafirliği, ateşte ebedi kalmayı ve Kur-an naslarında bildirilen azabı hak etmiş olur.”  [15] (el-Faslu Fil Milel: 4/106)

Nakillerden de anlaşılacağı üzere sahih bilgiye ulaşmanın mümkün olduğu her durumda cehalet, sahibi için hiçbir zaman bir özür olarak kabul edilemez.

Taklit Sebebiyle Oluşan Cehalet Sahibi İçin Özür Teşkil Etmez

Taklit bir kimsenin bir başka kimseye ait söz, fiil ve düşünce biçimini olduğu gibi doğru kabul ederek ona tabi olması, tabi olduğu kişinin söz, fiil ve düşünce yapısını benimsemesidir.Bugün üzerinde yaşadığımız şu coğrafyada insanların şirk içerisinde bir hayat sürmelerinin temel sebebi körü körüne taklittir. Kişilerin herhangi bir mercii taklit etmeleri sonucu sapkınlığa düşmelerinin kendileri için bir mazeret olmayacağına dair Kur-an nasları hiçbir tevile yer bırakmayacak şekilde açık ve nettirler.
 
Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ denildiğinde ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız.!’ derler. Peki, ama ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar).” (Bakara, 2/170)

İşte bu tavır tarih boyunca tüm müşrik toplumların genel bir karakteri olmuştur. Yine bir başka ayette kişilerin bir mercii taklit etmeleri sonucu sapıklığa düşmelerinin kendileri için bir mazeret olmayacağı beyan edilmiştir. 

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Yüzlerinin ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, ‘Keşke Allah’a ve Rasule itaat edeydik’ diyecekler. Yine şöyle diyecekler : Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanete uğrat.” (Ahzâb, 33/66-68)

İmam Şevkani (rahimehullah) şöyle demiştir: “Bu taklidi şiddetli biçimde kötüleyen naslardan bir tanesidir ve Kur-an’da bu manada daha bir çok nas vardır. Ancak tüm bu naslar Allah’ın kelamını anlayan, O’nu örnek edinen ve nefsini Allah’ın kelamına itaat ettiren kimseler içindir. Bu nasların hayvanlar misali kötü düşüncelere saplanmış, ahmakça bir şekilde taklide dalmış kimselere faydası elbette yoktur.”  [16] (Fethu’l Kadir: 6/59)

Görüldüğü gibi Allah Subhanehu ve Teala ayette cehennemliklerin durumundan haber vermekte ve onların hüsrana uğramalarının sebebini kendi dilleri ile liderlerini ve önderlerini taklit etmelerine bağlamaktadır.

İbn Kayyım (rahimehullah) ise şöyle demiştir: “İslam Allah’ı birlemektir. O’ndan başkasına ibadet etmemektir. Allah’a ve rasulüne iman, onların getirdiklerine ittiba etmektir. Eğer kul bunun ile gelmezse müslüman olamaz. İnatçı bir kafir olmasa da, cahil bir kafir olur. İşte bu tabakadan murad, cahil ve inatçı olmayan kafirlerdir. İnat etmemiş olmaları onları kafir olmaktan çıkarmaz. Çünkü kafir Allah’ı birlemeyi ve rasulü yalanlayanlardır. Bu yalanlama bazen inat ile olur. Bazen de inat ehlini cehalet ile taklit etmekle olur.”  [17] (Tarikul Hicreteyn: 382)

Sonuç olarak; şayet fertlerin ya da toplumların sapkınlık, dalalet, küfür ve şirk içinde olmalarının sebeplerinden bir tanesi doğru yolda olduğunu zannettikleri liderlerini, alimlerini ya da atalarını taklitten kaynaklanıyorsa onların atalarını doğru yolda görmeleri sebebiyle taklit etmeleri ve böylece sapmaları kendileri için hiçbir şekilde mazeret teşkil etmeyecektir.

İhmarkarlık ya da Yüz Çevirme Sebebiyle Oluşan Cehalet, Sahibi İçin Bir Mazeret Değildir

Cehaletin engelinin, sahibi için meşru bir mazeret olmadığı hallerden bir tanesi de ihmalkârlık ve yüz çevirme sebebi ile meydana gelen cehalettir. Her kimin cehaleti ilme karşı ihmalkâr davranmasından ya da ilim kendisine geldikten sonra ondan yüz çevirmesinden kaynaklanıyorsa bu kimse ihmalkâr davranması ve yüz çevirmesi sebebi ile suçludur. Bu suçu onun bir başka suçu için mazeret teşkil etmez. 

Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur:

“Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da, ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır? Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete ermezler.” (Kehf, 18/57)

“Bize kavuşmayı ummayanlar, dünyadan hoşnut olup onunla yetinenler ve ayetlerimizden gafil olanlar, işte kazanmış oldukları günah sebebiyle bunların sığınakları ateştir.” (Yûnus, 10/7-8)

“Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları biz, şüphesiz yerli yerince ve belli süre için yarattık. O kafirler, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler.” (Ahkâf, 46/3)

Görüldüğü gibi Allah Azze ve Celle uyarıldıkları şeylerden yüz çevirenleri, ilgisiz kalanları kafirler diye isimlendirmiştir. Bugün birçok insan cehaletten ziyade bu ayetlerin kapsamındadır. Duyarsızlık, ilgisizlik ve yüz çevirme küfrü!

İmam Muhammed b. Abdulvahhab (rahimehullah)’ın İslam’ı bozan halleri zikrederken onlardan bir tanesinin de dini öğrenmekten yüz çevirmek olduğunu söylemiştir:

“Bil ki, kişinin İslam’ını bozan sebeplerden birisi de Allah’ın dininden yüz çevirerek, bu dini öğrenmemek ve onunla amel etmemektir. Buna delil Allah’ın şu sözüdür: “Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatıldığı halde, sonra bundan yüz çevirenden daha zalim olan kimdir ? Şurası kesin ki biz, mücrimlerden intikam alacağız.” (Secde, 32/22)”  [18] (Er-Resailu-ş Şahsiyye: 113)

Allah ona rahmet etsin! Şeyh yine bir başka yerde şöyle demiştir: “Allah’ın Rasulünü gönderdiği şeyi ve İslam dinini öğrenmek için çalış. Alimlerin ‘Her kim tağutu inkar eder Allah’a iman ederse sağlam kulpa yapışmıştır’ ayeti hakkında sözlerini iyi araştır. Allah’ın rasulüne öğrettiklerini öğrenmek noktasında çok çalış. Her kim bundan yüz çevirirse Allah kalbine mühür vurur. Dünyayı dine tercih etmiştir. Allah bundan cehaleti mazeret kılmamıştır.”  [19] (Mecmuatul Fetava Ver Resail vel Ecvibe: 136)

Sonuç olarak; bugün insanların Allah’ın şeriatında cahil olmalarının sebebi, ilim talebinden yüz çevirmeleri, ilim meclislerinden uzak durmaları ve faydasız, oyun ve eğlence meclislerini bu yerlere tercih etmeleridir. Bu insanlar ilimden yüz çevirmeleri sebebi ile şayet imanı bozan bir şeyle karşı karşıya kalırlarsa, cehaletlerinden dolayı asla mazeretli kabul edilmezler.

Hâtime: 

Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.

Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.

O, her şeyin en iyisini bilendir.

Muvahhid Kullara Selâm Olsun.

Polat Akyol.

KAYNAK:

[1] (El Mensur fi Kavaidi Fıkhıyye Zerkeşi: 2/15)
[2] (Şerhuş Şifa 2/438 ; İlam bi Kavaitul: 65)
[3] (El – Usulu’l Munife li İmam Ebu Hanife: 39)
[4] (Camiul Beyan: 13/251)
[5] (Tefsîr’ul Kur-ân’il Azîm: 3/503)
[6] (El-Câmiu li Ahkâm: 7/315)
[7] (Mefatihu’l Gayb: 11/145)
[8] (Fethu’l Kadir: 3/117)
[9] (Taberi Terc: 2/778)
[10] (Beğavi Tefsiri)
[11] (Mecmûu’l Fetâvâ: 16/483-486)
[12] (Rafu’l Melam: s.14)
[13] (Mecmûu’l Fetâvâ: 20/280)
[14] (Medaricu-s Salikın: 1/239)
[15] (el-Faslu Fil Milel: 4/106)
[16] (Fethu’l Kadir: 6/59)
[17] (Tarikul Hicreteyn: 382)
[18] (Er-Resailu-ş Şahsiyye: 113)
[19] (Mecmuatul Fetava Ver Resail vel Ecvibe: 136)
 TEVHÎD AKÎDESİ
KUR’AN VE SAHİH SÜNNET
( İslâm Hukukunda Cehalet başlıklı yazı Polat Akyol tarafından 30.04.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.