1 Alacakaranlık Kavalcıları Ve Zavallı Fareler


Ah bu Batılılar, Rönesans çocukları. Sizi tanıdıkça, okudukça sizin için üzülyorum. Bir asma bahçesinde plastik üzüm yemeye çalışmanız, tepenizden sarkan salkımları, hırsınız, büyüklenmeniz, nefretiniz ve açgözlülüğünüzden göremeyişiniz bir tragedyayı üzülerek izlediğim duygusunu yaşatsa da, o sahte  üzümlerin gerçekliğine bütün dünyayı inandırmanız, gören gözlerin ikisini de bu tatsız fakat estetik açıdan mükemmel olan üzümler karşılığında çıkartıp almanız ve buna da adil bedel demeniz, alçalabilinecek en alt noktadan hala üstünlük sağlama gayretiniz, Troia tragedyasındaki mazlumun yalnız vatanını koruma derdinde olan kral Priam olduğu gerçeğini bile değiştirip aklıyla Troia katliamına zemin sağlayan İthaka kralı Odysseus ve yalnızca güç derdinde olan Akhilleus’u sempatik gösterme derdiniz bile sizin için üzülmeye bile değmeyeceğini bana anlatmakta.

Rousseau’nun, Montesqiue’nün, Hume’un, Hobbes’un ve hatta Marks’ın bile hangi dönemin çocukları olduğuna odaklanmak gerekli. Dünya coğrafyası 1300’lü yılların sonlarına kadar gerçek “Aydınlanma” devresini yaşadı. Peki bu aydınlanma devresini nasıl görmek gerekli. Eski Yunan ve Mısır,aynı şekilde Eski Çin ve Hint düşünce boyutunda sürekli sorgulamakta her olanı,evreni, yaradılışı. Anlam vermeye çalışmakta,peşinde olduğu gerçek ve onu bir şekilde anlamak. Sonradan bu düşünce boyutları İslam ile karşılaşınca rayından çıkanlar veya yakın olanlarda bir şekilde aydınlanma eğrisinin içine girmekte gerçeği anlamak için gerekli olan kriptoyu bulduğunu anlamakta. Bu eğri öyle bir eğri ki Avrupa’yı Endülüs’ten, Asya’yı Semerkand ve Buhara’dan; Mısır ve Anadolu’yu ise tam kalbinden saran. Fakat zaman içinde önce doğu ucunun zayıflaması, sonra Batı ucunun sönmesi ve kalbinin de (Mısır ve Anadolu) manadan çok madde üzerine yoğunlaşması (mimari, askeri, iktisadi vb…) dünyanın ışık seviyesini azaltmış bunun neticesinde bu alacakaranlıktan faydalanmak isteyen fırsatçı mum üreticileri peydah olmaya başlamıştır. İşte Rönesans çocukları, bu mum üreticilerinin nesilleri. Fikri mücahedeyi zor bulmakta o yüzden daha çok madde tarafını anlamlandırmaya çalışanlar elbetteki ışığın mana yönündeki etkisini değil madde olan mumun üzerindeki etkilerini sorgulayacaklardı. Daha önce güneşi görmemiş yegane ışık kaynağını kendi aklının ürünü sanan bu fikir fakirleri; daha önce güneş diye önlerine konan altın taht üzerinde oturan, elindeki kutsal kase ile kan ve ölüm dağıtan, göbeğinden belindeki zünnarın bile illallah ettiği Güneş Krallarını hedef almışlar bunu yaparken de hakikate bakmak akıllarına gelmezken kendi doğrularına hakikat cübbesi giydirmekten geri durmamışlardır. Daha önce kendi hırslarına, açgözlülüklerine, menfaatlerine bu cübbeyi giydiren endüljans tüccarlarından farkları var mı diye sormadan edemiyor insan.

 

İşte bu hengamede yine doğru yola ulaşamayan Rönesans çocukları bir mağaranın içini aydınlatan mumu kutsal, onu yapan aklı da ilah edinerek ciltlerce kutsal kitap (!) yazmaya koyuldular.  Peki bunları bir nebze anlamakta olan şu aciz aklımın almadığı konuya gelelim. Bu güneşin hakikatini bilenler nasıl bir anda bunu unuttular? Geniş, ferah, nimetlerle dolu bir hakikat zemininden loş ve rutubetli bir mağaraya, ilkel yaşam formuna, menfaatlerin ön planda yer aldığı hayvan kolonisi habitatına meyletmek hangi akla sığar düşünmek gerekli. Aslında Darwin’i anlayabiliyorum sanırım bazen. Öyle bir dönemde öyle bir ortamla karşı karşıya ki insandan çok hayvana meyletmiş olduğu için elinde çalıştığı toplum, bu toplumun neslini öyle şerefli bir köke dayandıramamış ve elindeki pislikten yaptığı şekilsiz, biçimsiz, izansız, her türlü ahlaki değerlere ve özellikle insan fıtratına aykırı olan yemeği bir ziyafet sunarcasına sunmuştur.  

Öte yandan bir de bunları yanılmaz addedenlere sormak istediğim bir soru var. Madem yanılmıyorlar neden her elli senede farklı bir fikir ortaya atılıyor ve bir öncekini yerden yere vuruyor. Sanırım şöyle örneklendirsek daha iyi anlaşılacaktı diye düşünüyorum. Biri size gelip dese ki elimizde bir ürün var. Bu ürünün belirli çalışma şartları var, ortamları var. Ama bu koşullar sağlandığında tüm ihtiyacınızı ömrünüzün sonuna kadar karşılayacak. Ama bir ürün daha var onu da her sene değiştirmek zorunda kalabilirsiniz ve ihtiyacı hiç daha önce tam karşılayamamış. Biz acaba ne deriz , ilkini ikincisini mi seçeriz? Peki ilk seçtiğimiz ürün daha önce denenmiş fakat bir yerden sonra ihtiyacı karşılayamamışsa ürüne mi kötü demeliyiz yoksa o ürünün çalışma şartlarına, ortamlarına, kullanma kılavuzuna önem vermeyen dikkat etmeyen kullanıcıya mı odaklanmalıyız? İşte tam bu sorulara cevap aramaya başladığımız zaman- cevap bulmaya değil- işte o zaman güneşin tekrar doğudan yükselmeye başladığını ve o ilk ışıklarının bile, o zayıf ilk ışıkların, o mağaradaki mumları söndürmeye yeteceğini göreceğiz, aynı zamanında bir hakikat nefesin dünyaya düşmesiyle binlerce batıl nefesin yaktığı ateşin sönmesi gibi….

 

Vesselam…                                                                                                                   Mehmet ŞAHAN

( Alacakaranlık Kavalcıları Ve Zavallı Fareler başlıklı yazı Şahan tarafından 15.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.