Azat ettiğim bir
mısradan çok öte bu kez;
Serip sereceğim
yürekten sızan asılsız kıvamsız
Bir acıdan medet
umuyorum:
En ruhani iklimde
devrildikçe aklın köprüleri,
Sığınıp sığınacağım
gölgelikte peyda olan
Adsız resimlere rast
geliyorum:
En kısık nidasında bile
sen saklısın evrenin,
Çatık kaşlarınla vurgun
yiyen kaçıncı nöbetin esaretindeyim
Kim bilebilir?
Noksan varlığım,
Cenup badirelerle yolu
kesilmişken benliğin
Hangi teyakkuza rest
çekmeli ki,
Dediğini duyan o
fısıltıda ikrarı
Tüm müebbet iklimlerin,
Fazlasıyla nakşeden
hazin bir hatırat
Yine temsili
yükümlülüğün.
Fazlasıyla aciz,
Yitik alabildiğine
Hele ki yol başında
biten iniltilerde coşan
Bir ihtilal benimki.
Görmeden görmeye
çıktığım insan pazarında
Hangi külfet ise bin
bir imin derdinde,
Yoksunluğa teslim
ettiğim sevdanın
Yanık ucu yine tüm
sefaletin hüküm sürdüğü…
Mensup olduğum hangi
illet ise,
Bağdaş kurmaktan geri
duramadığım
Duygu simsarlarından
çaldığım ahkâmlara gizlediğim;
Zaman zaman dilendiğim
Belki de en hoyrat
güftede darmaduman olmanın da ötesinde
Sezilerime peşkeş
çektiğim mabedim iken
Serzenişi ayyuka çıkmış
kırık cümlelerin.
Biriktirdiklerimden
ibaretim:
Azıcık hazan azıcık
kırağı çalan
Yetim bir şarkı.
Biraz da yalnızlık:
Hatta fazlasıyla,
Layığı ile yaşamaksa ne
gam,
Demekten gayri kim
bilir
Yüklendiğin onca acıdan
Kanıksadığım meftun
yüzleşmelerle
Kıble bildiğim sevdanın
sitemkâr mabedi…
Yine sakıncaları kadar
ihlali de
Uzağımda ve serkeş bir
tınıda raks ederken,
Azıcık da defolu
yüreklerden sızan o irinden
Yoksunluğun tesellisi
ile
Erip ereceği huzurda
nöbete durmak iken sancılı iklimlerde
Koyuverdiğim hangi
yükümlülük ise
Başım gözüm üstüne bir
minvalde
Kıstırılmışlığımdan öte
Biriken elimde
avucumda,
Tınısını yitirdiğim
şehrin en karanlık köşesi
Yine sığınak bildiğim
gök kubbeden ayrı düşmüşken
Tüm delillerim;
En azından yaşadığıma
dair.