An’dı hıçkıran ve
aniden adımı haykıran,
Andımsa da
anımsamadığım hiçliğin teyakkuzunda
Ne varsa yarım kalan.
Yarından önce ve dünden
payidar,
En ıslak ve en isli
ökçe,
Devingen gönlün
rahmetinde kaybolduğum
O nüktedan serzenişin
öyle ki sakilce paylayan.
Hanidir rahvan hanidir
kaçak göçek,
Sıska bir kalemin
rahminden taşan
Sevinç çığlıklarıyla
çağlayan
Ve en demli yolculuğun
ardından boşalttığım
Avuç avuç hıçkırık,
Gayri meşru bir hüzne
delalet,
Saklı tuttuğum onca sır
ve başucunda
Esefle tuttuğum nöbete
ramak kala
Gecenin bitiminde.
Dengi dengine aşk hatta
mağlubiyet,
Yüz yüze asılı kaldığım
bencileyin bir yürekten sızan,
Boğmaca gecelerin
pervazında yanık kokan
Bir rehavet kadar
isyana delalet
Yine de unutmaya
gücümün yetmediği bir kehanet.
Zıkkımın kökü şu yalan
ve hüzün,
Sarnıcın dibi
varamadığım enginlik
Ve taammüden öldürdüğüm
ucu kırık
Hele ki sarpa saran en
gönülsüz tümce:
İçinde adı olmayan bir
günce,
En pervasız dokunuşu
kaderin,
Hilkat garibesi
sessizlik mademki payıma düşen.
Sır ötesi bir yolculuk,
Tırnaklarımın dibinde
kil, kazdığım avuç avuç
Toprakla yığdığım.
Hele ki külyutmaz bir
bilinmezlik iken
Arkasına sığındığım.
Azıcık kaygılı
fazlasıyla da pür-neşe
Şu ikbali yüreksiz
sakıncalarda bulduğum huzuru
Payidar kılan bir
sancının menfezinde.
Kırık hayli yorgun,
Dengini bulamadığım bir
benliğin
Hüküm bildiği o
sırnaşık yalnızlığa,
Çeyrek kala
ısmarladığım boyutsuz aşkın
Çalıntı girizgâhında,
Sondan başa sayarken
adım adım,
Kimliğimin tekelinde o
boş vermişlik kadar
Haddinden fazla
derbeder,
Soyutlandığım gönlün en
sığ kıyısında,
Arındığım nefreti yön
bilen ne çok münafık,
Cebelleşirken
kaygılarla ayrı düştüğüm,
Huzuru istimlâk eden
gölgeli var oluşların
Hicap ettiği bir
yakadan ibaret iken
Şu sefil yürek.
Suret-i kati aşamazken,
Aşıp da göremezken
Ceberut bir iklimde
kayıp gölgeli sağdıcım,
Bakıp da söylemeye
tenezzül etmediğim
Bir hikâye kadar sıra
dışı,
Yetmedi görünmezliğin
tecellisinde hüküm süren
Asi bir aşk iken o
destansı ikilemlerde can bulan:
Biraz hoyrat biraz
devrik,
Adı olmayan bir edimde
rast geldiğim nasıl da sönük
Bir devranda ve beylik
bir nakaratta,
Hüsrana şart koşan bir
ömrün nihayetinde;
Yerli yersiz belki de
zamansız bir tecelli olsa da
İkrarını yâd ettiğim o
ömür güncesinde.
En aciz dokunuşun
ikbalindeyim,
Hele ki hayattan
soyutlayan kederin indinde.
Karayı mabet bildi ölüm
Ve acısı en derinde.
Dünden kalan bir
yalnızlığı sırtladım,
Sırtlan gölgelerin
pejmürde yankısını duydum
Bir gece vakti:
Duymazdan gelenlerin
acziyeti belli ki
Ölümün rotasını tayin
eden.
Hele ki sakil ve sefil
gülüşü Azrail’in,
Sona geldik madem,
Ne gerek vardı çocuk
sevinçlere.
Kırıldı ortasından
işte,
Kala kala gözyaşı,
nefer bildiğim okuduğum hutbede.