UNUTULAN DEĞERLERİMİZDEN “SAMAN VE
SAMANLIKLAR”
Çocukluğumuzda bugünkü
saman balya makinaları yoktu. Samanın elde edilmesi ve saklanması,
çiftçilerimiz ve hayvan besleyenlerimiz için çok özel bir serencama sahipti. Öncelikle,
samanın hammaddesi olan ekinin ekilmesi ve biçilmesinden bahsedelim.
Tarlalar öküzlerin
çektiği ağaç pulluklarla sürülürdü. (Biraz ilerleyen zamanlarda pulluklar
çelikleşmeye ve atlar tarafından çekilmeye başlandı). Çiftçi kucağına bağladığı
büyük bir peştemalı sol eliyle tutarak, içine
koyduğu tohumları sağ eliyle hızlıca ve eşit dağılmasına dikkat ederek
savururdu.
Haziran sonu ve temmuz
başlarında olgunlaşan başakların, ellik ve oraklarla biçilmesine sıra gelirdi. Orak
serencamı o yıllarda çiftçiliğin en önemli etkinlik alanlarıydı. Sabah namazından
sonra azıklar ve su testileri hazırlanarak kağnılarla tarlaya gidilir kadın
erkek sırt sırta verilerek, sol elin parmaklarına ellikler takılır sağ elin
salladığı oraklarla olgunlaşmış ekinler biçilirdi.
Erkekler daha çok koca
orak diye tabir edilen daha büyük orakları ve kosaları kullanarak, daha çok
miktarda ekin biçebilirlerdi. Temmuz sıcağında güneşin altında çalışmalar
sonrası, eğer varsa koyu gölgeli bir ağacın altında verilen yemek molası ve çıkınlardan
çıkarılan azıkların yenmesi, dışına terini vermiş testi veya boduçların buz
gibi sularından içilmesi, “Orak”ın en önemli, zevkli ve sevimli safhasını
oluştururdu.
Biçilen ekinler çocukların
da yardımıyla desteler haline getirilmek için toplanırdı. Desteler ise, ya
kucakta ya da kağnılarla yığınlara dönüştürülürdü. Yığınlar da, iki alta bir
üstte parmağı olan hafif ve sağlam ağaçlardan yapılmış dirgenler yardımıyla,
kağnılara yüklenerek harman yerlerine taşınırdı. Harman yerine getirilen
saplar, kağnıların üzerinden en güçlü bir şekilde yükseklere atılarak harmanlar
oluşturulurdu.
Sıra geldi samanın
yapılmasına: Aslında saman, bir müştemilattı asıl amaç, en önemli gıda maddesi
olan buğdayın elde edilmesi idi. Bu günkü modern fabrika yemlerinin olmadığı o
yıllarda, hayvanların en önemli gıda maddesi olan saman, buğdayı elde etme
mücadelesinin bir sonucu idi.
Düzenli hazırlanmış
çakmak taşlarının yine düzenli bir şekilde, ucu eğimli ardıç ağaçlarına
çakılarak yapılan düvenlerin (döven) devreye
girme sırası gelmiştir.
Harmanların etekleri
bir düven genişliğinde dirgenler yardımıyla yayılarak, bir çift öküz veya tek
hayvan ile çekilen düvenler, genellikle çocuklar tarafından yönetilirdi. Hatta öküzler
veya hayvan iyi eğitildi ise, düvenin üzerine büyükçe bir taş veya ağırlık koyularak kendi
kendilerine dahi harmanı sürebilirlerdi.
Başağından ayrılan sap
ve saman, yeterince biriktikten sonra kenara çekilerek “tınas” işlemine
geçilir. Bir yandan harman sürülmeye devam ederken, bir yandan da tınaslar esen
rüzgarlarda küçük yabalarla savrulmaya başlanırdı. Samanın en inceleri en
uzağa, sapların kalın yerleri olan çeçler ise buğdayın içinde kalırdı. Holuslar
yardımıyla da buğdaylar çeçlerden ayrılırdı. (Holus: Büyük kalbur).
Temmuz ve ağustos
aylarında esintinin çok pahalı! olduğu ve yönünü de sık sık değiştirdiği düşünüldüğü
zaman; büyüklerimizden dinlediğimiz, “harmanlara ve tınaslara kar yağdı”
gerçeği, samanı – buğdayı elde etme sürecinin ne kadar zor ve uzun sürdüğünü
göstermektedir.
Buğdayların pamukla
dokunan çuvallara konularak taşınması kolaydı. Ama saman? Büyük yabalarla
kağnının içine yerleştirilen kıl çadırlar gerdire - gerdire doldurulurdu. Saman
seviyesi yükseldikçe yabayı sallayanın işi zorlaşırdı. İnce samanlar kağnıya
binmemek için direnir, en küçük bir serinlikte kendini uzaklara atardı. Öncelikle
de kendini atan terli kişinin yüzüne yapışmayı çok severdi.
Mahallemizdeki evlerin
bir çoğunun alt katları ya ahır, ya da samanlık olurdu. Kağnı ile getirilen
samanlar, yüklenmesinin aksine samanlığın önüne indirilmesi çok kolay olurdu. Ama
bir zor iş daha başlardı ki, yağmura ıslattırmadan samanların samanlık deliğinden
yabalar marifetiyle samanlığa doldurulması gerekirdi.
Samanı stoklamak çok
zor bir işti. Bazen harar çuvallara doldurulsa da, stok problemi kökten
çözülemezdi. Kış boyu yağmur almayacak bir yerde samanın saklanması gerekirdi.
(Sakla samanı gelir zamanı).
Rahmetli babam
komşularımızdan birkaç tanesinin alt bodrumlarını samanlık olarak kiralardı. Kış
boyu her gün sabah akşam ilgili yerlerden çuvallara doldurduğumuz samanları
günlük ahırımıza taşırdık.
Samanı yaba ile
samanlık deliğinden içeriye atmak, işin en kolay yeri idi. Deliği dolan
samanlığın deşilmesi ise işin en zor tarafıydı. Ara ara samanlığa girilip,
yabalarla samanlık deliğinin önünün rahatlatılması gerekirdi. Bu süreçte küçük
samancıkların ağzına, burnuna, kulağına - kuyruğuna girmesinin engellenmesi
imkansızdı.
Bir gün Çavuşlar
Mahallesindeki koca evimizin altına samanları atıyordum. Samanlık hayli dolmuş,
deşeleme işlemi en zor halini almıştı. Seviye yükselmiş sırtım zaman zaman
tavandaki pardılara dokunmaya başlamıştı. Bir kedi aniden sırtıma tırnaklarını
yapıştırdı ve kaçtı. Kediyi göremedim. Herhalde zamanların arasına kayıp gitti
diye düşündüm. Çalışmaya devam ettim. Hava da kararmaya başladı samanlık zifiri
karanlığa bürünmüştü.
Uslanmaz kedi yine
sırtıma tırnaklarını çakmaz mı? Bu sefer görmeye çalıştım ama yine samanların
arasında kaybolduğunu düşünmekle beraber, içime kıcık girmişti. Ertesi gün
aydınlıkta samanlığı incelediğimde bir de ne göreyim? Bizim kedi tırnakları,
tavanda kopmuş çıplak haldeki elektrik kabloları değil miymiş: Çok şükür
verilmiş sadakamız varmış. Kedi ile helalleşememek ise diğer bir üzücü nokta…
Selam sevgi ve
dualarımla. Allah’a emanet olunuz.
13 Nisan 2016. Saat:
07.00. Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı