EDEBİYAT VE SAMİMİYET
Halit Yıldırım
Edebiyat; daha geniş bir zaviyeden
bakınca sanat âlemi koca bir dağa benziyor. Karşınızda tüm heybetiyle, tüm
ihtişamıyla duruyor. Yemyeşil ağaçların, rengârenk gül bahçelerinin, coşkun
ırmakların, büyüleyen şelalelerin, rengârenk bir gökkuşağı altında geçen
seremonisi göreni adeta çarpıyor.
Kimileri onun görünen bu yüzüne imrenerek
başlar zirvelerine ulaşmak için tırmanmaya. Ama her bir adım sonrasında bu âlemin
aslında geriden göründüğü gibi pek de cazibeli bir dünya olmadığını müşahede
eder. Hele hele yolu yarıladıysa, patikalar onu dağın arka yamaçlarına doğru
götürdüyse yemyeşil renklerin birden bire grileştiğini, güllük gülistanlık
zeminlerin dikenlerle dolduğunu, akan billur suların bir anda buzulların
koynunda donduğunu görür.
Her ne kadar
karayolları ağında “dikkat heyelan, dikkat çığ tehlikesi, kaygan zemin” gibi
uyarı levhaları olsa da bu yollarda böyle uyarı levhaları yoktur. Bir anda
acımasız bir rekabet mecrasına, kıskançlığın ölümcül uçurumlarına, siyasi
hasımlık denen sarp ve aşılmaz duvarlarla sonu karalamalara, yok saymalara
kadar varan kaygan zeminlere yolunuz düşebilir. Sonuç hayal kırıklığı,
bedbinlik, suskunluk ve geri dönüştür çoğu için. Edebiyatla uğraşan insanlar
genelde kırılgan olduğu için çabuk küser bunları görünce. Tabi içlerinden
inatçılar da çıkar. Her şeye rağmen yürür zirveye doğru.
Yazımızın başlığına baktığınızda
"Neden edebiyat ve samimiyet yan yana?, Edebiyatta samimiyet nasıl olacak?
Neden önemlidir samimiyet? Diye bir
yığın soru gelebilir aklınıza.
“Bir insanı, insan kılan en güzel
renktir” ve “Bir besmele gibi, her işin başıdır” diyor samimiyet için Elif Ekşi
Zorer bir yazısında. Evet, samimiyet her işin başındaki besmele kadar
önemlidir.
Öncelikle maalesef vakıa bu âlemde
samimiyet ve vefa duyguları körelmiştir. Samimiyetin olmadığı yerde başarı,
terakki olamaz. Birbirini sevemeyen insanlar bir araya gelemez, bir araya
gelinmeyince tek başına hiç bir zorluk aşılamaz. Siz hiçbir milletin
edebiyatının sadece bir kişiden ibaret olduğu gördünüz mü? Tek bir şair, tek
bir romancı, tek bir hikâyeci, tek bir tiyatro yazarından ibaret bir edebiyat
olabilir mi? Elbette olamaz…
Dönem dönem işlenen edebiyat tarihi bir
yığın yazarın, şairin eserleri ile oluşmuştur. O zaman demek ki bizden başka
şairler, yazarlar da olacak. Bir gül bahçesindeki rengârenk, birbirinden farklı
çiçekler o bahçenin değerini, güzelliğini ne kadar artırırsa edebiyatta
birbirinden nadide şairleriyle, yazarlarıyla kıymet kazanır.
Peki, samimiyetsizlik nereden başlıyor
edebiyatta o zaman? Yazımızın başında bir nebze vurguladığımız gibi rekabet,
kıskançlık, siyasi hasımlık gibi müzmin hastalıklar bu âlemde tek ve yalnız
olma arzusuna sürüklüyor yazarları, şairleri. Bu ise samimiyetsizliğin en bariz
göstergesi...
Edebiyatımızın bugün en büyük sorunu
okurun az olmasıdır. Kitap tirajlarına baktığınızda bunu daha iyi görürüz. Ama
hep kaçırdığımız bir şey vardır bu eleştiride. Kim okuyacak şiirleri,
romanları, hikâyeleri? Sadece edebiyatseverler, şiir severler mi? Hep
öğrenciler mi okuyacak bu kitapları?
Aslında önce edebiyatla uğraşanların
yazarların, çizerlerin okuması gerekmez mi bu edebi eserleri… Oysa tüm
eleştirmenlerin ortak görüşü kimsenin birbirini okumadığı şeklinde…
Haydar Ergülen bir söyleşide bakınız bu
konuda ne diyor? “Birbirlerinin şiirlerini okumak yerine, niyet okumak gibi bir
yaklaşımları var bazılarının. Birbirlerini okumadıkları için şiirleri birbirine
benziyor! Okusalardı şiirleri bunca benzemezdi birbirine.” Haydi bakalım bu
doğru söze ne denir?
Peki birbirine değer vermeyen, birbirini
okumayan, kendinden başkasını yok sayan bir zihniyette siz samimiyet bulabilir
misiniz? Bir yazarın çıkardığı kitabın okunmadığını söylerken hemen başkalarını
suçlaması işin en kolay yolu değil mi?
Yayınevleri artık şiir kitaplarını
basmıyor diye feryat figan ederiz. Bir başka istatistikte ise ülkemizde şair
sayısının fazlalığına dikkat çeker. Şair enflasyonu var denir. Kimi çıkar
bunların çoğu kendini şair zanneder der. Bu eleştiriyi şimdilik geçelim ve her
şiir yazdım diyeni ism-i fail kalıbına dahil ederek şair diye payelendirelim.
Peki bu kadar çok şair birbirlerini okusalar o zaman yayınevleri harıl harıl
şiir kitaplarını basmaz mı? O da işin ekonomisine bakıyor sonuçta. Bu işin bir
maliyeti var ve o da gökten yağmıyor.
Can Yayınları artık şiir kitaplarını
basmayacağını deklare edince Erdal Öz’ün bunun sebebini soranlara verdiği cevap
çok manidar... Şöyle der Öz; “Kitaplar hiç satmıyor, diziden kitabı çıkan
şairler bile birbirini okumuyor, okusalar her kitabın hiç olmazsa şu kadar
satması gerekirdi.”
Oysa bu işler gönül işidir deriz edebiyat
ve sanat için… Başkasındaki özelliği, güzelliği, farkındalığı fark etmek
samimiyetin gereği değil midir? Gerçek sanatçı en başta olgun bir insan olmak
zorundadır. Kendinize saygı duyulmasını istiyorsanız siz de başkalarına saygı
duymak zorundasınız.
Her şair, her yazar, her sanatçı
beğenilmek ister, eserlerine ve kendisine değer verilmesini ister. O zaman
karşınızdakilerden bunu beklerken siz de karşınızdakileri beğenmek takdir etmek
zorundasınız.
Diyelim imza günü yapacaksınız.
Dostlarınızın, okurlarınızın gelmesini beklersiniz tabiatıyla. Peki, siz kaç
imza gününe katıldınız? Siz gitmediyseniz diğerleri size neden gelsin?
Ya da kitabınızla ilgili bir şeyler
yazılsın istediniz. Evet, haklısınız yazılmalı bir şeyler. Olumlu olumsuz bir
eleştiri yapılmalı. Peki, siz derginizdeki sayfanızda, gazetedeki köşenizde kaç
kitabı tanıttınız. Okurlarınıza kaç yazarı tavsiye ettiniz?
Projeksiyonu sanatın bir diğer dalına
tutalım. Müzisyensiniz diyelim. Konserinizde salonun dolmasını beklerken siz
kaç konserde sanatçı arkadaşlarınıza destek olup salondaki yerinizi aldınız?
Onun da sizin konserinize gelmemek gibi bir hakkı doğmuyor mu bu durumda?
Bir başka samimiyetsizlik örneği de
yapılan danışıklı, muvazaalı yarışmalarda yaşanır canım ülkemde... Kim bilir
belki de başka ülkelerde de benzer hadiseler vardır.
Bu konuyla ilgili yazılmış bir sürü
serzeniş yazıları var. Kimisi yarışmaların başına jüri olarak hep aynı
adamların oturduğundan ve edebiyat baronlarının oluştuğunu söyler. Aynı yıl
içinde yapılan ve bir yığın eserin yarıştığı yarışmalarda üst üste koyduğunuzda
binleri bulan öyküleri, şiirleri bu zatı muhteremler nasıl okurlar, nasıl
değerlendirirler anlamak mümkün değil. Ustalık bu olsa gerek. Siz aynı yıl için
de düzenlenen 6-7 yarışmada jüride olacaksınız ve toplamda binlerce eseri
okuyup değerlendireceksiniz. Helal olsun demekten başka çare yok.
Bu durumdan mustarip kimi yazarlar da
edebiyat âleminin iktidarı kimlerin elinde diye başlık atar yazılarına. Bir
bakarsınız o yazılarda da yarışmalarda jüri üyesi olarak görev yapan kimi
zevatın birinci dereceden yakınlarının ödül aldığını okursunuz. Oysa yarışmalarda jürinin birinci derece
yakınları yarışmaya katılamaz diye bir şart da vardır. Neler döner, neler
yapılır anlamak mümkün değil.
Beste, güfte yarışmaları düzenlenir.
Ödüller paslaşılır adeta. Ondan sonra sosyal medyada bestekârlar ve güftekârlar
yarışmaları protesto grupları kurar ve eserlerini yayınlarlar. Bakarsınız
hakikaten bu güzellikteki eserler nasıl görmezden gelinmiş diye şaşırırsınız.
Bir başka yüzüne bakalım
samimiyetsizliğin artık isterseniz. Samimiyetsizliğin vefasızlık yüzüne…
Örneğin bir şiir etkinliği yaparsınız.
Program güzel olsun diye sağdan soldan değer verdiğiniz şairleri çağırırsınız.
Bir güzel ağırlarsınız. Programda taltif edersiniz. Her şey güzeldir. Siz çok
kadirşinas bir kişisinizdir onların gözlerinde. Çünkü misafirleriniz bunu
salonda şiirlerinden önce ballandıra ballandıra deklare ederler. Ama program
biter evli evine köylü köyüne gider. Her şey unutulur. Telefonlar sürekli
meşgule atılır. Aranılmaz sorulmaz. Kimisinin bir gazetede köşesi, bir dergide
sayfası vardır. Ama ne sizden ne de o programa katılan diğer şairlerden
bahsedilir. Zira siz taşralısınızdır. onlar ise edebiyatın, sanatın kalbinin
attığı yerden gelmişlerdir. Sanki onlar olmasa sen bu programı yapamazsın.
Keramet onlardadır.
Dergi çıkarırsınız. Yazılar gelir e
postanıza. Bir de not yazar yetkin arkadaşın yazısının sonunda. “Yazımı
yayınlarsanız, yayınladığınıza dair bir not gönderiniz. Dergi göndermenize
gerek yok. Özgeçmişime falan dergide yayınlandı yazacağım.” Şeklinde. Daha
başka bir şey demeye gerek var mı?
Ya dergideki çıkan yazısını duyurmak,
kendi reklamını yapmak için yazar tanıdığı gazetelerin sanat köşelerine. Bir de
bakarsınız derginizin çıktığına dair bir yazı vardır gazetenin kültür sanat
sayfasında. ister istemez sevinirsiniz. Ama içeriği okuyunca tam bir hayal
kırıklığı yaşarsınız. Malum arkadaş derginin çıktığına dair haberinde kendi
ismi başta olmak üzere birkaç tanıdığı ismi yazmıştır. Ama derginin ne
sahibinden, ne yayın yönetmeninden ne de diğer yayın kurulundaki isimlerin
esamesi okunmaz. Adam haklıdır… Eğer o tenezzül edip, lütfedip bu yazıyı
göndermeseydi dergi nasıl çıkacaktı değil mi?
Aynı dergide, hatta kendi yazısının hemen
bitişiğinde yazı yazan isimden habersiz olan o kadar çok insan var ki... Hatta
aynı okulda başında idareci konumundaki şahsın da yazar olduğu ve aynı dergide
yazdıkları söylendiğinde “a o da mı öykü yazıyor” diyenleri de eklersek bu
listeye sanırım yazı bir hayli uzayacak.
İşte samimiyetsizlik ateşiyle kavrulan
edebiyat dünyası… Peki bu yangının arasından yetkin eserler, yetkin isimler
çıkabilir mi varın siz düşünün gerisini...